Noor Alyacoubi’nin PC’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
17 Ocak 2024'te, İsrail güçleri tanklarıyla ilerleyip bölgeyi yoğun bombardıman ve topçu ateşi altında kuşattığında, Ömer Ansar, mahallesindeki ailesinin evinden tutuklandı. İsrail yetkilileri Gazze'nin batısının güvenli bölge olduğunu iddia ettikten sonra yer değiştirmişti.
Tutuklanmasından üç ay önce, İsrail tankları mahalleyi kuşatıp kırmızı bölge ilan ettikten sonra Tel Al-Hawa'daki evini terk etmişti. Oradan el-Şati Kampı'na, ardından el-Şeyh Redwan'a taşınarak, kendini az da olsa güvende hissedebileceği herhangi bir yer aradı.
Kasım ayında İsrail, Hamas'a savaşın başlangıcından bu yana gözaltına alınan 1468 kişinin isimlerinin bulunduğu bir liste verdi. Yine de insan hakları örgütleri, Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'nde defalarca gerçekleştirilen kara harekâtları sırasında 4000'den fazla Filistinlinin gözaltına alındığını tahmin ediyor. Birçoğu, suçlama veya yasal karar olmaksızın gözaltına alındı, zorlu ve aşağılayıcı koşullarda tutuldu. Bunlar arasında kadınlar, çocuklar, mühendisler ve doktorlar da vardı, aralarında Kemal Adwan Hastanesi başhekimi Dr. Hüssam Ebu Safiye da vardı.
“İdari tutuklu olarak tutuluyordum. Aleyhimde herhangi bir suçlama yoktu. Tek suçum Gazze'li olmamdı” dedi Palestine Chronicle'a.
Aleyhine herhangi bir suçlama yapılmamasına rağmen, askeri mahkeme idari gözaltı kararını altı ayda bir yeniledi. İnsan hakları grupları, bu uygulamanın savaşın başlangıcından bu yana İsrail'in Gazze'deki tutukluların çoğuna karşı sistematik olarak uyguladığı idari gözaltı uygulamasının bir parçası olduğunu belirtiyor.
Ömer, “Savaşın sonuna kadar hapiste kalacağımı defalarca söylediler” diye açıkladı. “Mahkemeye her gittiğimde aynı mesajı verdiler.”
Suçlamasız olarak tutulmanın yanı sıra, gardiyanlar mahkûmların hayatlarının her küçük detayını sıkı bir kontrol altına alarak, onların günlerini cehenneme çevirdiler. Tâfiş, “Ne zaman uyuyacaklarını, ne zaman uyanacaklarını, ne zaman yemek yiyeceklerini ve ne zaman banyo yapacaklarını onlar belirliyordu” dedi.
“Her gün sabah saat 6'da gardiyanlar gelip bizi uyandırmak için küçük patlayıcılar atıyor ya da demir çubuklarla parmaklıkları dövüyorlardı” diye ekledi Tâfiş, gardiyanların mahkûmlara uyguladıkları psikolojik işkenceyi anlatırken.
Tâfiş'e göre, İsrailli gardiyanlar tüm yatakları ve yastıkları da alıyor, mahkûmları gece yarısına kadar çıplak zeminde bırakıyorlardı. “Yataklar ve yastıklar zaten yetersizdi ve bazı mahkûmlar ince yatakları paylaşmak zorunda kalıyordu” dedi.
Yiyecekler de işkence araçlarından biriydi. “Kahvaltıda bize bir bardak süt verirlerdi. Öğle ve akşam yemeğinde ise sadece iki kaşık çorba ve küçük bir tabak pilav vardı” diye ekledi. “Tutuklu kaldığım süre boyunca hiç doymadım ve çok kilo verdim.”
