Oral Toğa - İRAM (İran Araştırmalar Merkezi)
Temel Çıkarımlar
• 8 Aralık 2024’te Esed rejiminin ani devrilişi, İran’ın onlarca yıllık “ileri savunma” stratejisini çökerterek Tahran’da derin bir stratejik şok yaratmış ve iç hesaplaşma dalgasını tetiklemiştir.
• Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni Suriye yönetimi İran ekseninden hızla uzaklaşıp Batı ve Arap dünyasıyla normalleşmeye yönelmiş, BM Genel Kurulu, Beyaz Saray ve Moskova temaslarıyla ülkeyi yeniden uluslararası sisteme entegre etmeye odaklanmıştır.
• Tahran’dan Lübnan’a uzanan kara ikmal hattının kopması ve Hizbullah’ın ikmal kapasitesinin daralması, İran’ın “direniş ekseni”ni çevreleyerek caydırıcılık stratejisini işlevsizleştirmiş, İran’ı ilk kez belirgin bir bölgesel savunma pozisyonuna itmiştir.
• Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye, Körfez ülkeleri ve Batılı şirketler başat aktör haline gelirken yeni yönetimin Esed dönemine ait borçları reddetmesi ve İran projelerini iptal etmesi, Tahran’ın onlarca milyar dolarlık yatırımını siyasi ve ekonomik bir “batık maliyet”e dönüştürmüştür.
• Suriye’nin kaybı, İran içinde rejim söylemi ile toplumsal algı arasındaki makası açmış, Esed rejimine verilen desteğin bilançosu, “İran’ın bölgesel güçten sıradan devlete gerilemesi” ve “ileri savunma doktrininin çöküşü” ekseninde sert tartışmalara konu olmuştur.
• Yeni Suriye yönetimi, ulusal egemenliği güçlendirme, yabancı askerî varlığı sonlandırma ve yeniden inşa için Batı ve Körfez sermayesine yönelme hedefleri doğrultusunda İran’la stratejik mesafeyi kurumsallaştırmış, İran ise sınırlı isyan ve vekil grup denemelerine rağmen sahada kaybettiği derinliği geri kazanamamıştır.
• Aralık 2024-Aralık 2025 arasındaki bir yıllık dönem sonunda İran-Suriye stratejik ortaklığı fiilen sona ermiş, Suriye İran’ın etki sahasından çıkarak yeni bir dış politika rotasına yönelmiş ve bu kopuş bölgesel güç dengelerinde kalıcı bir kaymaya yol açmıştır.
Giriş
İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye ile kurduğu stratejik ittifak, on yıllar boyunca Tahran’ın bölgesel güvenlik mimarisinin en kritik bileşenlerinden birini oluşturmuş ve “direniş ekseni”nin Akdeniz’e uzanan hattında merkezî bir işlev görmüştür. Bu nedenle 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin ani ve hızlı çöküşü bir müttefikin kaybı olmaktan ziyade İran’ın Ortadoğu stratejisinin yapısal dayanaklarını sarsan derin bir jeopolitik kırılma olarak değerlendirilmiştir.
Bu ani çöküşe inanmakta zorlanan Tahran’daki ilk tepkiler, büyük bir stratejik yenilgi hissi şeklinde tezahür etmiştir. Esed’in devrilmesi, İran tarafından doğrudan “düşmanların” tertiplediği bir komplo ve “direniş ekseni”ni temelden sarsan ağır bir darbe olarak değerlendirilmiştir. Rejimin en üst kademelerinde bu beklenmedik çöküşün nedenlerine ve sonuçlarına ilişkin yoğun bir iç muhasebe ve suçlama süreci yaşanmıştır. Devrim Rehberi Ali Hamenei’nin yaptığı konuşmada “komşu ülkeleri” suçlaması, bu siyasi travmanın Tahran’daki yansımalarını daha da görünür kılmıştır. İran basınında hâkim olan öfke dili, ülkenin Suriye’ye on yıldır aktardığı devasa askerî ve ekonomik yatırımın günler içinde buharlaşmasının yarattığı stratejik kırılganlığı açık biçimde ortaya koymuştur.
