Prof. Dr. Ramazan Yıldırım/Sabite.org
Osmanlı Hilafetinin İlğasının Mısır'daki Yansımaları
İslam tarihinde yönetim konusundaki en köklü değişiklik hilafetin ilgasıyla birlikte yaşandı ve bu değişiklik doğal olarak geleneksel Sünnî siyaset teorisinde yeni bir çığır başlattı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1924 yılında Hilafeti ilga etmesi, İslam tarihi boyunca sembolik de olsa devam ede gelen bazı kurumlar üzerinde yeniden düşünmeye ve tartışmaya yol açtı. Bu tartışmalardan çalışmamızı ilgilendiren boyut, hem hilafeti kaldırmak isteyenlerin hem de hilafeti savunanların din dilini kullanmaları hususudur. Artık hilafet, iktidar konusunda birbiriyle mücadele eden iki tarafın görüşlerini meşru bir zemine oturtmak için dinî argümanlar kullandığı dinî-sembolik bir mesele olmuştur. Dönemin müslüman düşünürleri, yönetim konusunda farklı düşünceler ileri sürerek genel anlamda iki akımın oluşmasına sebep olmuştur. Bu akımlardan biri hilafeti var olduğu şekliyle savunurken diğeri de mevcut yapıya alternatif bulma çabasını vermiştir.
Hilafetin ilgasıyla birlikte başta Mısır ve Hindistan olmak üzere İslam dünyasının hemen her bölgesinde yeni yönetim arayışları ve tartışmaları başlamıştır. Alternatif yönetim arayışları ve tartışmalarını hilafetin ilgası öncesi ve sonrası olmak üzere iki ayrı döneme ayırmak mümkündür. Hilafetin ilgası öncesi önerilen alternatif modelin (saltanatsız hilafet modeli) merkezine Seyyid Bey tarafından dile getirilen görüşleri yerleştirmek mümkündür. Hilafetin ilgası sonrası dönemin ise en önemli tartışmalarını başlatan ve laikliğin dinî argümanlarla yapılmış bir savunusu olarak değerlendirilen Ali Abdurrazzık tarafından kaleme alınan el-İslâm ve Usulu’l-Hükm isimli kitapta dile getirilen görüşlerdir.
Hilafetin ilgasının ardından Mısır’da hilafet ve din-siyaset ilişkilerindeki tartışmaları alevlendiren Ali Abdurrazık, dinin siyaset alanıyla ilgili hiçbir hükmünün bulunmadığını, hilafet kurumunun, müslümanların tarihsel siyaset geleneği olduğunu belirtmiş ve hilafet kurumuna ihtiyaç olmadığını dile getirmiştir. Bu görüşleriyle tüm İslam dünyasında büyük tartışmalara sebep olan Ali Abdurrazık, Ezher tarafından kurulan ve birçok ulemanın yer aldığı mahkeme tarafından yargılanmış ve diplaması iptal edilerek görevine son verilmiştir. Ezher kurumu, Abdurrazık hakkında verdiği kararla din devleti tezini savunmuştur. Ezher ulemasının verdiği bu kararın dönemin şartlarını göz önünde bulunduran siyasî bir karar olduğu aynı kurumun, görüşlerinde bir değişiklik görülmeyen Abdurrazık’a itibarını iade etmesinden anlaşılmaktadır.
Abdurrahman Kevakibî, din ile devlet otoritesinin ideal anlamda tek kişide temsil edildiği dönemin ilk dört halife devri olduğunu belirtmiş ve sonraki dönemlerde saltanatın dine baskın geldiğini dile getirmiştir. Kevakibî, Osmanlıların temsil ettiği hilafet anlayışına alternatif bir hilafet sistemi ileri sürmüş ve Arap-Kureyş faktörünü bu sistemin merkezine almıştır. Reşid Rıza, hilafetin önemini vurgulamak için bir eser kaleme almış ve hilafetin gerekliliğini ispat etmek için yoğun bir şekilde hadisleri ve icmaı kullanmıştır. Hilafet kurumunun gerçek anlamda ihyâ edilmesinden ümidini kesen Reşid Rıza, İslam devleti kavramını ortaya atar ama içeriği hakkında fazla bilgi vermez. Ona göre; gerçek anlamdaki bir hilafetin ihyâsı din ve şeriatın ihyâsına bağlıdır. Abdurrezzak Senhurî, hilafet meselesini akademik bir çalışmaya konu eden ilk kişidir. Fransa’da doktora tezi olarak hazırladığı çalışmasında hilafeti, İslamî hükümet kavramıyla eşanlamlı kullanan Senhurî, halifenin ilahî otoritenin temsilcisi olmadığını ve kendisini seçen ümmeti temsil ettiğini dile getirir. Senhurî, hilafetin amacını İslam dünyasının birliği olarak açıklamıştır(1).
