Gazze'de açlıktan daha kötü bir şey var: İsrail'in ateşkes oyunlarıyla umudu öldürmesi

Tarih, bu suçları işleyenleri kınayacak, ama aynı zamanda kenara çekilip bunların olmasına izin verenleri de kınayacak.

Shoug Mukhaimar’ın al Jazeera’de yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


Temmuz ayında bir sabah uyandığımda telefonum mesajlarla doluydu. Her haber kanalı, her sosyal medya paylaşımı, her konuşma ihtiyatlı bir iyimserlikle doluydu. “Müzakereler iyi gidiyor” başlıkları atıyordu. “Ateşkes yakında”, “Büyük yardım konvoyu girmeye hazırlanıyor”.

O anda, kıtlığın ortasındaydık; bazı günler hiç bir şey yemiyorduk. Kalplerimizde parıldayan ihtiyatlı sevinci, mesajlarımızda dolaşan umudu tahmin edebilirsiniz. Arkadaşlarım bana yazdılar, sözleri geçici bir rahatlamayla titriyordu. “Bu gerçekten son olabilir mi?” diye sordu biri. “Güvenliğin nasıl bir şey olduğunu hatırlayacak mıyız? Sonunda ekmek olacak mı?”

Hayal kurmaya cesaret ettik. Ateşkesin getireceği sessizliği, sıcak ekmeğin tadını, doyurucu bir yemeğin rahatlığını hayal ettik. Bazı dükkânlar yeniden açılmaya başladı. Fiyatlar biraz düştü. Aylardır ilk kez ekmek neredeyse ulaşılabilir görünüyordu. Kısa bir an için hayat sokaklara geri dönmüş gibiydi.

Gazze'de, en çok zarar görmüş topluluklar bile umut belirdiğinde farklı nefes alırlar – bu umut birkaç saatlik olsa bile.

Komşum – açlıktan durmadan ağlayan bir bebek de dâhil olmak üzere yedi çocuğu tek başına büyüten bir savaş duluydu – bana çocuklarının açlıktan ağladığını, kendisinin ise çaresizlikten ağladığını anlattı. Ateşkes söylentileri yayıldığında, çocuklarını düzgün besleyebilmeyi, acılarına son verebilmeyi hayal etti. Hepimiz gibi, o da bu umudun yok oluşunu izledi.

Ertesi sabah, her şey çökmüştü. Soğuk ve kesin yeni bir manşet kaderimizi mühürledi: “Müzakereler başarısız oldu. Ateşkes yok.”

Yeni açılmış olan dükkânlar tekrar kapandı. Un bir kez daha ortadan kayboldu. Fiyatlar ulaşılamayacak kadar yükseldi. Gazze dışında medya hala “yolda” olan yardım konvoylarından bahsediyordu, ancak sahada hiçbir şey yoktu. Boş sözler. Boş kamyonlar. Boş eller.

O gün kalplerin nasıl kırıldığını tahmin edebilirsiniz. Sadece ekmek hayal eden bir halkın ruhunun nasıl ezildiğini. Çocukları için çaresizce yiyecek arayan annelerin nasıl hissettiğini.

Gözlerimizi aydınlatan kırılgan umut yok oldu, geriye sadece açlık, korku ve sessizlik kaldı.

Bu ilk kez olan bir şey değildi. Daha önce birçok kez olmuştu. Ve sonrasında da tekrar oldu.

Geçen hafta, Hamas'ın ateşkes önerisini kabul ettiği bildirildikten sonra, bu kez İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tek bir kelimesini bekliyorduk. Belirsizlik dayanılmazdı. Birkaç gün süren sessizliğin ardından, İsrail hükümeti imkânsız taleplerde bulunarak, son müzakere girişimini fiilen sona erdirdi. Bu haber, açlık, yerinden edilme, kayıp ve kederin ağır bir bedel ödettiği bir başka umutsuzluk döngüsüne geri döndürdü bizi.

Bu tekrarlanan ateşkes manşetlerinin tesadüfî olmadığını düşünüyorum — bunlar Gazze halkına uygulanan başka bir ceza biçimi. Başka bir işkence biçimi. Bombalanıyoruz, aç bırakılıyoruz, yerinden ediliyoruz ve sonra haberler bizi bitiriyor.

Umut önümüze sarkıtılıyor, sonra da elimizden alınıyor ve her seferinde bizi daha da zayıflatıyor.

Bu, savunmasız bir nüfusu yıpratmayı amaçlayan kasıtlı, sistematik bir politika. Ruhumuzu kırmak, bizi sürekli belirsizlik içinde yaşamaya zorlamak, yarın için umut etme temel insan hakkını elimizden almak için tasarlanmış. Umudun yükseltilip sonra paramparça edilmesi döngüsü, açlıktan daha derin izler bırakıyor.

Haberleri beklerken açlık giderek daha da bastırıyor. Dışarı çıkın ve yüzlerdeki izleri görün: gözyaşlarını silen erkekler, yorgunluktan sokaklarda bayılan kadınlar, oynamak için bile güçsüz olan çocuklar. Açlık sadece fiziksel bir durum değil, ruhu ezen dayanılmaz bir yük.

Anneler, masaya bir şeyler koyabileceklerini garanti edemedikleri için yemekleri planlamayı bırakıyor. Çocuklar, iyi haberlerin genellikle sabaha kadar bozulduğunu erken yaşta öğreniyor. Aileler, yardımın geleceği duyurulduğunda son eşyalarını satıyor, ancak yardım gelmeyince hiçbir şeyleri kalmıyor.

Bu tekrarlanan yıkım, hükümetlere ve medyaya olan güvensizliği artırmakla kalmıyor, umut kavramının kendisini de aşındırıyor. Buradaki pek çok kişi artık “Bu ne zaman bitecek?” diye sormuyor, “Daha ne kadar kötüleşebilir?” diye soruyor.

Dünya Gıda Programı'na göre, Gazze'deki insanların yüzde 100'ü şu anda akut gıda güvensizliği yaşıyor ve beş yaşın altındaki tüm çocuklar akut yetersiz beslenmeyle karşı karşıya. Kıtlık resmi olarak ilan edildi.

İsrail, en büyük müttefiki olan ABD hükümeti ve İsrailli yetkililerin kendilerinin bile direnişçilerin yardım malzemelerini yağmaladığına dair hiçbir kanıt olmadığını söylemelerine rağmen, abluka önlemlerinin Hamas'a yardım malzemelerinin ulaşmasını engellediğini iddia etmeye devam ediyor.

Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ablukayı “toplu ceza” ve “savaş suçu” olarak nitelendiriyor. Cenevre Sözleşmeleri, toplu cezayı ve zorla aç bırakmayı açıkça yasaklamaktadır.

Bu yüzden sormadan edemiyorum: Tüm bunlar olurken dünya nerede? Bütün bir gezegen, iki milyon insanın aç bırakılmasına, bombalanmasına ve onurunun elinden alınmasına nasıl seyirci kalabilir ve hiçbir şey yapmaz?

Bu sessizlik ağırdır; açlık kadar ruhu da ezmektedir. Bize, acı çekmemizin kabul edilebilir olduğunu, hayatlarımızın sonuçsuz bir şekilde yok olabileceğini söylemektedir.

Tarih, bu suçları işleyenleri kınayacak, ama aynı zamanda kenara çekilip bunların olmasına izin verenleri de kınayacak.

*Shoug Mukhaimar, Gazze'de yaşayan Filistinli bir yazar ve Al-Aqsa Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı öğrencisidir.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş