Bu dizilerin din ile ne derdi var?

Türkiye’de yayımlanan diziler, mecraları fark etmeksizin bir şekilde dinle sorunlu ilişki kuran bir konu veya karakter barındırıyorlar.

Erkam Kuşcu / HAKSÖZ HABER

Bu dizilerin din ile ne derdi var?

Televizyon ve sinemada din karşıtlığı yeni bir olgu değil. Türkiye’de sinemanın kurumsallaşmasına kadar götürülebilecek olan bu durum çehresini değiştirse de varlığını korumaya devam ediyor.

Yeşilçam filmlerindeki düzenbaz dindar tiplemesi veyahut dini(!) içerikli filmlerin galiz hatalar içeriyor olmasını bir nebze de olsa aştığımızı söylemek mümkün. Bunu bir gelişme olarak görmek ise çok mümkün değil. Zira artık din karşıtı söylemin daha farklı bir şekilde, daha estetik bir biçimde ifade edildiğine şahit oluyoruz.

Bu kısa analizde incelemek istediğimiz iki örnek, Kırmızı Oda ve Masumlar Apartmanı isimli yapımlar. İkisi de kitap uyarlaması olma özelliğine sahip. Masumlar Apartmanı, gerçek bir hayat hikayesi olduğunu iddia eden bir dizi. TRT’nin bu yeni dizisi görebildiğimiz kadarıyla ciddi ilgi topladı. Dizi bir ailenin temizlik hastalığı olan büyük kızının başından geçenlere odaklanıyor. Kendisiyle aynı sorunu yaşayan bir kız kardeşi ve bu cinnet evinde yaşamaya çalışan bir de küçük kız kardeşi var. Erkek kardeşleri ise görebildiğimiz kadarıyla bu tarz sorunlardan ziyade ‘aşk’ sorunlarıyla uğraşıyor. Alzheimer başlangıcı olan bir baba da aynı şekilde bu evde yaşıyor.

Obsesif kompulsif bozukluk olarak değerlendirilen temizlik hastalığı ne kadar yıkanırsa yıkansın bir zemin, insan, mekan vs. ‘kirlerden’ arınmadığı düşüncesine dayanıyor. Belirli bir takıntı söz konusu yani. Dizinin şu ana kadar yayımlanan bölümlerinde bu takıntının ortaya çıkarttığı trajik veya trajikomik durumlara şahit oluyoruz. 

Başkarakterimiz Safiye’nin temizlik hastalığı izleyicinin ekran karşısında şaşkınlık, üzüntü, öfke hislerine boğulması sağlıyor. Ağır dram içeren yapım, takıntısı yüzünden aslında ‘kendine ait bir yaşam’ kuramamış Safiye’nin kendisine ve çevresindekilere yaşattıklarına odaklanıyor. Gözümüze sokulup duran bu durum artık gına getirecek şekilde abartılıyor. Bir takıntı hastalığının bile kendi içinde bir doğallığı olması lazım. Ancak doğallık, hayatın olağan akışı vs. gibi hususlar televizyonda pek bir şey ifade etmiyor ne yazık ki.

Safiye’nin takıntısının sebebi nedir diye sorduğumuzda ise karşımıza sinema-televizyon dünyasında alışık olduğumuz bir ‘problem’ çıkıyor: Din. Safiye’nin temizlik takıntısının çocukluk yaşlarında annesinden gördüğü şiddetten kaynaklı olduğunu -şuan için- söylemek mümkün. Bir sahnede annesi okul dönüşü Safiye’yi hırpalarken şöyle bağırıyor: “Utanmaz, ahlaksızlık yapıyorsun, Allah’ın cezası, pisliksin sen. Ne kadar yıkasam temizlenmezsin!” Annesinin kendisine yaptığı şeyin aynısını Safiye’de ‘oğlanlarla’ konuşurken gördüğü küçük kız kardeşine yapıyor. Safiye'nin hikayesinde tek başına olmasa bile bir yönüyle dini merkeze alan bir sorunsal söz konusu gözüküyor.

İkinci örneğimiz Kırmızı Oda ise daha komplike bir yapıya sahip. Birden fazla psikolojik sorun yaşayan karakteri barındıran dizi, büyük oranda bir psikoloğun odasında geçiyor. Hikâyenin başlangıcı itibariyle din ile en alakasız görülebilecek karakterlerden Alya isimli hasta yaşadıklarını psikoloğuna aktarıyor. Annesi tarafından akıl almaz zulümlere maruz kalan Alya, şiddet görüyor, aç bırakılıyor tüm bunların sonucu olarak da ilerleyen yaşlarında nevrotik bir insana dönüşüyor. Başkalarıyla iletişim kurmakta zorluk çeken, konuşurken kekeleyen, kavgacı, aksi bir insan oluyor. Psikoloğu tedavi için ona tavsiyelerde bulunurken, yaşadıklarının sebebinin kendisi olmadığını artık annesini aşması gerektiğini söylediği anda şöyle bir cevap alıyor: “Günah olmaz mı? Cehennemde yanmaz mıyım? Günahkâr değil miyim ben?”

Sinema açısından pek tercih edilmeyen, işin özünde açıkça sinematik bulunmayan uzun ve sıkıcı iç konuşmalar barındıran Kırmızı Oda’da gerçek hayat hikâyelerinden oluştuğunu iddia ediyor. İki yapımda biraz kaba bir tabir olabilir ama ‘duygu pornosu’ olarak ifade edebileceğimiz izleyiciyi hislerinden şartlamaya çalışan ve anlatmak istediklerini buradan anlatan bir ritimde işliyor. Hayatın olumsuzlanması üzerine kurulu olan bu içerikler, kötücül bir gelecek perspektifi çiziyor. Her şeyin aksi gittiği, her şeyin paranoyaklık içerisinde işlediği bir suçluluk-günahkarlık ilişkisi üzerinden insanların duygularını tahrip ediyor. Eğer ki sabredip sonuna kadar izleyebilirseniz yorulmuş olarak kalkıyorsunuz televizyonun başından.

Az evvel zikretmeye çalıştığımız olumsuz hayat ve kötücül insanlık düşüncesi bir yönüyle de günah fikrinden hareketle inşa ediliyor. Dinle sorunlu bir ilişki kuran ebeveynler bunu evlatlarına yansıtıyor ve ortaya psikolojik olarak harap halde insan profilleri çıkıyor. Buradaki günah düşüncesi ise bizdeki günah telakkisine hiç benzemiyor. Daha ziyade Hıristiyanlığın ilk günah teorisinden hareketle oluşturulmuşa benzeyen günah söylemi bu sebeple çok yapmacık kaçıyor.  

Batı sinemasında çokça alışık olduğumuz günah çıkarma sahneleri, din menşeli korku filmleri, günahın aşılması mümkün olmayan bir şey olduğu fikrinin orada bir kökeni var. Hıristiyanlık düşüncesine Aziz Augustin tarafından yerleştirilen ilk günah teorisi, Tanrının, Hıristiyanların günahlarını da üstlenerek yeryüzünden çekilişini anlamlandırmak için kuruluyor. Herkesin doğuştan günahkar olduğu düşüncesi İsa’nın öncesinde Adem ile başlayan süreçten kaynaklanıyor. Zira Adem şeytana uyup yeryüzüne atılıyor. İsa ise çarmıhta bu günahların kefaretini ödeyerek insanlığı kurtarıyor. Ademoğlu olarak doğanlar bu sebeple vaftiz olup günahlarından arındıktan sonra Hıristiyan olabiliyorlar.

Günahın önemli bir teolojik kurucu unsur olduğu Batı dünyası açısından bu duruma eğilen yapımlar olumlu görülmese bile anlaşılabilir. Ancak bizim inanç geleneğimizde veyahut anlam dünyamızda günah ile böylesi bir ilişki yok. Günah işlemekten doğan ceza şahsî olup kişi kendi yaptığından sorumludur. Hiçbir kimse başkasının cezasını üstüne alamadığı gibi atalarının işlediği günahtan dolayı da sorumlu tutulmaz.1 Allah'a ortak koşma (şirk) dışında salih niyetle yapıldığı takdirde tövbesi kabul edilmeyecek bir günah da zikredilmemektedir. Bunun dışında bu konu İslam düşünce geleneğinde genelde hukuki bir çerçevede ele alınıyor.

Hal böyleyken durmadan empoze edilen bir şekilde dizilerin günah fikrine yaslanması gerçeklikten uzak ve sahte bir durumu ortaya çıkartıyor. Bu tarz paranoyakça örnekler olabilir ancak bu istisnaların ‘gerçek hayat hikâyesi’ şeklinde tanıtılıp ağır dramatik unsurlarla izleyiciye boca edilmesi art niyetli bir tavrın göstergesi değil mi?

 

[1] İslam Ansiklopedisi, Günah maddesi (detaylı bilgi için bakılabilir)

Kültür Sanat Haberleri

Filistinli esir yazar, Uluslararası Arap Romanı Ödülü'nü kazandı
Umran dergisinin Nisan 2024/356. sayısı çıktı
Üsküp yolları taştan
İsrail'in saldırılarında öldürülen Gazzeli Rim'in anısı çocuklar için kitaplaştırıldı
Şair Ali Emre: Şiir edebiyat ormanının en nadide ağacıdır