Devlet özür diler mi? Kimdir nedir devlet? Mesela yemek yer mi, su içer mi?
Otobüse, uçağa biner mi? Tarla sürer mi, düğün dernek evlenir, okula gider mi, dişlerini fırçalar, ayağı takılınca yere düşer mi? Hayır… Hiç biri… Çünkü devlet, gerçek anlamda bir kişi değildir. Toplumsal sözleşmeyle kurduğumuz, aslında olmayan, “hükmi şahsiyet”tir o…
Bizim için, yani gerçek kişiler için vardır devlet.
Gerçek kişilern hukukunu, gerçek kişilerin arasındaki ilişkilerin niteliğini adalet, eşitlik, barış ve selamet adına düzenlemek için vardır… Var kılarız onu…
Peki devlet idaresini yasal seçim yoluyla ve temsil ilişkisi düzeyinde teslim ettiğimiz kabinenin Adalet Bakanı niçin özür diliyor? Devlet adına, gerçek kişilere yöneltilen bu özrün anlamı ne olabilir?
Bu özür, aslında gerçekte olmayan kişinin, gerçekte var olan kişiler aleyhine işlediği haksızlıkları fark edip serdettiği insani bir eylemdir. Şaşırtıcı oluşu ise belki tarihimizde ilk oluşudur. Devletin, insanlaşması diyorum buna… İnsanileşmesi, medenileşmesi, kafaya inen balyoz şeklindeki kör egemenlik tutkusundan vazgeçmesi…
İşkence ve fena muamele, uzun yıllardır başa çıkamadığımız mühim bir hukuk kaybıdır. İnsanlar gözaltında ve tutukevlerinde insan onuruna yaraşmayan şekilde uğratıldıkları kötü muamelelerle, yaşama ve varolma haklarını kaybetmektedir. Sakat kalanlar, akıl sağlığını yitirenler ve hatta ölenlerin istatistikleri ile hiç de onur duyulmayacak bir geçmişimiz var… Bu uzun ve karanlık koridor, bugün içinde yandığımız pek çok toplumsal meselenin de özü ne yazık ki…
12 Eylül döneminde özellikle Diyarbakır Hapishanelerinde yaşanan akıl almaz vahşetin neticelerini bugün başa çıkamadığımız terörün ruhunda bir bumerang gibi topluma saplanmış halde bulmuyor muyuz? Sadece bu mu? 61 Anayasamız, işkence görmüş bir Başbakan’ın ipte sallanan resimleri üzerinde oturmuyor mu? Meclis'te temsil edilen Büyük Birlik Partisi’nin lideri, işkenceye maruz kalmış o günkü gençliğin, hayatta ve sağlam kalabilmiş örneklerinden birisi değil mi? Yaşı büyütülerek idam edilmiş gençlerin sesi kısık, çığlığı kopuk siyah hatıralarını çiğneyerek gelmedik mi bugünlere?
Niçin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in özrünü yadırgıyorlar? Sayın Bakan, tam da gerçek bir kişiye, bir hukukçuya, bir avukata, hukuka ve onura inanmış bir insana, bir babaya, bir erkeğe en çok yakışan şeyi sergilemiyor mu? Hepimiz adına, evladını işkence altında yitirmiş tüm annelere ve babalara yöneltilmiş bir özür bu…
Bu özrü; iktidarsızlık olarak kabul edenlere yazıklar olsun!
İktidar; elleri kelepçeli insanların ağzını burnunu kırarak, kafasını gözünü patlatarak sağlanan bir şeyse, olmaz olsun…
Birleşmiş Milletler İşkence Özel Raportörü Manfred Nowak; “İşkenceyi; zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleden ayıran kesin ölçü; çekilen acı veya ızdırabın yoğunluğu değil, davranışın amacı ve mağdurun çaresizliğidir” diye not düşmüş… Gerçekten de nedir işkencecinin amacı? Kamu görevlisinin, kamu yararına ve kamu adına gerçekleştirdiği bir eylem midir işkence? Kanuni bir cezalandırma şekli midir? Elleri kelepçeli bir insanın vücuduna elektrik vererek veya üstüne vahşi köpek salarak, ya da dışkı yedirtip tecavüz ederek, ele geçirilen şey nedir? İktidar mı, hukuk mu, adalet mi?
Adalet Bakanımızın özrünü, tarihimizde hukuk ve insan onuru adına açılmış çok önemli bir sayfa olarak görüyorum… Cesur ve insanca, hakça bir davranış… Umarım kendi politik görüşü dışındaki işkenceleri normal karşılayıp sümen altı eden tüm vicdansızlara da örnek olur!
VAKİT