Rejimin çöküşü, İran’ın sahadaki fiziksel varlığının kaotik ve aceleci bir şekilde tasfiye edilmesine yol açmış, Tahran’ı kendi sınırlarına yönelebilecek olası saldırılara karşı hazırlıkları hızlandırmaya sevk etmiştir. 2025 yılının ilk yarısı bu hazırlıklarla geçmiştir. Bu dönemde bir yandan iç cephe güçlendirilirken, diğer yandan hazırlıklar askerî ve diplomatik olmak üzere iki kulvarda eşzamanlı olarak hız kazanmıştır. Diplomatik alanda olası bir çatışmayı önleyecek müzakere yolları aranırken, askerî cephede tatbikatlar yoğunlaştırılmış ve görülen eksiklerin giderilmesine yönelik adımlar hızlandırılmıştır.
Esed rejiminin çöküşünden hemen önceki günlerde ve sonrasında İran’ın Suriye’den çekilme biçimi, stratejik bir geri çekilmeden ziyade ani bir kaçış görüntüsü vermiştir. Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve diplomatik personelin sahadan hızla çekilmesi, Tahran’ın kontrolü tamamen kaybettiğini gösteren kaotik bir sürece dönüşmüştür. Devrimden bir süre önce Şam ile Tahran arasında var olduğu öne sürülen gerilimin bu çöküşte ne ölçüde etkili olduğu sorusu da gündeme gelmiştir.
DMO’nun Suriye’den çıkışı, sahadaki operasyonel varlığın kısa süre içinde tamamen tasfiye edilmesi anlamına gelmektedir. 5 Aralık 2024’te Şam’daki bir DMO karargâhında görev yapan üst düzey bir İranlı komutanın yaklaşık 20 Suriyeli subaya “Bugünden itibaren Suriye’de Devrim 7Birinci Yılında Suriye Devrimi: Şam-Tahran Hattında Neler Yaşandı? Muhafızları olmayacak. Gidiyoruz” şeklinde bilgi verdiği aktarılmaktadır.1 Aynı günlerde DMO’ya bağlı Suriyeli subaylar ile İran Büyükelçiliği’ndeki yerel personele bir ila üç aylık maaşlarının peşin ödenmesi ve görevlerinden ayrılmalarının istenmesi, İran’ın sahadaki ağını fiilen kapattığının en açık işaretlerinden biri olarak değerlendirilmiştir.
5 Aralık akşamında Şam’daki İran Büyükelçiliği’nin tamamen boşaltılmasıyla diplomatik personel, üst düzey DMO subayları ve İran vatandaşı yerel çalışanlar Lübnan sınırı üzerinden Beyrut’a yönelmiştir. 5-6 Aralık tarihlerinde Suriye-Lübnan geçiş noktası Cdeidet Yabus’ta sekiz saate varan araç kuyrukları oluştuğu ve geçişlerin ciddi biçimde yavaşladığı görgü tanıkları tarafından aktarılmıştır. 6 Aralık sabahı itibarıyla İran Büyükelçiliği ve Şam genelindeki güvenlik noktalarının tamamen boşaltıldığı tespit edilmiştir. Rejimin çöküş sürecinde “Hacı Cevad” kod adıyla bilinen üst düzey İranlı askerî yetkili ve beraberindeki kadronun 5 Aralık’ta Rusya’nın Hmeymim Üssü’ne tahliye edilip oradan Tahran’a gönderildiği bildirilmiştir.
Tablo-1
Stratejik Eksende Kopuş: Siyasi ve Diplomatik Yeniden Hizalanma
Esed rejimi döneminde on yıllar boyunca uluslararası izolasyona mahkûm olan Suriye için diplomatik yeniden hizalanma, 2024-2025 geçiş döneminin en temel stratejik zorunluluğu haline gelmiştir. Ahmed eş-Şara liderliğinde kurulan yeni geçiş hükümeti, ülkenin dış politikada marjinalleşmesine yol açan eski ittifak ağlarından hızla uzaklaşarak Suriye’yi yeniden uluslararası topluma entegre etmeyi amaçlayan kapsamlı bir yönelim değişikliğine gitmiştir. Bu değişim, Tahran merkezli nüfuz ekseninden çıkarak Batı ve Arap dünyasıyla ilişkilerin normalleştirilmesine öncelik verilmesi şeklinde somutlaşmıştır.
