Alaa Rıdvan’ın Middle East Eye’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Gazze'deki evimi en son 31. doğum günümde, 13 Ekim 2023'te gördüm.
Çocuklarımı yeni yıkamış, kıyafetlerini katlamış ve içerisine taşıyabileceğimiz kadar eşya koyduğum bir çanta hazırlamıştım. Tahliye zamanı gelmişti. Bir geceliğine mi yoksa sonsuza dek mi gideceğimizi bilmiyorduk.
İki ay sonra, diğerleri gibi evimizde bombalanarak yok oldu.
O sırada Deyr el-Belah'ta küçük, eşyasız bir dairede yerimden edilmiştim. Eşim geldiğinde odun ateşinde yemek pişiriyordum. Yüzü solgun, üzgün ve mesafeliydi. Korkunç bir şeylerin olduğunu biliyordum.
Eşime ne olduğunu sordum. Hiçbir şey söylemedi. Ama sessizliğinden bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Israr ettim. Sonra bana anlattı. Komşuların sosyal medya grubundaki haberleri yeni görmüştü. Bir zamanlar evimizin bulunduğu bina bombalanmıştı. Üç fotoğraf vardı. Bana göstermesi için yalvardım. Reddetti. Ağladım. Çığlık attım. Sonunda kabul etti.
Ve işte oradaydı. Hayalimdeki ev. Moloz yığını.
Orada iki yıldan az bir süre yaşamıştım. Ama o iki yıl sevinç ve mücadele barındırıyordu. Evin borcunu yeni bitirmiştik. Daha yeni yeni bizim demeye başlamıştık. O evi inşa etmek için üç farklı iş yerinde çalıştım. İkizlerle ilk doğumumdan sadece iki gün sonra internetteydim ve tutunabileceğimiz bir gelecek için para kazanmaya çalışıyordum.
O ev Gazze şehrinin Nasır mahallesindeydi. Her köşesi kahkahalarımızı barındırıyordu. Her odası gözyaşlarımıza tanıklık etmişti.
Ben kırılan bir bardağın yasını tutan, bana çok sevdiğim bir arkadaşımı hatırlattığı için bir kazağı 10 yıl boyunca saklayan bir insanım. Lisede giydiğim kıyafetleri hala saklıyorum. Eşyalara tutunurum. Nesnelere anlam veririm.
Her şeyi kaybetmenin, özenle boyadığım duvarları, sevgiyle seçtiğim perdeleri, değer verdiğim insanlar için yemek hazırladığım mutfağı, ikizlerimin ilk adımlarını attığı koridoru, sokağa çıkma yasakları sırasında doldurduğum kitaplığı kaybetmenin nasıl bir his olduğunu bir düşünün.
Yazarın Gazze'nin Nasır mahallesindeki evi 7 Ekim 2023'ten önce çekilmiş bir fotoğrafta sağlam (solda) ve aynı yılın Aralık ayında İsrail hava saldırısında yıkıldıktan sonra harabe halinde (sağda) görülüyor
Sadece bir ev değildi. Daha önce hayatta olduğumuzun, güzel bir şey oluşturduğumuzun kanıtıydı.
Ve şimdi, o kanıt gitti.
Dünya benim hikâyemi görmedi. Gazze'deki pek çok kişi gibi ben de görünmedim.
Ben bir anneyim, bir öğretmenim, hayatta kalan biriyim. Ama Gazze'de kim olduğunuzun bir önemi yok. İster bir bebek, ister bir öğrenci, ister bir çiftçi ya da bir profesör olun, dünya bizi insan olarak görmeyi reddediyor.
Hayatlarımızı sayılara indirgeyen bir dünyada, hayatta kalmamız bile fark edilmiyor.
Umut bulmak
Hayatımın büyük bir bölümünde kuşatma altında yaşadım.
Savaş, açlık, hava saldırıları ve bunları takip eden uzun sessizliklerle yaşadım. Ama aynı zamanda düğünler, şiir okumaları, mezuniyetler ve sahilde güzel günler de yaşadım. Tüm bunların arasında çocuklar yetiştirdim.
