Mustafa Çelik/Yeni Akit
Evinin zalimi cihad cephesinin âlimi olamaz
Ailemiz, kalbimizin olduğu yerdir. Kalbimizi koruduğumuz gibi, ailemizi koruyacağız. Kalbin durması hayatın son bulmasına sebep olduğu gibi, ailenin zayi edilmesi de dünya ve âhiretin zayi olmasına sebeptir.
Aile, Beytullah’tan bir parçadır. Ehl-i beyt olmak, Kâbe’yi tavaf edenlerden olmaktır. Ailede karanlığı delebilecek iki ışık vardır; merhamet ve meveddet… Merhamet ve meveddetin olmadığı aile, bir karanlıklar mahzenidir. Merhamet içimizde bir yerlerde sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturan ve bizi en temel halinde insanlığımıza geri çağıran bir duygudur. Bu duyguyu kaybedenler, aile ocağını karanlıkta bırakan canavarlara dönüşürler.
Yaşama hakkını sadece kendilerine reva görenlerin öteki saydıklarına karşı yıkıcı/ yok edici potansiyeline sahip olan zalimlerden aile reisi olmaz. Kalbin sesini dinleyebildiğimiz, daha gerçek, daha kendimiz olabildiğimiz, daha adil bir dünyanın oluşumu için bir çakıl taşı dahi olsa koyabildiğimiz ilk yer ailemizdir. Ailesini iyilikten ve güzellikten mahrum bırakandan iyilik ve güzellik savaşçısı olmaz.
İnsan olarak, olabileceğimizin en iyisi olduğumuz yer ailemizdir. ‘Mümkün dünyaların en iyisi’ için çabaladığımız, onardığımız ama bozmadığımız bir yer aranıyorsa o da ailemiz olmalıdır. Ailemiz bizim cihad ocağımızdır. Ailede iyilik çiçeklerini çoğaltmayanlar, cihad cephesinin âlimleri değil zalimleri olurlar. Daha doğrusu şer çiçeklerinin bekçileri olurlar.
Evini, eşini ve çocuklarını ihmal pahasına dini hizmetler yapmak uygun değildir. Bu yolu tercih eden bir kimseye, “Helal olsun sahabe gibi hizmet yapıyor, bu uğurda candan canandan geçmiş” denilemez. Her Müslümanın, kendine, eşine, çocuklarına, akrabalarına, komşularına ve dostlarına karşı vazifeleri vardır. Bir vazifeyi yaparken diğerini ihmal etmek doğru değildir.
Ancak her birine karşı farz, vacip, nafile ya da adap açısından görevleri olabilir. Evinin, eşinin ve çocuklarının farz ve vacip görevlerini yerine getiren bir kimseye, ailesiyle ilgilenmiyor, denilmez. Toplumun gelenek, görenek ve adetlerini yerine getirmiyor, diye itham etmek dini açıdan doğru değildir. Acaba aynı kimse ticaretle uğraşsaydı, onlarca şirketin sahibi olsaydı ve evine hiç zaman ayıramasaydı aynı itirazlar yapılabilecek miydi?
Dini bilgisi olanların evini, eşini ve çocuklarını, dini açıdan sorumlu kılacak bir ihmalkârlık içine girmeyeceği kanaatindeyiz. Kişi aile reisi olarak evinin, eşinin ve çocuklarının dini ve dünyevi açıdan olmazsa olmaz ihtiyaçlarını yerine getirmiyorsa, elbette sorumlu olur. En azından farz ve vacip olan görevlerini yerine getirmek zorundadır. Yoksa hem Allah katında hem de kul yanında sorumlu olur. Diğer taraftan, her bir ev bir medresedir. Eşimiz, çocuklarımız ve eğer varsa anne babamızla birlikte neden bir medrese ortamı kurmayalım: “Herkes evini bir tevhid medresesine” çevirebilir.
Aile bize angarya olmamalı, anne ve babalık gereksiz görülmemeli. Her Müslüman içinde bulunduğu şartlara göre hizmet etmekle mükelleftir. Aile de bunlardan biri ve en bincisidir... Rabbimiz uyarıyor:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim Sûresi/ 6)
Kendi evlerinde cehenneme açık hale gelenleri, cehennem ehlinden ayrıt etmek mümkün değildir. Aile ocağında eşinize, çocuklarınıza zulüm eden bir zalim olmuşsanız, cihad cephesine gidip zalimlere karşı savaşamazsınız. Zalimlere karşı cihad eden mücahidlere ders veren âlim de olamazsınız. Müslümanlar olarak bizim cihadımız ve medeniyetimiz aile olacağında başlar. Ailede cihadı ve medeniyeti kaybetmişleri cihad cephesine sürseniz bile kötülüklere işçilik ve bekçilik etmekten öteye götüremezsiniz.
Cihad; Allah yolunda Allah için özlem ve değerlerdir. Aidiyet hissidir, paylaşılmış tarih ve acılardır. Aile ferdleri arasındaki derin bağ ve birlik duygusudur.
Vahiy kaynaklarımızdan öğrendiğimiz hakikat şudur ki: Evine, eşine ve aile bireylerine karşı sorumluluk taşıyan kimselerin —annelerin ve babaların—, ibadet hayatları ile ailevî vazifeleri arasında hassas bir denge kurmaları zaruridir. İman hizmetinde veya ibadetlerinde yoğunluk yaşayan bir erkeğin, bu meşguliyet sebebiyle eşini ihmal etmesi caiz olmadığı gibi, ibadet hayatına kendini vermiş bir kadının da, eşinin hakkını gözetmemesi asla helâl değildir.
Erkek, ibadet ve hizmet yolundaki yoğunluğunu eşiyle paylaşmalı, onun duasını ve desteğini almalı; evinin maddî ve manevî idaresinde bir aksamaya meydan vermemelidir. Aynı zamanda, eşinin ihtiyaçlarına kulak vermeli ve taleplerine karşı duyarsız kalmamalıdır. Kadın da ibadet hayatını eşiyle paylaşmalı, onun rızasını, duasını ve desteğini gözetmeli; ancak bunu yaparken, eşinin beklentilerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelmemelidir. Aile hayatının bu dengeli ahengi, hem dünyevî hem de uhrevî saadetin anahtarıdır.