2025 yılı boyunca atılan diplomatik adımlar, Şam’ın yeni dış politika mimarisinin temelini oluşturmuştur. Eylül 2025’te Başkan eş-Şara’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na (BMGK) hitap etmesi, Suriye’nin uzun kesintinin ardından küresel diplomatik platforma dönüşünün sembolik ve siyasi açıdan kritik bir başlangıcı olarak okunmuştur. Bu adımı Kasım 2025’te gerçekleşen tarihî Beyaz Saray ziyareti takip etmiş, bir Suriye liderinin ilk kez Washington’da ABD Başkanı ile görüşmesi, yalnızca ikili ilişkilerin normalleşmesi açısından değil yeniden inşa ve güvenlik iş birliği konularında yeni bir çerçevenin oluşması bakımından da önemli bir kırılma noktası olmuştur.
Şam’ın bu yapıcı adımları karşılıksız kalmamış, ABD ve Avrupa Birliği (AB) Suriye’nin uluslararası toplumla yeniden bütünleşme iradesini desteklemek amacıyla Sezar Yasası dâhil çeşitli yaptırım mekanizmalarını askıya almıştır. Bu karar, Suriye’ye yönelik uluslararası angajman, insani yardım ve yatırım akışının önünü açarak geçiş hükümetine önemli bir ekonomik ve diplomatik manevra alanı sağlamıştır.
Ekim 2025’te eş-Şara’nın Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşme ise Suriye-Rusya ilişkilerinin “yeniden tanımlanması” arayışının kurumsallaşmasını ifade etmektedir. Şam bu yeni çerçevede Moskova ile ilişkilerini sürdürmekle birlikte, Rusya’nın Suriye’deki kalıcı askerî etkisini İsrail’in bölgesel hamleleri karşısında dengeleyici bir unsur olarak kullanmayı, aynı zamanda Esed rejiminden kalan güvenlik yapılarını yeniden silahlanma ve yayılmacı eğilimlerden uzak tutmayı hedeflemiştir.
Bu bütüncül diplomatik konumlanma, Suriye’nin uluslararası arenada meşruiyetini yeniden tesis ederken İran’ın bölgesel çekilme süreciyle eşzamanlı olarak Tahran’ın diplomatik izolasyonunun derinleşmesine yol açmıştır. Böylece Şam ile Tahran arasındaki tarihsel ittifakın çözülmesi, iki ülkenin dış politikada tamamen zıt yönlerde ilerlediği bir jeopolitik tabloyu ortaya çıkarmıştır.
“Direniş Ekseni”nin Kırılışı: Vekil Güçlerin Akıbeti ve Stratejik Kayıplar
İran’ın “ileri savunma” doktrininin merkezinde yer alan en kritik bileşen, Tahran’dan başlayıp Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a ulaşan kara lojistik koridorudur. Suriye, bu hattın hem coğrafi hem de siyasi kalbini oluşturarak İran’ın en önemli vekil gücü olan Hizbullah’a silah, mühimmat ve finansal destek akışını mümkün kılan stratejik bir transfer alanı işlevi görmüştür. Bu koridor, Tahran’ın İsrail’e karşı caydırıcılığının sürekliliği açısından hayati rol oynamaktadır.
Esed rejiminin çöküşü, bu stratejik hattı bir gecede işlevsiz hâle getirmiştir. Nitekim Hizbullah lideri Naim Kasım, 14 Aralık 2024 tarihli konuşmasında “Suriye üzerinden tedarik yolumuzu kaybettik” ifadesiyle durumun ciddiyetini açık biçimde ortaya koymuştur. Söz konusu “oksijen hattının” kesilmesi, 2024’te İsrail ile yaşanan yüksek yoğunluklu çatışmada ağır kayıplar veren Hizbullah’ın yeniden inşasında İran’ın kapasitesini kritik ölçüde sınırlandırmıştır. Hizbullah sahada bir güç olarak varlığını koruyor olsa da Tahran’dan gelen düzenli ve güvenli lojistik akıştan artık mahrumdur. Dolayısıyla kara köprüsünün çöküşü, yalnızca bir tedarik ağının değil, İran’ın bölgesel güvenlik mimarisinin temel direklerinden birinin yıkılması anlamına gelmektedir.