Tâfiş'e göre, gardiyanlar her gün fiziksel dayak ve saldırıların yanı sıra her türlü zihinsel işkenceyi de uyguluyorlardı. “Bizi en kötü küfürlerle aşağıladılar” dedi. “Ve birinin mühendis veya doktor olduğunu öğrendiklerinde durum daha da kötüleşti.” Bilgisayar mühendisi olan Tâfiş, bazı mahkûmlara göre daha fazla dayak ve saldırıya maruz kaldı.
Psikolojik olarak işkence eden İsrailli gardiyanlar, tutuklulara ailelerinin öldürüldüğünü ve Gazze'de kendilerine bakacak kimsenin kalmadığını söyleyip durdular. Tâfiş, “bu bilgiyi doğrulamanın bir yolu olmadığı için neredeyse onların sözlerine inanacaktı.”
İsrail'de 20 ay gözaltında tutulan Tâfiş, ailesiyle iletişim kurmanın hiçbir yolunu bulamadı. İsrail, tüm aile ziyaretlerini ve hatta hukuki erişimi yasaklayarak, Kızıl Haç'ın Gazze'deki tutukluları bir yıldan fazla bir süre ziyaret etmesini engelledi. Bu, 1967'den beri ilk kez böyle bir yasak görülmemişti. Tâfiş, anne babasını, eşini ve üç kızını geride bıraktı; onların güvende olup olmadıklarını, yerlerinden edilip edilmediklerini veya enkaz altında gömülü olup olmadıklarını bilmiyordu.
“Hücrelerimizin hemen önüne, yıkılmış ve harabeye dönmüş Gazze'nin büyük bir duvar resmini astılar, bize evimizin ne hale geldiğini hatırlatmak için. Gazze'nin artık onların mülkiyeti olduğunu ve asla geri dönemeyeceğimizi söyleyip durdular.”
Tâfiş, 10 Ekim'deki ateşkesin ardından serbest bırakıldı. Kasım ayında İsrail, 7 Ekim'den sonra tutuklanan ve isimlerini resmi olarak kabul ettiği 1468 Gazze'li Filistinlinin listesini Hamas liderliğindeki direniş hareketine teslim etti. İnsan hakları grupları, gerçek sayının çok daha yüksek olduğuna inanıyor.
“Toplu mezar mı, gözaltı merkezi mi bilmiyordum”
Aynı grupta serbest bırakılan 32 yaşındaki üç çocuk babası Bahâ Kasım, 21 ay gözaltında tutulmuştu. Tutuklandığı ilk andan itibaren İsrail'in kötü muamelesine maruz kaldığı korkunç günleri anlattı.
12 Aralık 2023'te, ilk ateşkesin hemen ardından, İsrail işgal ordusu tanklar ve zırhlı araçlarla Gazze'nin kuzeyindeki Endonezya Hastanesi yakınlarındaki Ömer al-Harethy Okulu'na doğru ilerledi. Bahâ ve ailesi Beyt Hanun'dan kaçtıktan sonra bu okula sığınmıştı. İsrail askerleri okulu tamamen kuşatarak hiç kimsenin girip çıkmasına izin vermedi.
Kasım, hoparlörlerden İsrailli askerlerin “15 ile 55 yaş arasındaki tüm erkekler, çıplak olarak aşağı inin ve kimliklerinizi başınızın üzerine kaldırın” diye bağırdıklarını duydu.
Kasım’ın Hamas veya herhangi bir grupla bağlantısı olmamasına rağmen, onu korku sardı. “Herkes için korkunç bir andı. Masum olduğumu biliyordum, ama İsrail'in vahşeti sınır tanımıyordu” dedi.
“Askerlere doğru ilerlerken, annem ve o zaman hamile olan eşim ağlayarak ve feryat ederek yere yığıldılar. Çocuklarım bacağıma yapıştılar. Kalbim parçalandı. Tutuklanırsam, tünelin sonundaki ışığı gözden kaçırmayacağım inancını sürdürmüştüm.”
