Yousef Alnono’nun Electronic Intifada’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
30 Haziran sabahı saat 10 sularında uzun zamandır dostum olan Usame Hamida'dan bir telefon aldım.
Bana kardeşi Ali'nin Gazze Şehri'nin Tuffah mahallesine yapılan bir İsrail saldırısında ağır yaralandığını ve onu El-Şifa Hastanesi'nde görmeye gittiğini söyledi.
Usame o sabah erken saatlerde kardeşinin telefonunu arayan bir yabancıdan yaralanma haberini almıştı. Ali'nin bilinci yerindeydi ama başından yaralanmıştı ve tedaviye ihtiyacı vardı.
İki gün önce, 28 Haziran'da İsrail Tuffah mahallesini bombalamış ve en az 20 kişiyi öldürmüştü. Ali iki gün sonra, 30 Haziran'da evlerinin hâlâ ayakta olup olmadığını görmek için bölgeye gitmişti. İşte o zaman, Yafa Caddesi'nde dururken, bir ev İsrail tarafından hedef alınmış ve Ali'nin kafasına bir taş fırlamıştı.
Usame benden yardım ve hastanede kendisine eşlik etmemi istedi. Ona yakında orada olacağımı söyledim.
Gazze Şehri'nin batısındaki El Nasr mahallesindeki evimizden hastaneye koştum ve El Şifa'nın kapısından içeri girdim. Hastane bahçesinde bir düzineden fazla ceset yerde yatıyordu ve üzerleri çeşitli bez parçalarıyla örtülmüştü.
Resepsiyon alanı yaralı insanlarla doluydu. Birçok insanın uzuvları eksikti ve diğerleri acı içindeydi ve ciddi şekilde yanmışlardı. Yüzlerini ve kıyafetlerini toz kaplamıştı. Neredeyse herkes yerde yatıyordu çünkü yatak ya da sandalye yoktu.
O zaman bilmiyordum ama İsrail'in Gazze Şehri ve kuzeyinde bir günde 60'tan fazla insanın ölümüne yol açacak bir dizi katliamının sonrasına tanıklık ediyordum.
Gün geçtikçe durum daha da kötüleşecekti.
Hastaneler hastalarla dolup taşıyor
Usame'yi yerde yatan Ali'nin başında buldum. Ali'nin gözleri şişmiş, ağzı ve burnu kanıyordu. Burnu kırık görünüyordu. Yanında hiç doktor yoktu.
Sonunda Ali bir yatağa taşındı. Bir doktor buldum ve bana Ali'nin CT taramasına ihtiyacı olduğunu ve bu testin sadece Gazze Şehri'nin doğusundaki Al Ahli Arab Hastanesi'nde yapılabildiğini söyledi. Ali'yi diğer hastaneye götürmek için bir ambulans talebinde bulundu.
Ali ile birlikte ambulansa binmemize izin verilmedi, bu yüzden Usame ve ben bizi götürecek bir araba aradık. Gazze'de çok az taksi çalışıyor ve çoğu zaman da dolu oluyor. Ama sonunda bir taksi bulduk ve şoför bizi yaklaşık 200 metre ileride indirdi. Arabadan indik ve hızla yürümeye başladık.
Hastaneye ulaşamadan bir adam bize seslendi. Daha fazla ilerlemememiz için bizi uyarıyordu. Yoldan geçmememizi ve bombalanma tehdidi altında olan bir yapı olduğunu söyledi.
Başka bir yoldan gitmemiz gerekiyordu.
Dakikalar geçti ve büyük bir patlama yeri sarstı.
Her on dakikada bir yeni bir patlama sesi duyuyorduk.
El Beka kafe katliamı sonrası
Al Ahli Arab Hastanesi'ne vardık ve beklemek zorunda kaldık. Ali ayakta duramıyordu ve onun için bir yatak temin edildi. O gün birçok kişinin tomografiye ihtiyacı vardı ve sadece bir makine vardı.