Bu gelişme ve aynı dönemde yaşanan diğer bölgesel kırılmalar, Tahran’ı hem iç hem de dış politikada stratejik bir yeniden konumlanma sürecine zorlamıştır.
İran’ın on yıllardır uyguladığı “ileri savunma” stratejisi, çatışmayı kendi sınırlarından uzakta karşılamaya ve ABD ile İsrail’in bölgesel etkisini vekil ağlar üzerinden dengelemeye dayanıyordu. Bu konseptin omurgasını Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de konumlanan devlet ve devlet dışı aktörlerden oluşan “direniş ekseni” oluşturuyordu. Bu eksen içinde Suriye, coğrafi konumu ve Esed rejiminin Tahran’a bağlılığı sayesinde “bel kemiği” olarak görülmekteydi.
Esed’in düşüşü, bu doktrine şimdiye kadar yönelmiş en büyük stratejik darbeyi teşkil etmektedir. Suriye’nin kaybı, İran’ın İsrail’e karşı birincil cephesini fiilen kapatmış, Tahran’ın bölgesel nüfuz projeksiyonunu yapısal düzeyde sarsmıştır. Ortaya çıkan tablo, İran’ı uzun yıllardır ilk kez belirgin bir savunma pozisyonuna çekmiştir.
Hamas’ın Gazze’de, Hizbullah’ın Lübnan’da ve Suriye/Irak hattındaki milis ağlarının zayıflamasıyla birlikte, İsrail’i kuşatma stratejisinin merkezinde yer alan “ateş çemberi” konsepti artık literatürde “çözülmekte olan” bir yapı olarak değerlendirilmektedir. Suriye’nin kaybı, İran’ı stratejik derinlikten mahrum bırakarak bölgesel güç dengelerini Tahran’ın aleyhine radikal biçimde değiştirmiştir.
Ekonomik Perspektiften Suriye’nin Yeniden İnşası ve İran’ın Geri Çekilişi
Devrimin ardından geçen bir yıl içinde Suriye ve İran’ın ekonomik rotaları keskin biçimde ayrışmıştır. Suriye, savaşın enkazından çıkarak uluslararası sisteme yeniden entegre olma sürecine girmiş; yeniden inşa, yatırım ve mali destek kanallarını hızla açmıştır. Buna karşılık İran ekonomisi, artan dış baskılar, yaptırımların geri dönüşü ve iç yapısal kırılganlıkların birleşimi sonucu ciddi bir daralma yaşamaktadır.
Beşşar Esed rejiminin Aralık 2024’te devrilmesinden sonraki bir yıl içinde İran’ın Suriye’deki tüm ekonomik varlığı fiilen çökmüştür. Tahran’ın “stratejik derinlik” doktrini çerçevesinde on yıllardır inşa ettiği ekonomik nüfuz ağları, yeni yönetimin politik tercihleriyle birlikte ortadan kalkmıştır. Ahmed eş-Şara liderliğindeki geçiş hükümeti, Esed döneminde biriken ve 30-50 milyar dolar arasında olduğu tahmin edilen borçları “diktatörlüğün borçları” olarak sınıflandırmış ve tamamını tanımadığını ilan etmiştir. Böylece İran’ın Suriye’yi kendine bağımlı kılmayı hedefleyen, kamuoyunda “İran’ın Marshall Planı” olarak adlandırılan tüm ekonomik araç seti bir kararnameyle sona ermiştir.
Yeni yönetim, İran’ın stratejik yatırımlarını oluşturan Latakya Elektrik Santrali sözleşmesini, Lübnan-Suriye-Irak demiryolu hattı projesini, üçüncü GSM operatörü lisansını ve Humus fosfat madeni imtiyazlarını da askıya almış veya tamamen iptal etmiştir. Siyasi ilişkilerin dondurulması ve İran vatandaşlarına yönelik giriş yasakları, ülkedeki İranlı mühendis ve iş insanlarının ayrılmasına yol açmış, ortaya çıkan ekonomik boşluk hızla Türkiye, Körfez ülkeleri ve Batılı şirketler tarafından doldurulmaya başlanmıştır.