7 Ekim'den sadece bir hafta önce ikizlerimi komşum Rama'nın düğününe götürdüm. Çocuklarıma bayılıyordu. Oğlum Kinan için çok güzel küçük bir kıyafet, kızım Kinda için de ona uygun turuncu bir elbise almıştım. Neşenin ta kendisi gibi görünüyorlardı.
Gelin beyaz gelinliği içinde damadıyla el ele dönerken onunla birlikte dans ettik. Alkışladık. Güldük. Ona güzel bir evlilik hayatı diledik.
Çocuklarım insanların geleneksel şarkılarımız eşliğinde “dabke dansını” huşu içinde izledi. Müziği dinlediler, etraflarındaki neşeye gülümsediler ve sanki bu mutluluğun ne kadar geçici olduğunu hissedebiliyorlarmış gibi ellerime sarıldılar.
O gece sadece sevgiyi kutlayan bir aileydik. Kimse başımıza ne geleceğini bilmiyordu. Hiç kimse böyle bir sevincin kısa süre sonra enkaz altında kalacağını hayal edemezdi.
Çarpıtılmış anlatılar
Hem Batı hem de Arap medyasında benim gibi insanlar yokmuş gibi gösteriliyor - bombalarla ya da manşetlerle dümdüz ediliyor.
Bunun en güzel gülümsemeye sahip üniversite profesörü olan kendi amcam Yasser Rıdvan'ın başına geldiğini gördüm. Deyr el-Belah'ta bir hava saldırısı komşu bir binayı vurduğunda yerinden edildi. O, nazik eşi ve altı parlak, sevgili çocuklarının hepsi öldürüldü.
Medya için onlar bir aile değil, ölü sayısındaki bir rakamdı - bağlamdan yoksun bir şekilde bahsedilen hayatlar.
Filistinliler böyle tasvir ediliyor: insan olarak değil, istatistik olarak. Düzinelerce ölü, yüzlerce yaralı, binlerce yerinden edilmiş insan. Bizler kurbanız, ses değiliz.
Tüm ailenizle birlikte öldürülmek ve bir dipnot olarak bile kalamamak ne anlama geliyor?
Yazarın amcası Yasser Rıdvan'ın çocuklarıyla birlikte, Gazze savaşı sırasında İsrail hava saldırısında öldürülmeden önce çekilmiş bir fotoğrafı
Bu arada, İsrailli sivillerin isimleri veriliyor. Meslekleri ve hayalleri sevgiyle anlatılıyor. Medya onların deneyimlerine, korkularına ve geleceklerine yer açıyor.
Sığınaklara koşan İsrailliler arasındaki “panik yaralanmaları” hakkında hikâyeler yayınlıyorlar. Gazze'de böyle bir kategorimiz yok. Panik yaralanmaları bize tanınmayan bir ayrıcalık. Bizim acı sözlüğümüz farklı.
Batı medyası işgalci ile işgal edilen arasındaki, hava saldırısı ile ev yapımı roket arasındaki, sistematik kuşatma ile çaresiz direniş arasındaki farkı yok ediyor.
Dil bu “silme işinde” merkezi bir rol oynuyor. Yayın organları Gazze hakkında haber yaparken soyutlamaya başvuruyor: “militan hedef”, “ikincil hasar”, “yıkım iddiaları”.
Zulümler videoya kaydedildiğinde bile, habercilik belirsiz kalıyor. Manşetler "iddia ediliyor", "inanılıyor" ya da "öyle görünüyor ki" gibi ifadelerle, sanki birinci elden çekilmiş görüntüler kulaktan dolma bilgilermiş gibi süsleniyor.
Refah'ta gerçek zamanlı olarak filme alınan sağlık görevlilerine yönelik katliam sırasında, batılı yayın organları hala bu şüphe diline güveniyordu. Gerçekler ortadadır, ancak çerçeveleme belirsiz, koşullu ve kaçamaklı olmaya devam etmektedir.