Hilafetin ilgasıyla birlikte başlayan tartışmalara dönemin ileri gelen azı şahsiyetleri söz konusu bu görüşleriyle katılırken kurumsal düzeyde de Kahire Hilafet Kongresi, bu kongrenin hazırlık süreci, katılımcılar ve dile getirilen görüşler önem kazanmaktadır.
1. Hilafet Kongresine Duyulan İhtiyacın Gerekçeleri ve Hazırlık Süreci
Osmanlı hilafetinin tamamen ilga edilmesi, hilafet meselesi hakkında oluşan gündemi daha da alevlendirmiş ve kimi çevreler, Abdulmecid Efendi'nin hilafetinin hâlâ devam ettiğini söylerken Mısır ulemâsı 15 Mart 1925 tarihinde yayımlamış olduğu bir bildiriyle bu hilafetin geçersiz olduğunu kamuoyuna açıklamıştı. Ezher Şeyhi başkanlığında bir araya gelen bu heyet, hilafet meselesinin tüm boyutlarıyla tartışılarak istenilen sonuca ulaşılması için bir kongre düzenleme çağrısında bulunmuştu. Bu çağrının gereğini yerine getirmeye çalışan Mısır ulemasının girişimiyle Kahire'de düzenlenmesine karar verilen Hilafet Kongresi için Ezher Şeyhi Muhammed Ebu'l-Fadl başkanlığında 22 kişiden oluşan bir idare heyeti oluşturulmuş ve Kongre genel sekreterliğine Şeyh Hüseyin Vâlî getirilmişti. Kongre sekretaryası, tüm İslam dünyasındaki ilgili çevrelerle temasa geçerek Müslüman halkların, temsilcilerini seçmelerini ve bu temsilcilerin 1925 yılının Mart ayında Kahire'de gerçekleştirilecek olan Kongre'ye katılmalarını istiyordu. Hilafet Kongresi hakkında geniş çevreleri bilgilendirmek ve aralarındaki iletişimi sağlamak amacıyla bir yayın organına ihtiyaç duyulmuş ve Mecelletu'l-Mu’temeri'l-İslamiyyi'l-âm li'l-Hilâfe bi-Mısr ismini taşıyan derginin yayımlanmasına karar verilmiştir. Aynı zamanda Kongre sekretaryasında da bulunan Muhammed Ferac el-Minyevî bu derginin yayın yönetmenliğine getirilmiştir.
1924 yılının Ekim ayından 1926 yılının Şubat ayına kadar toplam dokuz sayı yayımlanan dergi, bir taraftan hilafet meselesi hakkında kamuoyu oluşturmaya çalışırken diğer taraftan da hilafet konusundaki farklı yaklaşımları gündeme getirerek bir tartışma platformu görevi yapmayı amaçlamaktadır. Hüseyin Vâlî, derginin ilk sayısında kaleme aldığı sunuş mahiyetindeki yazısında derginin, hilafet kongresine katılacak delegelerle İslam dünyası arasında bir bağ oluşturmayı ve kongre öncesinde hilafet meselesi hakkında Müslümanlar arasındaki düşünsel yardımlaşmayı hedeflediğini söylemektedir(2).
Hilafet Kongresi'nin idare heyeti içinde bulunan Reşid Rıza, derginin ilk sayısında yayımlanan “Ve’temirû beynekum bi ma‘rûfin” (3) başlıklı yazısında İslam'ın değişik ırklara mensup olan tüm insanlara adâletle yaklaştığını, insanlar arasındaki üstünlüğün ölçüsü olarak ilim ve ameli esas aldığını, bundan dolayı da Arap dışındaki ırklara mensup olan Ebû Hanîfe ve İmam Buhârî gibi şahısların hadis ile fıkhın en büyük imamları olduğunu, ayrıca Türk kökenli Nureddin Zengî ile Kürt kökenli Selahaddin Eyyûbî'nin yönetim konusunda Kureyş soyuna mensup birçok halifeden daha üstün olduklarını dile getirmiştir (4).
Reşid Rıza'nın hilafet kongresinin önemini dile getirmek için kaleme aldığı bu yazısında Arap olmayan diğer ırklara vurgu yapması ve hilafet için ‘Kureyşîlik’ şartı ekseninde meseleye bakmaması önemlidir. Reşid Rıza, bu yaklaşımıyla nesebinin Kureyş'ten olduğunu söyleyerek halife iddiasında bulunan Mekke Emiri Hüseyin b. Ali'yi ‘Hicaz Tağutu’ şeklinde nitelemiştir. Reşid Rıza'ya göre; bu kongre Cemaleddin Afganî'nin Abdulhamid'e kabul ettirmek istediği ıslah ve İslam birliği projesinin hayata geçirilmesidir. Kongre'nin tarihte ilk kez din ve dünya işlerini bilen saygın ilim adamlarının katılacağı ve sorunlarını tartışacağı bir platform olacağını dile getiren Reşid Rıza, kongreye katılacak olan delegelerin gerçekleştirmek zorunda oldukları iki hususu gündeme taşır. Bunlardan birincisi; hilafetin teorik temellerini tespit ederek İslamî bir hükümetin ilkelerini belirlemek, İslam hukukunun sosyal ve ekonomik tüm alanlardaki üstünlüğünü ortaya koymak, dinin hedefleri ve dünyanın maslahatlarıyla uyum arz eden, bölgesel siyasî, mezhebî ve ırkî meselelerden uzak kalarak gerçek anlamda bir kardeşlik dayanışmasını hedefleyen eğitim ve öğretim modeli oluşturmaktadır. İkincisi ise, Müslümanlar için bir halife ve imam seçmektir (5).