ABD yönetimi, Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımları yeni Şam hükümeti için askıya almış ancak muafiyetin İran ve Rusya ile yapılan tüm işlemleri dışarıda bıraktığını net biçimde vurgulamıştır. Bu çerçevede Tahran’ın Suriye ekonomisine yeniden nüfuz etme imkânları yapısal olarak kapanmıştır. Enerji sektöründe ise İran’ın yerini ABD’li, Katarlı ve Türk firmaların bulunduğu yeni bir konsorsiyum almış, Şam yönetimi petrol tedarikini çeşitlendirerek İran kaynaklı sevkiyatları durdurmuştur. 2025 yılı sonunda İran’ın Suriye üzerindeki ekonomik etkisi tamamen ortadan kalkmıştır.
Bu süreçle paralel olarak Suriye, yeniden inşa için kapsamlı uluslararası sermaye çekmeyi başarmıştır. Enerji sektöründe Katar, Türkiye ve ABD’den şirketlerin dahil olduğu 7 milyar dolarlık bir anlaşma imzalanmış, eş-Şara’nın Beyaz Saray ziyareti sonrasında Suriye Petrolleri ile ABD’li ConocoPhillips arasında bir mutabakat oluşturulmuştur. Şam yönetimi, altyapı ve ekonomiyi hızla ayağa kaldırmak için Batı ve Körfez sermayesini stratejik ortak olarak konumlandırmıştır.
Aynı dönemde İran ekonomisi ise tarihinin en ağır krizlerinden birine sürüklenmiştir. İran riyali dolar karşısında 120.000 tümene kadar değer kaybetmiş, gıda ve yakıt fiyatlarındaki sert artış halkın alım gücünü çökertmiş ve Kasım 2025’te geniş ölçekli protestoları tetiklemiştir.
Yeniden uygulamaya konan yaptırımlar, kötü yönetim ve sistemik yolsuzluk, ekonomik daralmayı derinleştirmiştir. Böylesi kırılgan bir ekonomik ortamda İran’ın Suriye’nin maliyetli yeniden inşa sürecine anlamlı bir katkı sunması mümkün olmayacaktır. Böylece iki ülkenin ekonomik ve stratejik yollarının ayrışması kesinleşmiştir.
İran’da Yenilgi Tartışmaları
Suriye’nin kaybı, İran’da yalnızca dış politikada değil iç siyasi söylemde de önemli bir kırılmayı tetiklemiş, rejim söylemi ile toplumsal algı arasındaki mesafeyi ilk kez bu kadar görünür kılmıştır. Devrim sonrası dönemde ortaya çıkan iki ana anlatı, bu epistemik kopuşu açıklayıcı niteliktedir. Birinci anlatı, Devrim Rehberi Ali Hamenei ve rejim çevresinin ürettiği resmî çerçevedir. Bu çerçeve, Esed rejiminin devrilmesini “Amerikan-Siyonist ortak planı” olarak sunmakta ve yaşanan stratejik kayıplara rağmen “direniş cephesinin güçlenerek çıkacağı” iddiasını devlet medyası üzerinden sürekli yeniden üretmektedir.
Buna karşılık, eski yetkililer, akademisyenler ve yarı-bağımsız medya organlarında daha eleştirel bir söylem güç kazanmıştır. Tahran Üniversitesi’nden İbrahim Muttaki’nin, Esed rejiminin çöküşü ve İran’ın bölgesel kayıpları bağlamında İran’ın “bölgesel bir güçten sıradan bir devlete indirgendiğini” söylemesi, eleştirel değerlendirmelerin niteliğini özetlemektedir. Toplum içinde geçmişte Esed rejimine aktarılan devasa kaynakların meşruiyeti sorgulanmakta, daha az çatışmacı, daha pragmatik bir dış politika benimsenmesi gerektiğine dair talepler artmaktadır. Rejim elitlerinin güç söylemi ile toplumdaki başarısızlık algısı arasındaki açılan makas, memnuniyetsizliğin yüzde 90’ların üzerine çıktığını gösteren anketlerde somutlaşmakta ve yönetimin hem içeride hem de dışarıda artan bir meşruiyet baskısıyla karşı karşıya olduğunu işaret etmektedir.
