Ateş ve nar... İran’ın simgeleri... Tutkulu bir romantizm. Yasın ve ağıtların kurduğu yüksek sözler ve yeminler üzerinde yükselen bir medeniyet.
Dışarıdan baktığınızda her zaman şaşırtıcı, içerden bakıldığındaysa hayatın ayrılmaz bir gündeliği gibi; “Seninle aynı fikirde olmayabilirim ama söz Ehli Beyt’e gelip dayandığında tüm küskünlüklerimi unutup seninle koyun koyuna ölebilirim...”
Haşiminejad bunları güzel bir Türkçe ile tane tane anlatıyor, Eczacılık Fakültesi’ni İstanbul’da okumuş, benimle akran, lacivert bir çador giyiniyor. Halepçe katliamında henüz bir talebeyken bölgede gönüllü olarak görev almış. Büyükannesi Azeri Türkmenlerinden. İran nüfusunun % 35’i Türkmen kökenli olduğu halde sorulduğunda hemen hepsinin verdiği cevap aynı: “İranlıyım...” Bu kuvvetli aidiyet hissi sadece İran Devrimi müntesiplerine has bir şey değil, devrim sonrası ülkelerini terk eden devrim karşıtlarına, hatta son imparatoriçe Farah Diba’nın diline dahi hakim bir vurgu: “Ben İranlıyım...” Gülerek devam ediyor Haşiminejad; “1979’da İran tüm dünyayı şaşırttı ya, o günden beri hâlâ sizi şaşırtmamızı bekliyorsunuz...” Devrimin 30. yıl kutlamalarında eskinin zorlu günlerini hiç hatırlamayan gençlerin sayısı oldukça kalabalıktı. Savaş sonrası Irak tarafından acımasızca imha edilmiş, pek çok bölgesinde ABD destekli kimyasal silahlar kullanılmış, üstüne üstlük dünya çapında bir ekonomik ambargoyla kuşatılmış İran, devrimin 30. yılında hâlâ ayakta ve hâlâ gücünü kendi nüfusu ve inanç dinamikleri üzerinden kanıtlamakta... “Savaş ve ambargo evet çok kötüydü ama tıpta, özellikle ortopedik cerrahide ve kimyada bu kadar atılım yapamazdık, her şeyi kendimiz üretmek zorunda kaldık” diyor Haşeminejad. Buna bir de Ahmedinejad yönetimiyle daha da sıkılaşan nükleer program ve İsrail karşıtı gerilimci söylem eklenince, evet dışarıdan bakıldığında yükü ağırdır İran’ın... “Ben Hatemi’yi destekliyorum” deyince de yine gülüyor: “Hepsi bizimdir...”
Şüphesiz ki İran, Tahran’dan ve hatta daha da belirginleştirecek olursak, Tahran’ın kuzey kısmından ibaret değildir. İran, Tahran caddelerini otoparka dönüştüren trafik yoğunluğunda şoför koltuğunda oturan başını zoraki bağladığı sarıya boyanmış krepe saçları ve tırnakları uzun kırmızı ojeli kadınlardan da ibaret değil şüphesiz... Meşhed’i, Şiraz’ı, İsfehan’ı, Kum’u hesaba katmayanlar, işte yine şaşırdı... İran’a dair umutsuzluğunu kadınların çadorlarına bağlayanlar, İran’a dair umutlarını kadınların örtülerinden çıkardıkları boyalı perçemlerine bağlamakla yine ucuz bir işe kalkıştılar... Bu, oldukça yüzeysel bir bakış. Çünkü 30. yılını doldurmuş İran Devrimi, kendi içindeki tartışmayı, özeleştiriyi ve muhalefeti zaten dış zorlamalar ve iğvalar olmadan da gerçekleştiren bir yapıyı haiz. Bunu kimse görmek istemiyor. Batı’nın tiran ve diktatör dediği Ahmedinijad’a “taşkafa” yazılı pankartları asan aynı genç öğrenciler Muharrem Yası’na giren, “İranlıyım” derken gurur duyan kişiler. Son seçimleri niçin ülke içi bir demokrasi tecrübesi olarak değil de illa rejim meselesi olarak görmekte ısrar ediyoruz?
Reformist diye işaretlediğimiz Musavi, sözcüsü olduğu “yeşil rasyonalizm” diskurunu; “peygamberimizin ve ehlibeytinin sevgisi” bağlamında kuran bir kişi. Üstelik İmam Humeyni’nin takım kaptanlarından, uzun yıllar onun döneminde başbakanlık yapmış devrimin birinci nesil çekirdek kadrosundandır. Bu Musavi’den mi bekliyoruz İran İslam Cumhuriyeti’nin çökertilmesini?
Ya Radikallerdendir diye işaretlediğimiz Muhsin Rızai için ne demeli? 16 yıl boyunca Devrim Muhafızları’nın başkanlığını yapmış birisidir ve seçim kampanyalarında kendisini en çok destekleyen kişi bir kadındır: Leyla Burucerdi. İmam Humeyni’nin torunu...
Bu şartlar altında ne diyeceğiz İran’a? Humeyni’nin komutanı ile Humeyni’nin torununun karşı karşıya geldiği bir yarışmada, niçin ve nasıl Humeyni’nin kaybetmesini bekliyoruz?
Bizde güzel bir halk sözü vardır, düğünlerde söylenen: “Oğlan bizim kız bizim, çatlasın kaynanası”, der coşarız... Bugünkü İran’da birbiriyle yarışan hem radikal hem reformist tüm adaylar, unutmayalım ki Humeyni’nin ve dolayısıyla Devrim’in çocuklarıdır... Yani İran’da oğlan bizim kız bizimdir, çatlasın Robert Fisk mi diyelim? Eh çatlasın vallahi ne diyelim...
İran seçimleri, ne kadar çok hareketli ve tartışmalı geçerse geçsin kazanan İran halkıdır. Seçim Ahmedinijad ile Musavi arasında geçmiyor. Humeyni ile Humeyni arasında geçiyor, bunu fark edelim...
Obama’nın İstanbul ve Kahire konuşmalarına bel bağlayıp, bol keseden çok harcırahlı renkli kadifeli kontra devrimlere alışık tüm kolaycıların başı sağolsun...
VAKİT