Derginin yayın yönetmeni Muhammed Ferac, derginin birinci sayısı için yazdığı yazısında Hilafet Kongresi'ne olan ihtiyacı dile getirmiştir. Ayrıca Ona göre, bu Kongre'nin Kahire'de yapılması gerekmektedir. Bunun için pek çok gerekçe sıralayan Ferac, Mısır'da din eğitimi veren kurumların Arap diline ve Kur’ân'a yapmış oldukları büyük hizmetleri, Mısır'ın tüm âlimlerin ve filozofların düşlerindeki kâbe oluşu gibi hususları öne çıkarmıştır. Müslümanlar arasında düzenlenecek olan bir kongrenin potansiyel aday mekânlarından biri olma özelliği taşıyan Mekke'ye karşı Mısır'ın üstünlükleri sayılırken ‘ilmin kâbesi’ vurgusu yapılarak Mısır'ın bu konumu için jeopolitik sebeplerin yanı sıra dinî gerekçeler de dile getirilmiştir(6).
İslam dünyasında ilk defa gerçekleştirilecek olan geniş katılımlı bir hilafet kongresine yapılan çağrı tüm Müslümanlar arasında beklenen yankıyı buldu. Kongre dergisi Filistin, Türkiye ve Hindistan'da yayımlanan gazetelerde kongreyle ilgili çıkan yazıları bu yankının bir örneği olarak okuyucularına duyuruyordu. Ayrıca Arap dünyası ve diğer bölgelerdeki yöneticiler de Kongre sekretaryasına gönderdikleri telgraflarla hem memnuniyetlerini belirtiyor hem de bölgesel sorunlarını dile getiriyorlardı. Necd Sultanı Faysal b. Abdulaziz, Kongre Genel Sekreteri Hüseyin Valî'ye gönderdiği telgrafta, kongrenin önemini dile getirerek Necd halkının bu girişimi desteklediğini belirtiyor ve İslam dünyasına yönelik söylediği, “Hilafet, sembolik olarak görülen manevî bir makam değil, bütün Müslümanların yerine getirilmesinde hak sahibi oldukları yüce bir görevdir. Hiçbir grup veya millet, diğer milletlerin görüşünü almadan bu görevi kendi tekeline alma hakkına sahip değildir. İşte bu sebepten dolayı tüm İslam milletlerinin rızasını almadığı ve layık bulunmadığı halde bu makamın kendi uhdesinde olduğunu söyleyerek kendisini halife ilan eden Hüseyin b. Ali'ye karşı çıktık.” sözleriyle hilafet kongresini siyasî rakibi olan Şerif Hüseyin'e karşı bir platforma dönüştürme isteğini açıkça ortaya koymuştur(7).
(1) Hilafetin ilgası sürecinde ve sonrasında yapılan tartışmaların teolojik temelleri hakkında bakınız. Ramazan Yıldırım, 20.Yüzyıl İslam Dünyasında Hilafet Tartışmaları, İşaret Yayınları, İstanbul-2016.
(2) Mecelletu'l-Mu’temer, Ekim 1924, Sayı: I, s. 2.
(3) Reşid Rıza, Talâk Sûresi'nin boşanma hukukuyla ilgili olan 6. ayetin boşanan koca ile karının birbirleriyle güzellikle konuşup anlaşmalarını emreden kısmını yazısına başlık olarak kullanmıştır.
(4) Mecelletu'l-Mu’temer, I/4.
(5) Reşid Rıza, “Ve’temirû bi ma‘rûfin”, Mecelletu'l-Mu’temer, I/12.
(6) Mecelletu'l-Mu’temer, I/18-19.
(7) Mecelletu'l-Mu’temer, Kasım 1924, II/54.