2025 yılı boyunca iç politikada süren tartışmalar, İran’ın askerî ve jeopolitik kayıplarının doğrudan uzantısıdır. Devlet medyası, İsrail ile yaşanan 12 günlük çatışmayı ve “Sadık Vaat 3” operasyonunu caydırıcılığın yeniden tesis edildiği bir “stratejik zafer” olarak sunmaya çalışsa da bağımsız araştırmalar, toplumun yaklaşık yarısının İsrail’in hedeflerine ulaştığına ve İran’ın başarısız olduğuna inandığını göstermektedir. Eleştirilerin merkezinde, İran’ın “stratejik derinlik” olarak kurguladığı Suriye’nin kaybı bulunmaktadır. Nitekim bu durum, Devrim Muhafızları’nın üst düzey isimlerinden Tuğgeneral Behruz Esbati tarafından dahi “çok ağır bir yenilgi” olarak tanımlanmıştır. Buna ek olarak, Rusya’nın İsrail saldırıları karşısındaki sessizliği ve İran’a beklenen desteği vermemesi, Tahran’daki siyasi elitler arasında Moskova’nın tutumunun bir “ihanet” olup olmadığı yönünde sert tartışmalar başlatmıştır.
Söz konusu askerî ve stratejik başarısızlıklar, İran’ın karar alma mekanizmalarında doktrinel bir kırılmaya yol açmış durumdadır. “İleri savunma” stratejisinin çöktüğünü savunan sertlik yanlısı kesim, İran’ın caydırıcılığını yeniden tesis edebilmesi için nükleer silah üretimine geçişin kaçınılmaz olduğunu daha yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır.
Buna karşılık Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan ve ona yakın pragmatik çevreler, ekonominin çöküşü, riyalin tarihî değer kaybı ve kronikleşen enerji-su kesintileri nedeniyle toplumsal bir patlama riskinin büyüdüğünü savunarak Batı ile müzakerelere dönüş ihtiyacını öne çıkarmaktadır. Ancak Haziran çatışmasının ardından diplomatik alanın daralması ve Avrupa’nın tetik mekanizmasıyla yaptırımları geri getirmesi, İran’ı müzakere seçeneğinin tıkandığı bir ara döneme sürüklemiştir. Rejim, bu durumu “yapısal protesto” olarak sunmaya çalışsa da fiiliyatta ABD ve Avrupa’nın değişen stratejik tutumu karşısında ciddi bir çıkmazla karşı karşıyadır.
Yeni Suriye’nin Öncelikleri
İran’daki yoğun iç tartışmaların aksine, Suriye’nin yeni geçiş hükümeti dikkatini büyük ölçüde iç konsolidasyon sürecine yöneltmiştir. Yaklaşık on yılı aşan yıkıcı iç savaşın ardından yönetimin birincil önceliği, devlet kapasitesinin yeniden inşası, iç güvenliğin tesis edilmesi ve ekonomik toparlanmanın hızlandırılmasıdır. Bu bağlamda, yeni Şam yönetiminin stratejik hedefleri giderek daha belirgin hâle gelmiştir.
İlk aşamada ulusal egemenliğin güçlendirilmesi hedeflenmekte, bu çerçevede Suriye topraklarındaki tüm yabancı askerî varlıkların -herhangi bir resmî anlaşmaya dayanmayan unsurlar dahil- sonlandırılması amaçlanmaktadır. Güvenlik alanında karşılaşılan en kritik meydan okuma ise Suriye Demokratik Güçleri (SDG) başta olmak üzere farklı silahlı yapıları yeni ulusal orduya entegre etmek ve mezhepsel şiddet de dâhil olmak üzere iç güvenlik risklerini kontrol altına almaktır. Bu iki başlık, yeni yönetimin güvenlik sektörünün yeniden yapılandırılmasına dönük kapsamlı bir strateji benimsediğini göstermektedir.
