Kemal Öztürk/Fokusplus.net
Filistinli Gazetecilerin Unutulmaz Hikayesi
Savaş alanlarında gazetecilik, bizim mesleğin çok özel bir sahasıdır. Herkes savaş muhabirliği yapamayacağı gibi, her gazeteci de savaş muhabiri olmaz.
Eskiden dünyada savaş muhabirliği eğitimi veren iki yer vardı. Biri İngiltere’de, diğeri ABD’de. Eski SAS komandoları veriyordu bu eğitimi. Sonra Anadolu Ajansı Haber Akademisi, Polis Akademisi ve Genelkurmay Başkanlığı ile ortaklaşa, “Savaş Muhabirliği Eğitimi” verdi. Sanırım dünyada verilen en iyi savaş muhabirliği eğitimi şuan bu olabilir.
Fakat savaş muhabiri olmak için özel eğitimler almak yetmez. Doğuştan cesaret, gözü karalık ve meslek aşkı da gerekir. Bu yüzden dünyada savaş muhabiri az yetişiyor ve az bulunuyor.
Şimdi şöyle düşünün, savaşın içinde yaşıyorsanız nasıl gazetecilik yaparsınız? Doğal olarak Gazze’de, Filistin’de gazetecilerin tümü savaş muhabiri olmak zorunda. Fakat hiçbir eğitim almadan, teknik malzemeleri bulunmadan, seçme şansları olmadan yapıyorlar işlerini. Tüm gazeteciler bombaların altında, kurşunların arasında, yıkıntıların içinde, yani artık yaşamlarının bir parçası haline gelen savaşın içinde gazetecilik yapıyorlar.
Onların bu hali bile, başlı başına anlatılması gereken bir hikaye aslında. Fakat bununla sınırlı değil bu hikayeyi eşsiz kılan şey. Basın tarihinde görülmemiş bir gazeteci katliamının yaşandığı, açık hava hapishanesinde çalışmak zorundalar bir de.
Şu ana kadar 238 gazeteci öldürüldü İsrail tarafından, yüzlercesi de yaralandı. 2. Dünya Savaşı’nda bile bu kadar gazeteci katledilmedi. Son olayı hepiniz hatırlıyorsunuzdur: El Nasır Hastanesi’nde vurulan gazetecilerin cenazelerini çıkarmaya çalışan diğer gazeteciler de canlı yayında vuruldu…
Sonra ne oldu?
Vurulan her gazetecinin yerine yenisi geçti… Meslektaşlarının kanlarının bulaştığı mikrofonu, kamerayı, fotoğraf makinesini aldı; kanlı yeleklerini giydi ve Gazze’de gazetecilik yapmaya devam etti…
Bunlardan biri, benim de köşe yazarı olduğum Al Jazeera Medya Grubu’nda çalışırken şehit olan Muhammed Karika’nın yerine hemen göreve başlayan Nur Ebu Rukba’ydı. Bu genç gazeteci hanım göreve başladığı gün çok dokunaklı bir paylaşımda bulundu. Son cümleleri şöyleydi: “Allah’ın izniyle aynı yolun, aynı davanın yolcusuyum. Ve biliyorum: Buluşma yerimiz cennettir.”
Sanırım Filistinli gazetecilerin hikayesini eşsiz kılan şey bu genç gazetecinin cümlelerinde gizli. Aynı yolun, davanın yolcusu… Sonunda şehit olup diğer arkadaşlarıyla cennette buluşacaklarını bilerek görevi devralıyorlar...
Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şey… Belki askerler siperlerde şehit olan arkadaşlarının nöbetini devralırken böyle bir şey yaşanıyordur ama gazetecilik tarihinde görülmüş bir şey değil bu…
Çoğu vasiyet yazar gibi bir video çekiyor, arkadaşına gönderiyor ve “şehit olursam bunu yayınlarsın” diyor. Ve çoğu şehit olduğunda gazeteci arkadaşları toplanıp “press” yazan kanlı yeleğini tabutunun üstüne koyuyor, sonra da vasiyeti olan videoyu yayınlıyor… Cenaze namazı kılınırken, toprağa defnedilirken ve ardından dualar okunurken oradaki gazeteciler kendisinin de şehit olduğunda aynı şeylerin yapılacağını düşünüyordur sanırım…
Dünyada hangi gazeteci öldürüleceğini bilerek bu mesleği yapar? Kim kanlı mikrofonu, fotoğraf makinesini alıp böyle görevi devralır? Basın tarihinde benzeri hiç yaşanmadı bu durumun.
Dikkat edin bu insanlara “savaş muhabiri” denmiyor. Çünkü hepsi savaşın ortasında artık doğal olarak savaş muhabiri oldular ve başka da bir seçenek kalmadı onlara. Ne eğitim aldılar ne yeterli koruma ekipmanları oldu, ne de başka bir alanda çalışma lüksleri…
Gazze’de bombardıman altında gazetecilik yaptım 2012-2013 yıllarında. O zaman bu gazetecileri tanıma fırsatım oldu. Birlikte bombalar patlarken çalıştık. Hepsi gençti ve hepsi çok cesurdu. Bir yandan vurulan yerin kendi evlerinin olup olmadığına bakıyor, bir yandan da oranın haberini yapıyorlardı.
Şimdi kaç gazeteci kendi ailesinin ölümünü, kendi evinin vurulmasını haber yaptı bilmiyorum… Eğer mümkün olsaydı kendi ölümlerini bile haber yapardı bu gazeteciler. Yeter ki bu haberin Filistin’in kurtuluşuna, vatanlarının özgürlüğüne katkısı olsun… Bu insanları özel kılan şey bu: Vatanlarını işgalden savunuyorlar, mesleklerini yapıyorlar ve canlarını seve seve feda ediyorlar…
Bu eşsiz hikaye henüz yazılmadı çünkü anlatılacak gerçek hikayeleri tam olarak dinlemedik onlardan. Gazze özgürlüğüne kavuştuğunda o zaman bu cesur insanların, bu kahraman gazetecilerin neler yaşadığını tam olarak öğrenebileceğiz.
Gazze’ye girme imkanı olduğunda oraya ilk gidecek gazetecilerden biri olmak için uğraşıyorum ve bunun için direncimi düşürmemeye çalışıyorum. O gün bu kahraman gazetecileri bulacağım ve alınlarından öpeceğim. Bir gün Gazze’den yazacağım bu makaleleri. Ve bir gün bu kahraman gazetecilerin hikayesini tüm dünyaya anlatacağım inşallah.