Hilafet kongresine hararetle ilgi duyan diğer bir çevre de Filistin siyasî partileridir. Mesela Filistin Vatan Partisi ve Filistin Çiftçiler Partisi genel başkanları Kongre sekretaryasına gönderdikleri telgraflarda ulemâ heyetinin aldığı ve bundan sonra alacağı kararlara gönülden bağlı olduklarını, hilafet meselesinin çözüme kavuşturulması için bir kongre düzenlemeye ilişkin kararı ümmetin ortak iradesi kabul ettiklerinden dolayı kongreye katılacaklarını belirtmişlerdir. Diğer taraftan Bosna Şer‘î Mahkeme Kâdısı Muhammed Efendi, bölgenin ileri gelen âlimlerinden Muhammed Cemaleddin Efendi'yle birlikte kongreye katılacaklarını belirtiyor ve kongrede takip edilecek metot ve İslam dünyasının diğer bölgelerinden gelecek olan delegelerin nasıl tespit edildiği ve kimler olduğu hakkında bilgi istiyordu. Singapur'dan gönderilen Arafat b. Mansur imzalı bir telgrafta Singapur'da yaşayan Müslümanların kongreyi düzenleyecek olan ulemâ heyetine bağlı oldukları ve heyetin alacağı tüm kararları kabul edeceği belirtiliyordu(8).
Kongre heyetine dünyanın değişik bölgelerinden gönderilen bu telgraflardan anlaşıldığı gibi, Osmanlı hilafetinin kaldırılmasından sonra İslam dünyasının tüm dikkatleri Kahire'de düzenlenecek olan Hilafet Kongresi'ne çevrilmiş ve Müslümanlar, hilafet meselesinin bu kongrede olumlu bir şekilde çözüme kavuşturulacağı beklentisi içine girmiştir.
(8) Mecelletu'l-Mu’temer, II/59.
2. Hilafet Kongresinin Ertelenmesi ve Gerekçeleri
Sudan'ın sömürge valisinin öldürülmesinden sonra Mısır siyaset çevreleriyle İngiliz yönetimi arasında ortaya çıkan siyasî gerginlik, Mısır hükümetindeki bazı bakanların değişmesi ve Hicaz olaylarına son vermek amacıyla Mekke'de düzenlenmek istenen kongrenin, Kahire'de düzenlenecek olan hilafet kongresinin bir alternatifi olarak değerlendirilmesi gibi hususlar hilafet kongresine gölge düşüren olayların başında geliyordu. 17 Ocak 1925 tarihinde bir araya gelen Hilafet Kongresi İdare Meclisi, kongrenin ilan edildiği tarihte yapılıp yapılmayacağını görüşmüş ve kongreye gölge düşüren olaylar olarak aktardığımız meselelerin yanı sına hilafet konusunda farklı beklenti ve isteklere sahip çevreler arasında bir mutabakatın sağlanamamasını da göz önünde bulundurarak kongrenin bir yıl ertelenmesini kararlaştırmıştır. Hilafet Kongresi'nin bir yıl ertelendiğinin Arapça, Osmanlıca, Farsça, İngilizce ve Fransızca olarak Kongre Genel Sekreteri Hüseyin Valî imzasıyla kamuoyuna duyurduğu karar metninde ertelenme sebebi için şu üç husus gösterilmekteydi:
a.İslam dünyasının değişik bölgelerinden gelen mektuplardan hilafetin mahiyeti ve şartları gibi teorik konularda tüm Müslümanlar arasında ortak bir anlayışın sağlanması için girişimlerde bulunulmasına ihtiyaç olduğu, kongreye katılacak olan delegelerin taşıması gereken şartların açıklanması ve kongre öncesi bilinmesi zorunlu olan hususların belirtilmesi gibi konular hakkında açıklanma istenmekte ve bu sorunların giderilmesi için Kongre İdare Heyeti'nin çalışmalarda bulunması talep edilmekteydi. Kongre İdare Heyeti, bu talepleri göz önünde bulundurarak bazı bölgelere heyetler göndermeyi kararlaştırmış ve bunun için de zamana ihtiyaç duymuştur.
b. Hilafet Kongresi'ne mutlaka temsil edilmesi gereken Hicaz bölgesi bir iç savaş halini yaşamakta ve bu savaşın ne zaman sonuçlanacağı bilinmemektedir. Hem Hicaz bölgesinin hem de Arap yarımadasının diğer bölgelerinin kongreye katılabilmeleri için bölgedeki bu savaşın bitmesi ve siyasî istikrarın sağlanması gerekmektedir.
c. Hilafet Kongresi'nin tüm yükünü omuzlayan Mısır, ülke çapında yapılacak olan bir genel seçim işiyle uğraşmaktadır ve bu durum kongreyi olumsuz etkileyecektir(9).
Hilafet Kongresi'nin bir yıl ertelendiğinin duyurulduğu söz konusu dergide Abdulbaki Surur tarafından kaleme alınan bir yazıda, hilafet meselesinin dinî önemi dile getirilerek, Kongre idaresinin bu dinî görevi yerine getirmek için yoğun bir şekilde çalıştığını ve bu süre içerisinde Müslümanların halifesiz kalmalarının dinen bir sakınca doğurmayacağı belirtilir. Surur'a göre Müslümanların bugün içinde bulunduğu durum, Moğol istilasıyla ortadan kalkan Abbasî hilafetinden sonra Müslümanların üç yıl boyunca halifesiz kaldıkları döneme benzemektedir. O zaman da Mısır, Müslümanların bu problemine el atarak Kahire'ye gelen Abbasî soyuna mensup bir kişiyi halife tayin ederek Müslümanları bu sıkıntılı durumdan kurtarmıştı(10).