Dış politika düzleminde ise Şam yönetimi, İran’dan belirgin şekilde uzaklaşan bir yönelim ortaya koymaktadır. İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik operasyonlarını kınamayı reddetmesi, İran vatandaşlarının ülkeye girişine yönelik kısıtlamalar ve Esed döneminde İran’a verilen stratejik ayrıcalıkların geri çekilmesi, bu yeni yönelimin somut göstergeleri olmuştur.
Ekonomik ve fiziki yeniden inşa, gündemin mutlak merkezinde yer almaktadır. Suriye’nin bu hedefi gerçekleştirebilmesi, İran ile değil Batı ve Körfez ülkeleriyle pragmatik, yatırım odaklı ve güvenlik işbirliği içeren ilişkiler tesis etmesini gerektirmektedir. Uluslararası finansmana ve teknik kapasiteye erişim ihtiyacı, Suriye’yi doğal olarak İran’ın dışındaki ortaklarla uyumlanmaya zorlamaktadır.
Bu içe dönük, kurumsal yeniden yapılanmayı ve uluslararası yeniden entegrasyonu önceleyen yeni stratejik yönelim, İran ile yenilenmiş bir ittifak zemini bırakmamaktadır. 2025 itibarıyla iki ülkenin jeopolitik çizgileri hem çıkarlar hem de ortaklık kapasitesi bakımından belirgin biçimde ayrışmış, İran’ın Suriye’deki kırk yıllık stratejik varlığı fiilen sona ermiştir.
Suriye’deki Kalkışmalar ve İran’dan Gelen Tepkiler
Esed rejiminin Aralık 2024’teki çöküşünün ardından 2025 yılı boyunca Suriye, Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni geçiş hükümetine karşı çeşitli bölgelerde patlak veren isyanlara ve iç çatışmalara sahne olmuştur. Bu durum, Suriye’nin istikrarsızlığa kavuşmasıyla birlikte yeniden sahada etkinliğini artıracağını uman aktörler tarafından olumlu karşılanmıştır.
Özellikle Mart 2025’te Lazkiye ve Tartus gibi kıyı bölgelerinde eski rejim kalıntıları ve hükümet yanlısı milisler tarafından başlatılan ayaklanmalar, mezhepsel şiddete dönüşerek yüzlerce Alevi sivilin hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Ayrıca Temmuz 2025’te Süveyda’da Dürziler ve Bedeviler arasında çıkan ve İsrail’in müdahalesini tetikleyen şiddetli çatışmalar ile yıl boyunca devam eden SDG ile yeni ordu arasındaki gerilim, ülkedeki istikrarsızlığın temelini oluşturmuştur. Nisan 2025’te ise eski rejim subaylarının düzenlediği bir darbe girişimi yeni hükümet tarafından engellenmiştir.
İran, bu isyan hareketlerine açıkça “stratejik bir fırsat” olarak yaklaşmıştır. Tahran açısından iç karışıklıklar, yeni yönetimin Batı ve Türkiye ile yakınlaşması ve İran’a ait borçları reddetmesi karşısında devreye sokulabilecek bir “B Planı” işlevi taşımıştır. İran medyası isyanları sistematik biçimde teşvik eden söylemler üretmiş, Şam yönetimini “katliamlarla” suçlayan manşetler yoluyla toplumsal tansiyonun yükselmesine katkıda bulunmuştur.
Saha raporlarına göre, eski rejim figürleri Rami Mahluf ve Kemal Hasan, İran’ın zımni desteğiyle kıyı bölgelerinde Alevi milisleri finanse ederek bir isyan örgütlemeye çalışmış, ancak yerel halkın savaşma isteksizliği ve finanse edilen grupların “parayı alıp evlerine dönmesi” nedeniyle bu girişim “hayalet askerler vakası”2 olarak anılan bir başarısızlığa dönüşmüştür.3 Tahran ise bu gelişmelere rağmen “Suriye İslami Direniş Cephesi” ve “Suriye’nin Kurtuluşu Askerî Konseyi” gibi yeni vekil grupların oluşumuna destek vererek “direniş ekseni”nin Suriye’deki varlığını yeniden tesis etmeye çalışmıştır.