İsrailli askerlerin emirlerine uyarak Kasım, onların kontrol kameralarından geçerek onlara doğru yürüdü. Talimatlara uyarak sola döndükten sonra, büyük bir çukura itildi. “Orasının toplu mezar mı yoksa gözaltı merkezi mi olduğunu bilmiyordum,” dedi.
Gözleri bağlı ve elleri kelepçeli olan Kasım, diğer birçok erkekle birlikte, sorgulama merkezi olarak kullanılan yıkık bir eve sürüklendi. “Gözlerimindeki bağı çıkardılar ve ellerimi metal işkence kelepçesiyle bağladılar” dedi. O andan itibaren işkence başlamıştı.
“30-40 asker beni dövmeye başladı. Bana tokat attılar, yumruk attılar ve tüm güçleriyle tekmelediler. Hatta üzerimize köpekleri saldılar. Bazı erkeklerin vücudundan kanlar akmaya başladı.”
Kısa bir süre sonra, Kasım ikinci bir sorguya zorlandı. Ebu Deeb adlı bir subay onu yere itti ve botuyla boynuna bastırdı. “Beni boğmaya çalıştı,” dedi Kasım.
Kasım’a göre, tutukluları Hamas savaşçılarının öncü birliği olan “elitler” olarak adlandırmaya devam ettiler. “Gazze'deki her erkeğin Hamas'a üye olduğunu varsayıyorlardı. 7 Ekim'in intikamını bizden almak istiyorlardı.”
Aynı günün ilerleyen saatlerinde, dondurucu soğukta, ordu tutukluların kıyafetlerini çıkardı ve onlara ince tıbbi önlükler giydirdi. Kasım’ı ‘Yahudi Cumartesi’ duasını tekrar etmeye zorladılar. Kasım reddettiğinde, onu tekrar dövmeye ve aşağılamaya başladılar. “Herhangi bir sebeple veya sebepsiz yere beni dövdüler. Her saat. Her dakika.”
İsrail Hapishanelerinde Zihinsel İşkence
Fiziksel işkencenin ötesinde, İsrailli gardiyanlar mahkûmları zihinsel olarak kırmayı amaçladılar. Kasım ve diğerleri kelepçeli ve gözleri bağlıyken, “bir İsrailli kadın asker erkek arkadaşıyla telefonda konuşurken etrafımızda dolaştı ve bize tükürürken video kaydı aldı.”
Kasım ve yaklaşık 65 diğer erkek, yiyecek, su ve tuvalet imkânı olmadan tüm bunlara katlandılar. Geceleri, zırhlı bir araca sürüklenerek Sde Teiman hapishanesine götürüldüler. Gazze'den 3.000'den fazla tutuklu, İsrail ve uluslararası kuruluşlar tarafından savaş sırasında oluşturulan en kötü koşullu gözaltı merkezlerinden biri olarak tanımlanan bu hapishane kampından geçti.
Sde Teiman'da, Bahâ'nın kâbusu gerçeğe dönüştü. Onun ifadesiyle, koşullar hayvan ahırını andırıyordu ve insan yaşamına hiç uygun değildi. İsrailli gardiyanlar, tutukluların yaşadıkları her saniyenin işkenceye dönüştürdüler. Kasım’ın ifadesine göre, sabah 5'ten gece yarısına kadar tüm tutuklular ellerini arkadan kelepçelenmiş halde dizlerinin üzerine oturmaya zorlandılar.
Kasım, Sde Teiman'da gözaltında tutulduğu sekiz zorlu gün boyunca işkence gördü ve her gün yeni bir işkence türü uygulandı. “İlk gün, beni çıplak ayakla bir alana sürüklediler ve orada dört saat boyunca dikenlerin üzerinde durmak zorunda kaldım,” dedi, sesi titreyerek.