Kongre öncesi hilafet meselesi hakkında yazılan yazılarda hilafetin sahip olması gereken misyonun ne olacağı konusu gündeme getirilerek konuyla ilgili beklentiler açıkça ortaya konulmaktaydı. Meselâ “el-Hilâfe ve'l-furûdu'l-kifâye” başlığı altında kaleme alınan bir yazıda, ümmetin yerine getirmek zorunda olduğu farz-ı kifâyelerin neler olduğunun tespiti yapılıyor ve bunların yerine getirilmesinin ancak halife tarafından mümkün olacağı, çünkü bunların halifenin görevleri arasında yer aldığı belirtiliyordu. Halifenin yerine getirmek zorunda olduğu bu görevler; her yıl hac mevsiminde gerekli organizasyonu yaparak hacıların ihtiyaçlarını karşılayıp onların güvenliğini sağlamak, din ilimlerinin eğitimi için gerekli tüm imkânları hazırlamak, toplumun ekonomik açıdan ihtiyaç duyduğu önemli meslekleri ve bunların altyapısını oluşturan sanayiyi geliştirmek, insanlar arasında adâleti temin etmek için ma‘rûfu emredip münkerden alıkoymak şeklinde sayılmaktaydı(11).
(9) Mecelletu'l-Mu’temer, Ocak 1925, IV/83-84.
(10) Surur, Abdulbaki, “Havle Te’cîli'l-Mu’temer”, Mecelletu'l-Mu’temer, Ocak 1925, IV/112.
(11) Surur, “el-Hilâfe ve'l-furûdu'l-kifâye”, Mecelletu'l-Mu’temer, Ocak 1925, V/152.
3. Kongre Sürecinde Farklılaşan Talep ve Beklentiler
13 Mayıs 1926 tarihinde Kahire'de gerçekleştirilmek istenen Hilafet Kongresi için Ezher Şeyhi Muhammed Ebu'l-Fadl tarafından kaleme alınan davet yazısı değişik dillere tercüme edilerek ilgili taraflara gönderilmişti. Bu davet yazısında bir yıl önce düzenlenmesi gereken Kongre'nin ertelenme sebepleri üzerinde duruluyor ve Hicaz bölgesindeki savaşın sona erdiği, gerekli tüm hazırlıkların yapıldığı belirtiliyor ve Kongre'nin önünde hiçbir engelin kalmadığı açıklanıyordu. Kongre başkanı, delegeleri “din lisanıyla” davet ettiğini, yaşadıkları bölgeler farklı da olsa Kongre'nin Müslümanların birliği için bir sembol olduğunu belirtir ve bu davetini, “Ey iman edenler! Allah ve Resul'ü, sizlere hayat verecek olana çağırdığı zaman kabul edin.(12)” ayetiyle temellendirmeye çalışmıştır.
Hilafet kongresinin tarihi yaklaştıkça Kongre için iki yıl öncesinden belirlenen hedeflerin artık yüksek sesle dile getirilmediği görülmektedir. Kongre'de bölgesel sorunların dile getirilmemesi ve diğer Müslüman halkların içişlerine müdahale anlamına gelebilecek bir tavır içinde bulunulmaması temennisi de dile getirilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki hilafet meselesi, hem Müslümanları ilgilendiren en önemli mesele olma özelliğini yitirmiş hem de başka Müslüman halkların bir iç meselesi olmanın ötesinde bir hüviyete bürünmüştür(13).
Mısır siyasî ve dinî çevrelerinin hilafet hakkındaki hamasetlerinin sönmeye yüz tutmasının en önemli sebebi, diğer toplum ve devletlerin Mısır'ın hilafeti savunmak istediği izleniminden hareketle Kongre'ye karşı isteksiz davranmaları ve bu konudaki kuşkularını dile getirmeleridir. Bu çevreler, Ezher ulemâsının Mısır'ı hilafet merkezi haline getirip Kral Fuad'ı da halife yapmak istediğine ve hilafeti İstanbul Boğazı'nın kıyılarından Nil Nehri'nin kıyılarındaki Abidin Sarayı'na taşınması için zemin hazırladıklarına inanmaktaydı ve Kral Fuad'ın bu görev için çok uygun bir kişi olduğu da dillendirilmekteydi.
Hilafet Kongresi başlamadan önce kongreye katılacaklar arasında hilafetin mahiyeti ve şekli hakkındaki görüş ayrılığının hâlâ devam ettiğini ve özellikle de Hindistan delegelerinin kongrede nasıl bir tavır alacaklarının merak konusu olduğu görülmektedir. Tüm bunlara rağmen kongre, belirtilen tarihte düzenlenirken kongre öncesi belirginleşen üç husus, kongrenin hangi atmosferde gerçekleştiğini açık bir şekilde göstermektedir:
Bunlardan birincisi, Hind delegasyonu kongre idare heyetine gönderdiği bir mektupta, hilafet meselesi hakkında Mısır'dan farklı düşündüğünü ve kongreye katılma konusunda isteksiz olduğunu açıklamasıdır.