Arap medyası da sessizliğini koruyor. Genellikle Gazze'deki Filistinlileri sonsuz dirençli, her şeye kırılmadan katlanabilen, güç ve fedakârlık mitolojilerine yaslanan, yorgunluğu, muhalefeti ve hayatta kalmanın dayanılmaz bedelini görmezden gelen kişiler olarak sunuyor.
Ancak gerçek şu ki, insanlar yıpranmış durumda. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar bitkinler. Bu hayatı onlar seçmedi. Sadece buna katlanmak zorunda bırakıldılar.
Bu sadece medya etiğiyle ilgili değil. Bu tarihle ilgili - kimin acısının kaydedildiği, kimin silindiği ve kimin sesinin kamuoyunu, uluslararası politikayı ve tarihi kayıtları şekillendirdiği ile ilgili.
Silinen hayatlar
Dünya genellikle sadece enkazı görüyor, evleriyle birlikte hayatları da yıkılan insanları değil - biyografileri olmayan bedenleri.
Ancak her sayının ardında kesintiye uğramış bir hayat var. Çalınan bir gelecek.
Filistinliler merhamet istemiyor. Bizler tanınmak, insan olarak görülmek ve hikâyelerimizin doğru bir şekilde anlatılmasını istiyoruz - karartılmamasını, göz ardı edilmemesini veya silinmemesini. Bu sadece acılarımızın değil, aynı zamanda yaşamlarımızın, sevincimizin ve onurumuzun - insanlığımızın bütünlüğünün - hikâyelerini anlatmak anlamına geliyor.
Dünyanın Gazze'de amcam Mustafa'nın evini kaybettiğini bilmesini istiyorum - hayatını harcayarak inşa ettiği dört katlı, yedi daireli bir bina - Gazze'de yaygın olduğu gibi evlenebilmeleri, aile kurabilmeleri ve yakın kalabilmeleri için oğullarının her biri için bir tane.
Aralık 2024'te yıkıldı.
Amcam hayatını orada kurdu, tuğla tuğla, hayal hayal. Altı oğlunun ve 14 torununun gözlerinin önünde büyümesini izledi - her biri kahkahalar ve yaramazlıklarla, okul kitaplarında ve sessiz, gururlu anlarda anlatılan bir hikâye. Birlikte düğünleri ve doğumları kutladılar, ekmeği ve üzüntüyü paylaştılar ve zor zamanlarda kalplerindeki umutla dayandılar.
Her zaman bir hayal vardı: daha büyük bir ev, eğitim, barış. Sonra İsrail füzeleri tek bir nefeslik ateş ve dumanla her şeyi enkaza çevirdi.
Şimdi bir zamanlar var olanın tozu içinde oturuyor - yorgun ciğerleri ve kaybettiği her şeyin ağırlığını taşıyan bir kalbi olan yaşlı bir adam.
Yazarın amcası Mustafa'nın Gazze'deki evinin kalıntıları, Aralık 2024'te bir İsrail hava saldırısıyla yıkıldıktan sonra fotoğraflandı
O, 1948 Nekbe'sinden gelen mültecilerin oğlu. Ve şimdi, hayatında ikinci kez evinden oldu.
Sadece bir evi değil, bir zamanlar mutluluğun yaşandığı yeri kaybetmek ne anlama geliyor? İnşa ettiğiniz her şey - her gülümseme, her dua, her sessiz söz - kırık taşların altına gömüldüğünde nasıl devam edersiniz?
Komşumun 18 yaşındaki kızı Sadeel'in üniversite birinci sınıfta olması gerektiğini tüm dünyanın bilmesini istiyorum. Savaş yüzünden hala lisede, bir yıl geride kalmış durumda. Eskiden sınıfının en iyisiydi.
İki hafta önce bana, hayatından daha fazla yıl kaybetmemesi için yurtdışında bir üniversiteye başvurmasına yardımcı olabilecek birini tanıyıp tanımadığımı sordu. Sınıf arkadaşı dört hafta önce Bosna'ya gitmeyi başarmış ve şu anda orada okuyor.
