Abbas Kabbari/Fokusplus
Soykırımı Yasallaştırma: İsrail’in Cezasızlık Stratejileri
İsrail kurulduğu günden bu yana, tüm dünyanın; halkların ve hükümetlerin bildiği üzere yalan ve aldatma konusunda ustalaşmıştır. Doğal olarak İsrail hükümeti, Filistin ve bölge halklarına karşı işlediği suçlar nedeniyle cezadan kaçmak için de bu yeteneklerini kullanıyor.
Bu bağlamda, İsrail’in aldatmacaya yönelik en son ve en cüretkâr girişimi, Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümet ve Adalet Bakanı Yariv Levin ile hükümetin yargı danışmanı Başsavcı Gali Baharav-Miara arasında siyasi bir krize neden oldu. Netanyahu ve Levin, Güney Afrika’nın Gazze’de soykırım yaptığı suçlamasıyla İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) açtığı soruşturmadan kaçmak için, Baharav-Miara’yı üst düzey ordu generalleri, siyasi yetkilileri ve güvenlik şefleri hakkında "göstermelik” ceza soruşturmaları açmaya zorladı.
Ancak Gali Baharav-Miara, gerçek olmayan bu soruşturmaların açılmasını reddederek, “bu tür cezai soruşturmaların açılması için yeterli yasal dayanak bulunmadığını” belirtti.
Netanyahu ve Levin’in önerisinin “sahte” ya da “göstermelik” bir ceza soruşturması açmak anlamına geleceğini ve kesinlikle UAD’yı aldatmayı amaçlayan bir soruşturma olacağını ifade etti. Aynı zamanda, İsrail yargısının ciddi ve adil olmaktan uzak görünmesine ve uluslararası yargı camiasının gözünde güvenilirliğini kaybetmesine neden olacağını da ekledi.
Bu tepkilerin ardından Netanyahu hükümeti, Gali Baharav-Miara hakkında verilen güvensizlik önergesini oy birliğiyle kabul etti. İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararına karşı attığı adımlarda da aynı şeyi tekrarladı. Hükümet mahkemeye sunduğu savunma notunda liderlerine yönelik suçlamaları kendisinin soruşturabileceğini bildirdi ve İsraillileri soruşturmaya devam etmenin “devlet egemenliğinin ihlali” olduğunu öne sürdü.
Soykırımı yasallaştırmak
Yahudi ırkını tüm insanlardan üstün gören İsrail zihniyeti, bir askerin işlediği cinayet ve soykırım eylemlerinden dolayı yargılanmaması gerektiğine inanıyor. Bu durum, İsrail hükümetinin askerlerin uyduğu “ateş açma emirlerini” değiştirmesinde de görüldü. İsrail işgal ordusu, Filistinlinin kendilerine karşı düşmanca bir eylemde bulunacağından şüphelendikleri ya da bundan endişe duydukları için ateş açma yetkisine sahipler. Askerlerin sivilleri öldürmesine cezasız bir şekilde izin veren ve “gevşek bir standart” olarak görülen bu izin, ordunun Filistinlilere karşı öldürme mekanizmalarını yaygın olarak kullanmalarına olanak sağladı.
Söz konusu bu durum, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından 2017 yılında yayınlanan resmi bir raporda kanıtlandı. HRW’nin raporuna göre, dönemin İsrail Kamu Güvenliği Bakanı Gilad Erdan, basının askerlere yalnızca şüphe veya tehlike hissi halinde Filistinlileri öldürmeleri yönünde talimat verilip verilmediğine ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi:
“Elbette bu durum koşullara göre değişir. Ancak İsrail polisinin, kendisi veya başka bir vatandaşa yönelik bir tehlike hissettiği anda talimatlara uygun olarak ateş etmesi gerektiğine dair açık talimatlar var. Bu çok açık. Hiçbir vatandaşı ya da polis memurunu tehlikeye atmak istemiyoruz. Ayrıca, zarar verme niyetinde olan herhangi bir saldırgan, muhtemelen saldırıdan sağ çıkamayacağını bilmelidir.”
Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir de geçtiğimiz dönemlerde Filistinli mahkumlara yemek vermek yerine kafalarına kurşun sıkarak infaz etme isteğini dile getirdi. Daha sonra da bu fikrini, Filistinli mahkumlara idam cezasını öngören bir yasa tasarısına çevirdi.
İsrail’in iç soruşturma amacı korumak mı, yargılamak mı?
İsrail merkezli insan hakları örgütü B’Tselem Aralık 2023’te, İsrail askerlerini Batı Şeria’daki Fara’a kampına düzenledikleri baskın sırasında kontrol edemedikleri iki kişiyi yakın mesafeden ateş ederek öldürmekle suçladı. Örgüt, Rami Candoub ve Thaer Şahin adlı iki Filistinlinin öldürülmesini belgeleyen bir video da yayınladı.
İsrail işgal ordusu, 8 Aralık’ta meydana gelen olayla ilgili suçlamanın ardından, “olay sırasında yasalara aykırı olarak ateş edildiği şüphesiyle” soruşturma açıldığını ve sonuçların askeri savcılığa sevk edileceğini belirtti. Bazıları, soruşturmalar tamamlandıktan sonra suçu işleyen askerin mahkum edilme olasılığı göz önüne alındığında, ordunun bu yaklaşımını takdire şayan bulabilir.