İkincisi, Mekke'den kaçarak Amman'a yerleşen Şerif Hüseyin'in gönderdiği telgrafta, hilafetin kendi hakkı olduğu ve bu konuyu başkalarıyla ne konuşmaya ne de tartışmaya açmak istemediği için Kongre'ye katılmayacağını bildirmesidir.
Üçüncüsü de, Rusya'dan çekinen Mısır'ın kongreye davet edilen Kazan ulemâsından Musa Carullah'a vize vermeyişidir(14).
13 Mayıs 1926 yılında Kahire'de düzenlenen Hilafet Kongresi'ne olan ilgi azalmıştı. Hilafetin ilgasından hemen sonra İslam dünyasında meydana gelen heyecan ve arayışların çok azı kongreye yansımaktaydı. Kongre merkezinde bir araya gelen delegeler arasındaki farklı bakış açıları ortaya çıkmaktaydı. Kongre idare heyetinin en aktif üyelerinden Hüseyin Valî, Kral Fuad'ı kongrede Müslümanların halifesi olarak ilan etmeyi düşünüyordu. Ancak onun bu isteği delegeler arasındaki tartışmaların alevlenmesine sebep oldu ve Kongre, değişik bir mecraya doğru sürüklenmeye başladı. Bu durumdan rahatsız olan Kongre delegasyonuna başkanlık yapan Şeyh Muhammed Ebu'l-Fadl, gelinen bu noktanın Mısır'ın konumuna zarar vereceğini düşünür ve bir çıkış yolu arar. Bunun için de Mısır ilim çevrelerinde saygın bir yeri olan ve 1929-1935 yılları arasında Ezher Şeyhliği yapan Muhammed el-Ahmedî ez-Zevahirî'yi kongreye katılması için davet eder. Zevahirî, aşırı ısrarlara dayanamayarak Kongreye katılır ve kongreden bağlayıcı herhangi bir kararın alınmasını önleyerek ertelenmesi sağlar. Böylece çok iddialı bir şekilde başlayan Kahire Hilafet Kongresi herhangi bir karar alamadan dağılmıştır.
(12) Enfâl, 8/24.
(13) Mecelletu'l-Mu’temer, 1926, IX/256.
(14) Zevahirî, Fahruddin el-Ahmedî, es-Siyâsetu ve'l-Ezher, Kahire-1945., s. 214.
4. Hilafetin Bireysel Temsilinden Kurumsal Temsiline Evrilen Teorik Tartışmalar
Ezher ulemâsının girişimi sonucu tüm Müslüman toplumları temsil etme vasfını haiz olmasa bile toplanmayı başaran Kahire Hilafet Kongresi, yine Ezherli bir âlimin girişimleriyle hilafet meselesi hakkında herhangi bir karar almadan dağılmıştır. Tarih boyunca, Müslüman toplumları temsil eden delegeler ilk kez bir araya gelmiş ve Müslümanları yakından ilgilendiren önemli bir konuda ortak bir sonuca ulaşmak istemişti. Ama tartışılan ve ortak bir sonuca bağlanmak istenen bu konu, bir taraftan dinî nüfuz sahibi olmak isteyen o günün yöneticilerini yakından ilgilendiren boyutuyla siyasî, diğer taraftan da geleneksel sünnî siyaset tecrübesinin bir adı olma yönüyle dinî bir içerik taşıyordu ve ortak bir anlayış üzerinde uzlaşma sağlamak zordu. Çünkü hem halife olacak kişinin kimliği hem de hilafetin mahiyeti, görevleri, kimi Müslüman olmayan farklı siyasî idareler altında yaşayan Müslümanlar üzerindeki fonksiyonu ve etkisinin ne olacağı gibi hususlar, tarihte ilk kez kısmen de olsa Müslümanları temsil eden bir kongrede tartışmaya açılmaktaydı. Kaldı ki bu kongrede tartışılan konu, o günün birçok siyaset çevresini ilgilendirmiyordu ve tarih boyunca Müslüman idarecilerin, güçlerine güç katmak, nüfuzlarını pekiştirmek ve idarelerine dinî bir meşruiyet kazandırmak için teveccühüne mazhar olmak istedikleri halife kendi ülkesini terk etmek zorunda kalmış, yine bu idarecilerin elde etmek istedikleri hilafet de siyasî bir irade tarafından tamamen ortadan kaldırılmıştı.