Sorgulamadan önce, gardiyanlar işkence sırasında tuvalete gitmek istememesi için ona hasta bezi giydirdiler. “Bu ruhsal olarak yıkıcıydı. Bizi mümkün olan her şekilde küçük düşürmeye çalışıyorlardı.” İstismar devam etti. Sorgulamalar sırasında gardiyanlar, vücuduna dondurucu soğuk hava üfleyerek onu kontrolsüz bir şekilde titretip sonra da kapatıyorlardı. “Bizi hasta ve zayıflatmak için bunu yapmaya devam ettiler,” dedi Kasım.
Ertesi günkü sorgulamadan önce, Kasım bir askeri otobüsle sürüklendi. “Otobüs, yaklaşık on metre genişliğindeki bir avluda daireler çizerek dolaştı. Askerler sırayla beni dövdüler. Otobüs durduğunda, askerler yer değiştirdi ve dayak devam etti.”
Ardından gelen sorgulamadan önce, Kasım “el-disko” adlı bir cihaza zincirlenerek yere bağlandı ve kulakları kanayana kadar son derece yüksek sesler dinletildi. “Neredeyse her 24 saatte bir yeni bir işkence turu, ardından sorgu ve sonra tekrar kışlaya dönüş vardı.”
“İşkence çok şiddetliydi,” dedi bize. “Bizi fiziksel ve zihinsel olarak yormak istiyorlardı, böylece sorgu sırasında pes etmemizi bekliyorlardı.”
Sorgu memurları, her işkence turunda Kasım’ı Hamas üyesi olduğunu itiraf etmeye zorlamaya çalıştılar. “Bana inanmadılar. Reddettiğim her seferinde beni dövdüler. Bir başarı elde etmek için itiraf ettirmeye çalışıyorlardı” dedi.
Sde Teiman'da sekiz gün geçirdikten sonra, İsrailli askerler Kasım’ı başka bir hapishaneye nakletmek için adını okudular. İlk olarak, İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir'in kontrolündeki İsrail'in en büyük sorgu merkezlerinden biri olan El-Jalama'ya götürüldü.
“Oraya vardığım anda askerler koşarak bana saldırdılar, silahlar ve ellerindeki her türlü aletle beni tekmelediler ve dövdüler” diye anlattı Kasım. Daha sonra bana “tashrifeh” denen aşırı şiddet içeren bir karşılama yaptıklarını öğrendim:
“Her yeni mahkûm buna maruz kalır. Sopalarla dövüldüm, tokatlandım ve tekmelendim. Ve başka bir hapishaneye nakledildiğim her seferinde tacize, saldırıya, korkutulmaya maruz kaldım — sadece vahşetin düzeyi hapishaneden hapishaneye farklılık gösteriyordu. Sonra beni banyoya götürdüler, duş aldırdılar ve ince giysiler giydirdiler.”
El-Jalama'da memurla ilk kez görüşen Kasım’a, hakları olduğu iddia edilen üç öğün yemek, atıştırmalıklar, sıcak su, aileyle iletişim ve avukat hakkı gibi hakların listelendiği bir kağıt verildi. “Bana imzalamamı istedi. Umutlandım. İşkencenin sona ereceğini düşündüm. Bunun sadece başlangıç olduğunu bilmiyordum.”
Kasım, memura avukat olmadan imzalamayacağını söyledi: “Memur güldü ve belgenin sadece bir formalite olduğunu söyledi. İstese de istemese de imzalamam gerektiğini söyledi. Belgenin mahkemede kendilerini korumak için sadece bir formalite olduğunu anladım. Beni kemiklerim kırılana kadar dövdüler ve imzalamaya zorladılar.”
El-Jalama'da, Kasım, hem fiziksel hem de zihinsel olarak sonsuz işkence ve saldırılara maruz kaldı. Yemekler yetersiz ve kalitesizdi, duş aldıkları su soğuktu ve mahkûmların aileleriyle görüşmeleri, tıbbi bakım ve uygun havalandırma imkânları yasaklanmıştı. “Penceresi olmayan hücrelerde tutuluyorduk. Tek hava kaynağı bir aspiratördü,” diye ekledi Kasım. “Aspiratör beş dakika durursa boğulurduk.”