Ancak İsrail ordusu tarafından yürütülen soruşturmalar, söz konusu askeri mahkûm etmek değil, onu korumak ve kollamaktan başka bir şey değildir.
Örneğin 2016’da yaşanan bilinen bir olayda, Yafa Askeri Mahkemesi, Çavuş Elor Azaria hakkında Filistinli sivil Abdulfettah Şerif’i yaralı olmasına ve kimse için tehlike arz etmemesine rağmen vurarak öldürdüğü gerekçesiyle bir iddianame hazırladı.
Ancak bu davada öldürme kastına rağmen, mahkeme “kasıtsız adam öldürme” suçundan 9 ay gibi hafif bir hapis cezası verdi, ki bu da soruşturmaların askere mahkumiyetten ziyade dokunulmazlık sağladığının bir göstergesi oldu.
Münferit olaylar mı, sistematik soykırım mı?
İsrail’in cezadan kaçmak için yaptığı bir diğer hile de Filistinlilerin öldürülmesini “münferit olaylar” olarak göstermesidir. Bu, daha önce binlerce kişinin ölümüne yol açan Sabra, Şatilla ve Deir Yassin katliamları da dahil olmak üzere Nekbe savaşları sırasında Filistin köylerinde işlenen soykırımdan sıyrılmak için kullanılan bir yöntemdir.
O zamanlar bunların bireysel olaylar veya “resmi olmayan” yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen olaylar olduğu iddia edilmişti. Netanyahu’nun Gazze savaşında tekrarlamaya çalıştığı şey de tam olarak budur.
İsrail bu yolu izleyerek, soruşturma komisyonları ya da davalarla, karar alma mekanizmasından uzak olan bazı generalleri, yetkilerini kötüye kullandıkları ya da emirleri yanlış yorumladıkları kasıtsız eylemler ya da münferit olaylar nedeniyle aklamaya ya da mahkûm etmeye çalışıyor.
İsrail’in suçlarının gerçek tanımı, Güney Afrika’nın UAD’de açtığı davada ele aldığı gibi, “Filistin ırkını” ortadan kaldırma arzusuyla kasıtlı olarak işlediği sistematik soykırımdır.
Bu bağlamda, Güney Afrika’nın Lahey Büyükelçisi Vusi Madonsela, UAD’deki duruşmanın açılış konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı:
“İsrail, Gazze’deki eylemlerine karşı uluslararası toplum tarafından harekete geçilmemesi nedeniyle uluslararası hukuka saygı göstermekten muaf olduğuna dair yanlış bir inanca sahip. Bu kurumsallaşmış cezasızlık, İsrail’i insanlığın vicdanını şoke eden bu soykırıma sürükledi.”
Öte yandan, İsrail’in iddia ettiği bir diğer taktik de meşru müdafaa hakkıdır.
Söz konusu duruşmada Güney Afrika’nın görüşlerini aktaran uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. Vaughan Lowe ise bu konuda şunları söylemişti:
“Bir devletin meşru müdafaa hakkı ona sınırsız şiddet uygulama hakkı tanımaz. Meşru müdafaa soykırımı meşrulaştıramaz. Soykırım yasağı mutlaktır, uluslararası hukukun emredici bir normudur.”
Aynı zamanda İsrail’in Gazze’yi “haritadan silme” yönündeki açık hedefinin gerçekleşmek üzere olduğunu vurgulayan Lowe, korkunç suçlara ve vahşete ilişkin ek kanıtların ise “kelimenin tam anlamıyla yok edildiğini” belirtmişti. Bunun da söz konusu suçları işleyenlerin sicilini etkili bir şekilde temizlediğini ve adaleti alay konusu haline getirdiğini sözlerine eklemişti.
Uluslararası yargılama mekanizmaları ve cezasızlık
UCM’nin oynadığı role saygı duyulduğuna ve savaş suçlularının izini sürme çabalarının takdir edildiğine dair hiç şüphe yok. Ancak, UCM’yi kuran Roma Statüsü ile ilgili olanlar da dahil olmak üzere, suçluların cezasız kalmasına yol açan bazı boşluklar bulunuyor.
Roma Statüsü, ilgili devletin suçluları soruşturmaya başlaması halinde mahkeme önündeki bir davanın kabul edilemez olduğunu öngörüyor, bu da sanıklar için cezasızlığa yol açıyor. Özellikle mahkeme, ilgili devletin suç işleyen kişiyi yargılamaya karar vermesi halinde davayı yürütmekten kaçınması, şüphesiz ki suçluların uluslararası hesap verebilirlikten kurtulmasına kapı aralıyor.
Bir başka mesele de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) veto mekanizmalarında bulunmasıdır ki, bu durum soruşturmanın en başından itibaren açılmasını engelleyebilir. Dahası BMGK, alınan kararları uygulamaktan da kendisi sorumludur.
"Burada, adalet, hakikat ya da soykırımla mücadele gibi temel ilkelerden ziyade, daha çok ilişkiler ve çıkarlar ile BMGK’yı kontrol eden, uluslararası toplumda karar alma mekanizmasına hâkim olan 'beş daimi üyeye' yakınlıkla şekillenen, uluslararası dava mekanizmalarının siyasi olarak kontrol edilmesiyle başka bir boyut ortaya çıkmaktadır."
Bu da İsrail’in önemli ilerleme kaydettiği, hatta “aslan payına” sahip olduğu bir konudur.