Hilafet kongresinin düzenlenmesine öncülük yapan Hüseyin Valî ve beraberindeki delegeler, kongredeki tartışmalar esnasında halifenin kimliği üzerinde yoğunlaşıp Mısır'ı ve Kral Fuad'ı ön plâna çıkarmaya çalışırken Osmanlı Hilafeti'ne duygusal bağlılığı diğer Müslüman toplumlardan daha fazla olan Hindistan delegeleri, hilafetin mahiyeti ve fonksiyonu üzerinde duruyorlardı. Hindistan Müslümanlarını temsilen kongreye katılan Allame İnayetullah Han el-Meşrıkî, hilafeti şahıs merkezli bir konumdan çıkarıp daha geniş tabanlı bir yapı içinde değerlendirmiştir. Ortada kalan ‘hilafet’ unvanının herhangi bir şahsa verilmesiyle sorunun çözülemeyeceğini söyleyen İnayetullah Han, konuyu bu şekilde değerlendirmek isteyenlere de şiddetle karşı çıkar.
İnayetullah Han, Türklerin hilafet konusundaki son uygulamalarını doğru olarak kabul eder, ancak bazı Müslümanların kendi imamlarını ‘halife’ olarak isimlendirmesine karşı çıkar. Çünkü bu Müslümanlar, halife lafzını Kur’an ve din dilinde kullanıldığı şekliyle kullanmamışlar ve ona yanlış bir anlam yüklemişlerdir. Kur’ân'da geçen ‘halife’, halâif’ veya ‘istihlâf’ kelimeleri, herhangi bir kavmin başka bir kavimden sonra gelerek yeryüzünde var olup yerleşmesidir. Bunun anlamı da tek bir şahsın tüm Müslümanların yönetiminde bulunması değil, bir kavmin-grubun-milletin siyasal ve sosyal olarak başkalarına hükümet etmesidir. Yeryüzünün vârisliğine halef olmak ve hükümet etmek, toplumsal içerikli bir eylemdir. “Bundan dolayı da Kur’ân’ın hiçbir yerinde ‘halife’ kelimesi bireysel olarak herhangi bir cemaatin emiri veya bir kavmin imamı anlamında kullanılmamıştır.”(15)
Kongre'deki tartışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Müslümanlar üzerindeki maddî otoritesini kaybetmekle beraber manevî nüfuzu da zayıflayan halifenin yerine ikâme edilmek istenen yeni bir liderlik türü ortaya çıkmaktadır. ‘Cemaat emirliği’ olarak isimlendirilen bu liderlik türü, Müslümanların birbirinden tamamen kopmalarını önlemek amacıyla düşünülmüş olacak ki, bu liderlik türünün meşruiyeti dine dayandırılmaktadır.
Kahire Hilafet Kongresi'nde ön plana çıkan bir husus da, cemaatlerin, yönetici-yönetilen ilişkisinden emir-cemaat ilişkisine doğru yön değiştiren sosyal bir yapılanmanın öngörüldüğü bir siyaset felsefesini gündeme getirmeleridir. Böyle bir siyaset felsefesinin içselleştirilmesi için Kongre'nin yerine getirmekle sorumlu olduğu bazı görevler vardır. Bu görevler aynı zamanda öngörülen yeni sosyal yapının kurucu felsefesini ve fonksiyonlarını da ihtiva etmektedir. Buna göre, Kongre idare heyeti, her köy ve mahalleye dinî misyon ifâ edecek bir idareci ve her millete de göreve getirme ve görevden alma yetkisi kongrede bulunan dinî bir emir belirleyecek, bu sistemin aşamalı bir şekilde tüm İslam bölgelerinde uygulanması için kuşatıcı ve etkin bir prosedür geliştirmek zorundadır. Kongre tarafından seçilecek olan bu emir, insanların din alanıyla ilgili işlerini yürütmenin yanı sıra onların diğer sosyal problemlerine de çözüm getirmeye çalışarak Allah'ın Kur’an'da kendisinden bahsettiği ulu'l-emr makamında bulunacaktır. Bu bölgelerde ortaya çıkan büyük problemler kongreye arz edilecek ve kongre, Müslümanlar arasındaki sorunların çözüm merkezi olacaktır. Allah'a ve Resul'üne havale edilmesi gereken ihtilaflı meseleler, kongreye getirilerek Allah'ın bu husustaki emrinin yerine getirilmesi sağlanacaktır. Aynı zamanda bu emir, Kongre adına Müslümanlardan biat alacak, Müslümanların yararına olan işleri düzenleyecek, aralarındaki dayanışmayı sağlayacak ve günümüz Müslümanları için zararlı olan unsurları tespit ederek Kongre bünyesinde faaliyet yürütecek olan ilgili özel komisyona getirecektir.
