Filistinlilerin esaretini meşrulaştıran dil

Her baskın, her gözaltı, acımasız toprak gaspı mekanizmasının küçük ama vazgeçilmez bir adımıdır.

Jwan Zreiq’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.


Cevap, şiddet ve esaretin nasıl çerçevelendiğine dair küresel önyargılarla derinden iç içe geçmiştir. Görünüşte benzer iki terimi ele alalım: “rehine” ve “mahkûm”. Rehine, masumiyetin ihlal edildiği, haksız yere alınan bir hayat imajını çağrıştırır. Mahkûm ise süreç, yasallık, hatta belki de suçluluk anlamına gelir. Sonuçta, mahkûm terimi bize esir tutulan kişi hakkında değil, onu hapseden sistem hakkında daha fazla bilgi verir. Peki, sistemin kendisi baskı ve ırk ayrımcılığına dayalıysa ne olur? Bu terimleri, onları kullanan iktidar yapılarını sorgulamadan körü körüne benimsemeli miyiz?

Bunun cevabı, şiddet ve esaretin nasıl çerçevelendirildiğine dair küresel önyargılarda yatmaktadır. Örneğin, Ekim 2023'ten sonra tankından esir alınan Matan Angrest gibi İsrailli askerleri düşünün. The New York Times gibi uluslararası medya kuruluşları, Matan gibi olayları sürekli olarak “tankından kaçırıldı” şeklinde tanımlamaktadır. Bu ifade, askerin savaşçı statüsünü kasıtlı olarak göz ardı ederken, kişisel savunmasızlığını vurgulamaktadır. Bu çerçeveleme, odak noktasını değiştirerek, daha geniş siyasi ve askeri bağlamdan ziyade kişisel acıların anlatımına yönelmektedir. Bu askerler serbest bırakıldıklarında, genellikle siviller ve aile üyeleri olarak topluma yeniden entegre edilirler ve Edan Alexander gibi bazıları İsrail Savunma Kuvvetleri'nde (IDF) hizmetine devam etme niyetini açıklar. Bu açıklamalar ve medyanın onların dönüşünü kutlaması, onların insanlık algısını şekillendirir ve IDF savaş esirlerini Filistinlilere karşı baskı ve apartheid sisteminin aktif katılımcıları olarak değil, şiddetin kurbanları olarak gösterir.

Buna karşılık, medya Filistinlileri “tutuklu” kategorisine indirgiyor; bu terim, onların esaret gerçeğini silip süpürürken, bir yandan da meşruiyet kazandırıyormuş gibi görünüyor. Batı Şeria genelinde İsrail güçleri, erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları hiçbir suçlama veya yargılama olmaksızın rutin olarak baskınlara tabi tutuyor; bu süreç hem keyfi hem de normalleştirilmiş bir süreç. İsrail güçleri, “güvenlik önlemleri” ve “idari gözaltı” gibi yasal bahanelerle bu kişileri süresiz hapis cezasına çarptırmak için tasarlanmış bir sistemle rehin almaktadır. Bu operasyonlara şiddet, ev yıkımları ve kasıtlı olarak korku yaratma eşlik ederken, İsrail sistematik olarak çevredeki toprakları ele geçirerek yerleşim kolonilerini genişletmektedir.

Şu anda binlerce Filistinli, sistematik işkenceye maruz kaldıkları İsrail hapishanelerinde rehin tutuluyor. Rakamlar her şeyi anlatıyor. Son salıverilmelerden önce, 10.000'den fazla Filistinli İsrail hapishanelerinde tutuluyordu ve bunların en az 3.500'ü yargılanmadan idari gözaltında tutuluyordu. Siyasi tutukluların sayısı iki katına çıkarak 5.250'den yaklaşık 10.000'e yükseldi. Tecavüz ve işkenceden elektrik şoklarına ve hiçbir insanın asla maruz kalmaması gereken her türlü aşağılayıcı muameleye kadar, Filistinlilerin bedenlerine ve ruhlarına yönelik bu sürekli saldırı, onları tutuklayan sistemden ayrı düşünülemez. Yine de, İsrail güçlerinin birçok Filistinliyi keyfi olarak tutukladığına dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen, dünya onları sadece “tutuklu” olarak adlandırıyor.