Zeki, hırslı ve tıp eğitimlerine devam etmeyi hayal eden üç büyük kardeşi ise şimdi bir daha sınıf yüzü görüp göremeyeceklerini merak ediyor.
Filistinliler için eğitim sadece önemli değil. Her şeydir. Eğitim bizim gücümüz, umudumuz, umutsuzluğa karşı silahımızdır.
Sağır edici sessizlik
Dünyanın, kız kardeşimin soykırımdan dört ay sonra doğan bir yaşındaki oğlu Eşref'i bilmesini istiyorum.
Çadırlarda, kaosun içinde, hiçbir çocuğun bilmemesi gereken bir hayatın içinde doğdu. Toprakta oynuyor - oyuncaklarını, kıyafetlerini, minik ellerini kaplayan toprakla aynı toprak.
İçinde büyümesi gereken evi bilmiyor. Duvarlarının rengini, bir zamanlar sahip olduğu sıcaklığı asla hatırlamayacak. Tıpkı inşa ettikleri gelecek gibi o da yok oldu.
Bir zamanlar hayallerle dolu olan - ne olmak ve nereye gitmek istediklerinden bahseden - üç genç kız kardeşi şimdi sadece ne kadar yiyecek kaldığını ve ne kadar biriktirmeleri gerektiğini konuşuyor.
Çocuklukları gitmiş, onun yerini hayatta kalma mücadelesi almış.
Dünyanın bir soykırımdan sağ çıkmanın ne demek olduğunu bilmesini istiyorum - benim yaptığım gibi sadece ondan kaçmak değil, her gün onun ağırlığını taşımak.
İsrail ordusu Refah'ı işgal etmeden iki gün önce kocam ve üç küçük çocuğumuzla birlikte ayrıldık. Hayatlarımız için ayrıldık ama kalplerimizi geride bıraktık. Tüm ailem hala orada, ulaşamadığım, sadece uzaktan tanık olduğum bir kâbusu yaşıyorlar.
İnsanlar hayatta kalanların suçluluk duygusundan bahsediyor. Ama aileniz hala kaçtığınız kâbusu yaşarken hayatta kalmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar.
Bedenen hayatta kalmış olabiliriz ama ruhen asla.
Kahire'de, tepemden sivil bir uçak geçtiğinde donup kalıyorum. Ses çok yakın, çok tanıdık geliyor.
Gece boyunca asla uyuyamıyoruz. Haberleri kontrol etmek için tekrar tekrar uyanıyoruz, sevdiklerimizin yeni bir hava saldırısından kurtulduğu umuduna tutunuyoruz.
Yemek yemekten zevk almıyoruz. Eskisi gibi gülemiyoruz. Ve Kahire'de yasal statümüz olmadan, tanınmadan yaşıyoruz. Dünya bizi mülteci olarak görmüyor. Gerçek şu ki, dünya bizi hiç görmüyor.
Biz sadece sayılardan ibaret değiliz. Sadece kurban değiliz. Bizler isimleri olan, anıları olan, geleceklerini inşa eden insanlarız. Görülmeyi hak ediyoruz.
Bunları söyleyen ilk kişi ben değilim. Filistinliler onlarca yıldır dünyaya kendi hikâyelerini anlatıyorlar. Ancak bu soykırımın üzerinden neredeyse 20 ay geçmesine rağmen hala sesimiz duyulmuyor. Sessizlik devam ediyor - bombalardan daha yüksek, molozlardan daha ağır.
Nihayet insan olarak görülmemiz için daha ne kadar hayat kaybetmemiz gerekiyor?
* Alaa Rıdvan, Gazzeli Filistinli bir yazar, eğitimci ve çevirmen. İsrail soykırımı altındaki yaşam, siyasi adaletsizlik ve halkının direnci hakkında yazıyor - susturulmuş hikâyeleri güçlendiriyor ve kelimeler aracılığıyla gerçeği oluşturuyor.