Öğleden sonra saat 1 civarında tomografi sırası Ali'ye geldi. Muayene sonucunda kafatasında bir kırık olduğu ortaya çıktı. Doktor bize tekrar El-Şifa Hastanesi'ne gitmemiz gerektiğini söyledi.
El-Şifa Hastanesi'ne döndük ve doktora tomografi sonuçlarını gösterdik.
Usame ve ben bir kenarda durmuş, doktorun kardeşini tedavi etmesini ve yaralarını temizlemesini izliyorduk. Ali'nin burnu kırılmıştı ve doktor onu tahta atellerle sabitledi.
Usame ve ben daha sonra hastane bahçesine çıktık, Usame'nin geceyi orada onunla geçireceğini düşünüyorduk.
Sonra aniden, bir ambulans hastane bahçesine çok hızlı bir şekilde girdi ve yaralıları bırakmaya başladı.
Sahne korkunç bir hal aldı.
Yırtık pantolonlu bir genç başka bir genç tarafından taşınıyordu. “Lütfen ayağımı tut!” diyerek bana seslendi. Ama nasıl yardım edeceğimi bile bilmiyordum - gencin ayağı bacağından küçük bir et parçasıyla sallanıyordu.
Şok içinde durdum, sonra başka bir ambulans kıyafetleri kanla lekelenmiş iki yaralı genç kadın getirdi.
Durum daha da kötüleşti. Başka bir ambulans geldi ve hepsi çok genç olan şehitlerin feci şekilde yanmış bedenlerini taşıdı.
Dayanamadım ve “Ne oluyor?” diye sorarak ağladım.
Yanımdaki bir yabancı bana İsrail ordusunun El Beka kafesini bombaladığını söyledi. Burası bildiğim bir yerdi ve birçok arkadaşımın gittiği bir yerdi.
Daha birçok şehit taşıyan eşek arabaları geldi. Vücutları bombalamadan dolayı kömürleşmişti. Sonra bir traktör geldi ve daha fazla ölüyü taşıdı.
Yaralıları görünce üniversite öğrencisi oldukları anlaşılıyordu. Gazze'deki zorlu koşullarda elektrik ve internet sunan kafeler onların tek sığınağı olmuştu.
Hastane bahçesi insanlarla o kadar doluydu ki cesetler için yer kalmamıştı, yine de ambulanslar defalarca gelip giderek daha fazla insan getiriyordu.
İsrail'in bombardımanı o gün kafede 40'tan fazla kişinin ölümüne neden oldu. 30 Haziran'da Gazze'nin kuzeyine düzenlenen diğer saldırılarda da onlarca kişi öldü ve yaralandı.
Şehitlere bakmaya gittim. Bu anlarda öldürülen birini tanıyacağımdan korkuyorum.
Daha önce de böyle bir durumla karşılaşmış, şehitlerin arasında sevdiklerimin yüzlerini aramıştım. Ancak burada ölenlerin çoğunun yüzü bile yoktu.
Hastane bahçesinin kokusu insanların yanmış bedenleri ve kan kokusuydu. Buna dayanamadım.
Daha fazla tahliye emri
Ali'yi kontrol etmek için hastaneye girdik.
Bir doktor bize onu eve götürmemiz gerektiğini, elinden geleni yaptığını ve yeni gelenler için alana ihtiyaçları olduğunu söyledi.
O zaman durum daha da zorlaştı.
Telefonlarımız bildirimlerle çalkalanıyordu. Tahliye emirleri hızla geliyor, telefonlarımızda işgal ordusundan güneye gitmemizi emreden kayıtlı mesajlar çalıyordu.
Sanki savaş ilk günlerine geri dönmüş gibiydi.
Şu anda bu yazıyı, İsrail'in son saldırıları nedeniyle yerinden edilmiş insanlarla dolu olan Gazze Şehri'ndeki El Nasr mahallesinden yazıyorum. Biz güneyi tahliye etmedik.
Kayıp duygusu acı verici ve Gazze'de durum dayanılmaz hale geldi.
*Yousef Alnono, Gazze Şeridi'nde yaşayan bir yazar.