İsrail'in neden yasalara uymaya zahmet ettiğini merak edenler olabilir; sonuçta bu rejimin mantığı apartheid ve kolonileştirmedir. Her baskın, her gözaltı, acımasız toprak gaspı mekanizmasının küçük ama vazgeçilmez bir adımıdır. İsrail, uluslararası hukukun gerektirdiği için yasallık kurgusunu sürdürmektedir. Böylece, “mahkûm” etiketi, gerçekte yapısal ve kasıtlı olan uluslararası hukuk ihlallerini meşrulaştırma işlevi görüyor. Bu terminoloji, baskıyı prosedüre dönüştürüyor, esaretin ahlaki ağırlığını ortadan kaldırıyor ve sistematik şiddeti normalleştiriyor. Bu terminoloji, sadece şiddet mağdurlarını nasıl algıladığımızı değil, kimin acısını tanıma değerinde gördüğümüzü de belirliyor.

Bu söylemde, Filistinlilerin deneyimi, bireysel insan hikâyelerine pek yer bırakmayan, kolektif bir dayanıklılık, soyut bir acı olarak nitelendirilir. Buna karşılık, İsraillilerin acısı kişiselleştirilir, insancıllaştırılır ve kutsallaştırılır. “Rehine” ile “tutuklu” arasında ayrım yapan bu tür bir dil, empati ve meşruiyet açısından derin eşitsizlikler yaratarak, güç dengesizliklerini pekiştirir ve uluslararası kamuoyunu ve algıyı şekillendirir.

Kırmızı Kurdele Hareketi, bu şiddetin devam etmesine izin veren steril dili reddediyor. Kırmızı kurdele, görünür bir reddetmedir, tüm bir nüfusu terörize etmek ve devam eden mülksüzleştirmeyi kolaylaştırmak için tasarlanmış toplu rehin alma eylemine “idari gözaltı” ve “güvenlik önlemleri” gibi terimleri kabul etmeyi reddetmektir.

Dr. Mustafa Barguti, dünya çapında insanları Kırmızı Kurdele Hareketi'ne katılmaya ve İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli rehinelerle dayanışma içinde kırmızı kurdeleler takmaya çağırıyor. Bu görünür reddetme eylemi, bu şiddetin devam etmesine izin veren dili sorgulamamızı gerektiriyor.

Bu acil durum, derhal harekete geçilmesini ve dayanışmayı gerektiriyor. Etiketlerin kendisinin koruduğu soruya geri dönüyoruz: Kimler rehine olacak kadar insan sayılıyor, kimler ise sadece bir istatistik?

Kırmızı kurdele şu cevabı veriyor: “İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinliler apartheid'ın rehineleridir ve dünya bu gerçeği şimdi, daha sonra değil, eninde sonunda değil, devam eden şiddet ve esaretin yaşandığı bu anda kabul etmelidir.”

* Jwan Zreiq, Ürdün'de yaşayan Filistinli bir yazardır. Dijital ürün geliştirme alanında deneyime sahip olan yazar, kişisel ve politik denemelerinde kimlik ve dilin sömürgecilik karşıtı bir araç olarak kesişim noktalarını ve iktidar sistemlerini araştırmaktadır.

Çeviri Haberleri

Gazze'de kış: Bir savaş silahı olarak bez çadırlarda ve soğukta yaşamak
Arap baharı henüz sona ermedi ve Arap rejimleri de bunun farkında
Suriye'de IŞİD saldırısında üç Amerikalı öldü, ABD'nin stratejisi hakkında yeni sorular ortaya çıktı
Uluslararası toplum, İsrail'in güvenlik söylemi ve iki devletli çözüm paradigması
Gazze'de yerinden edilmişlerin suya ulaşmak için mücadelesi: 'Engebeli ve kumlu bir yol'