Kongre'de delegelerin yoğun gündemini oluşturan diğer bir konu da Hüseyin Valî'nin öncülüğünü yaptığı yeni bir halife seçme işinin hemen gerçekleştirilmek istenmesidir. Hem Mısırlı hem de diğer İslam ülkelerinden gelen delegelerden onay almayan bu girişimin engellenmesi için İnayetullah Han yoğun bir mesai harcamıştır. Halife seçme işinin ertelenmesini, bunun yerine kongrenin teşkilatlandırılması işinin hızlandırılmasını isteyen İnayetullah Han'a göre halife olacak kişinin “tam anlamda özgür olması, güç, kuvvet ve otorite sahibi olması, hem İslam dünyasında hem de yabancılar üzerinde gerçek bir nüfuza sahip olması, düşmanlarının kendisinden korkması, güç ve kuvvetiyle İslam'ı desteklemesi, kılıçla cihad yapmaya güç yetirmesi gerekmektedir.”(16) Anlaşılan İnayetullah Han, Kral Fuad’ın bu şartları haiz olmadığını düşünüyordu.
Kahire Hilafet Kongresi ne hilafetin mahiyeti ne de halifenin misyonu hakkında genel bir kabule dahi varamadan, bir halifenin seçilip seçilmeyeceği meselesine odaklanmış bir vaziyette hiçbir sonuca ulaşamadan dağılmak zorunda kalmıştır. Bu kongrede, tüm çevreler tarafından anlaşılan tek gerçek, tarih boyunca toplumların kaderini tek elde toplayan şahıs merkezli siyasal ve dinî otoritelerin, yerini farklı istek ve düşüncelerin ifade edildiği kurum merkezli siyasî ve dinî teşkilatların zorunlu olarak Müslümanların gündemine girdiği hususudur. Çünkü “hiçbir kişi, günahlarından ötürü toplumunu helak edemeyeceği gibi, yalnız başına kendi gayret ve çalışmasıyla da o toplumu ihyâ etmeye güç yetiremez.” (17)
(15) A.g.e., s. 12.
(16) A.g.e., s. 25.
(17) A.g.e., s. 28.
Sonuç
19. yüzyılda, Müslümanların siyasal birliğinin sağlanması için verilen mücadelelerin üzerinde yoğunlaştığı en temel konu hilafet meselesiydi. Zira dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Müslümanlar, kendilerini kuşatan sömürge hareketlerine karşı güç birliği yapma ihtiyacı duyuyordu. Bu güç birliğinin sembolü olarak görülen hilafet kurumunun hem iç hem dış politikada aktif bir unsura dönüşmesi de bu döneme denk gelmektedir. Bir kurtuluş vesilesi olarak görülen hilafet kurumunun Müslümanların beklentilerini ve çağın gereklerini karşılayacak bir şekilde yenilenmesini öngören bazı Müslüman mütefekkirler bunun ilk adımı olarak kabul ettikleri İslâmî kongreler düzenlemekle işe başlamayı uygun görmüşlerdi. Özellikle Hindistanlı Müslümanlar arasında İslam kardeşlik ruhunu diriltmek amacıyla seslendirilen kongre çağrıları, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerini de içine alan bir İslam birliğinin kurulmasını hedef almaktaydı (18).
İlk olarak hilafetin saltanattan ayrılması, ardından saltanatın kaldırılması ve hilafetin de manevî bir sembole dönüştürülmesinden sonra İslam dünyasının birçok yerinde hilafeti tekrar eski şekline dönüştürüp, parçalanmakta olan İslam coğrafyasının birlik ve beraberlik sembolü haline getirme konusundaki girişimlerin yoğunlaştığı bilinmektedir. Bu amacın ve teşebbüslerin gerçekleştirilmek istendiği yerlerden biri Mısır'dır. İstanbul’da tutunamayan hilafetin tekrar Kahire’ye nakledilmesi mümkün müydü? Bunun için İslam dünyasının nabzı yoklanmalıydı ve işte fikir olarak ortaya çıkışından kongrenin yapılmasına kadar iki yıllık bir sürecin ürünü olan Kahire Hilafet Kongresi bu nabız yoklama faaliyetinin en somut göstergesi olmuştur.
(18) Louis, Massignon, “el-İfrikiyye”, Vechetu'l-İslâm (Nazratun fi'l-Harekâti'l-Hadîseti fi’l-Âlemi'l-İslâmî), Çev.: Muhammed Abdulhadi Ebu Rîde, Kahire, 1934, s. 64.
Kaynakça
Ramazan Yıldırım, 20.Yüzyıl İslam Dünyasında Hilafet Tartışmaları, İşaret Yayınları, İstanbul-2016.
Reşid Rıza, “Ve’temirû bi ma‘rûfin”, Mecelletu'l-Mu’temer, I/12.
AbdulbakiSurur, “Havle Te’cîli'l-Mu’temer”, Mecelletu'l-Mu’temer, Ocak 1925, IV/112.
Surur, “el-Hilâfe ve'l-furûdu'l-kifâye”, Mecelletu'l-Mu’temer, Ocak 1925, V/152.
Zevahirî, es-Siyâsetu ve'l-Ezher
Louis, Massignon, “el-İfrikiyye”, Vechetu'l-İslâm (Nazratun fi'l-Harekâti'l-Hadîseti fi’l-Âlemi'l-İslâmî), Çev.: Muhammed Abdulhadi Ebu Rîde, Kahire-1934, s. 64.