Mahkûmlara 3-4 ayda bir avluya çıkma izni veriliyordu, bu süre zarfında güneşin tadını hiç çıkaramıyorlardı. Herhangi bir rahatlık uzak bir hayaldi: “Tamamen zihinsel faktöre bağlıydılar. Duvarlar griye boyanmış ve pürüzlü sıva ile kaplanmıştı, böylece sırtınızı dayadığınızda rahatsız olacaktınız.”
İsrail'de tutuklu kaldığı süre boyunca Bahâ birçok gözaltı merkezine nakledildi: El-Jalama'dan El-Ramla'ya, Ofer'e (Gazzelilerin mezarlığı olarak bilinir) ve El-Naqab'a. Ancak acı ve işkence her hapishanede aynıydı, hatta birbirinden daha kötüydü. Her yeni hapishaneye nakledildiğinde, aynı şiddetli saldırı, taciz, dayak ile karşılaşıyordu.
Diğerleri de aynı ya da daha kötü şeyler yaşadı. Bu tanıklıklar, Gazze'deki mahkûmları ezmek için kasıtlı olarak oluşturulmuş bir sistemle karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor. Onların sesleri, İsrail hapishanelerinin kapalı kapıları ardında neler yaşandığının tek kanıtıdır.
Ölümcül İşkence
El-Jalama'da tutuklu kaldığı süre boyunca Kasım, Shejaiya'dan Sami al-Helou (Ebu el-Cud) adında, İsrailli askerler tarafından defalarca şiddetli sorgulamalara ve işkenceye maruz kalan genç bir adamla tanıştı. Ne yazık ki, Sami'nin son sorgulaması onun ölümüne sebep oldu.
“Soruşturmadan döndüğünde durumu çok kötüydü. Fiziksel olarak hiçbir şey yiyemiyor, su bile içemiyordu,” dedi Kasım, The Palestine Chronicle'a.
“Onun karnını doyurmaya ve ona bakmaya çalıştım, ama durumu gittikçe kötüleşiyordu. Gardiyanlara ona tıbbi yardım etmeleri için yalvardık, ama bu taleplerimiz görmezden gelindi. Günler sonra, hapishane doktorlarıyla konuştuktan sonra, askerlerin omurgasını kırdığını öğrendim.”
Sami'nin vücudu yavaş yavaş işlevini yitirdi:
“Yavaş yavaş sağ elini, sonra sağ bacağını, ardından sol elini ve bacağını kaybetti, ta ki tamamen felç olana kadar. Onu ölüme terk ettiler, ta ki Ocak 2024'te son nefesini verene kadar.”
Kasım, gardiyanlardan bir şekilde yardım etmelerini istediğini, ancak boşuna olduğunu söyledi. “Sadece gelip cenazesini götürdüler.”
İstismar Sami'nin ölümüyle bitmedi. Kasım, “Gardiyanlar sonra geri kalanımıza tehditler savurmaya başladı” diyor. “Her hücreye, kurallarına uymazsak Sami'nin başına gelenlerin aynısının başımıza geleceğini söylediler.”
“Physicians for Human Rights-Israel” tarafından analiz edilen İsrail verilerine göre, işkence, aç bırakma, ilaç vermeyi reddetme ve kasıtlı tıbbi ihmal nedeniyle, Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in gözaltında en az 98 Filistinli tutuklu öldürüldü. Hak grupları, İsrail'in Gazze'deki tutuklularla ilgili kayıtlarını yayınlamayı reddettiği için gerçek sayının çok daha yüksek olduğuna inanıyorlar.
*Noor Alyacoubi, Gazze'de yaşayan bir yazardır. Gazze Şehrindeki El-Ezher Üniversitesi'nde İngiliz dili ve edebiyatı okumuştur. Gazze merkezli yazarlar kolektifi We Are Not Numbers'ın bir üyesidir.