İran’ın bu yaklaşımı, devletlerarası ittifakın çöküşü sonrasında vekil savaş dinamiklerine dayalı bir “gerilla stratejisi”ne yönelişi temsil etmektedir. Devrim Muhafızları çevreleri, kaybedilen stratejik derinliğin iç isyanlar üzerinden telafi edilebileceğini ve yeni yönetimin yönetilebilirliğinin sınanarak zayıflatılabileceğini düşünmüştür.
Buna karşın İran içindeki reformist çevreler ve bazı analistler, bu stratejinin hem sahada hem de uluslararası alanda sonuç üretmekten uzak olduğunu savunmaktadır. Mart 2025 ayaklanmalarının hızlı biçimde bastırılması ve Suriye toplumunun eski rejime dönme konusundaki açık isteksizliği, İran’ın mezhepsel mobilizasyon stratejisinin geniş bir toplumsal tabana yaslanmadığını göstermiştir. Bu çerçevede Tahran’daki tartışmalar, İran’ın Suriye politikasının “iflas ettiği” ve on yıllardır sürdürdüğü askerî-siyasi yatırımın dramatik bir biçimde kaybedildiği değerlendirmeleri etrafında yoğunlaşmıştır. Bazı uzmanlar Suriye’nin kaybedilmesini, İran’ın “bölgesel bir güçten sıradan bir devlete indirgenmesi” olarak nitelendirmiştir.
Sonuç
Aralık 2024 ile Aralık 2025 arasındaki bir yıllık dönem, İran-Suriye ilişkilerinde yalnızca bir zayıflamaya değil yaklaşık yarım yüzyıldır süren stratejik ortaklığın fiilen sona ermesine yol açan bir kırılma süreci yaratmıştır. Bir zamanlar Ortadoğu’da aynı jeopolitik hattın iki temel aktörü olarak birlikte hareket eden Tahran ve Şam, bugün belirgin bir mesafe, güvensizlik ve karşılıklı stratejik uyumsuzluk içinde konumlanmaktadır. Bu kopuş, bölgesel güç dengelerini doğrudan etkileyen ve İran’ın nüfuz mimarisini derinden sarsan en önemli gelişmelerden biri haline gelmiştir.
İran açısından Suriye artık stratejik derinliğin bir uzantısı değil kaybedilmiş bir cephe olarak görülmektedir. Tahran’ın 1980’lerden bu yana inşa ettiği “ileri savunma” doktrininin ana halkasının çökmesi, İran’ın bölgesel politikasını daha savunmacı ve içe dönük bir hatta zorlamıştır. “Direniş ekseni”nin coğrafi omurgasını oluşturan Suriye’nin kaybı, İran’ın İsrail ve ABD karşısındaki asimetrik avantajlarını daraltmış, bu nedenle Tahran, son bir yıl boyunca bölgesel önceliklerini ve güvenlik mimarisini yeniden değerlendirme gündeminden düşürmemiştir.
Önümüzdeki döneme ilişkin göstergeler, İran’ın Suriye konusunda temkinli bir “bekle-gör stratejisi” izlediğine işaret etmektedir. Tahran, olası yeni bir kriz, yönetim zafiyeti veya güç boşluğu durumunda Suriye sahasına yeniden nüfuz edebilme ihtimalini tamamen dışlamamaktadır.
Bununla birlikte mevcut koşullar, Suriye’nin İran’ın etki alanından çıkarak Batı, Körfez ve bölgesel aktörlerle daha uyumlu, bambaşka bir yönelim doğrultusunda ilerlediğini göstermektedir. Bu dönüşüm, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilerin kopuşu anlamına gelmemekte, aynı zamanda Ortadoğu’daki güç dağılımında kalıcı nitelikte bir yeniden yapılanmaya işaret etmektedir.
Son olarak, İran’ın iç ve dış politikasında yaşanan yönelim değişiklikleri dikkate alındığında, uygun konjonktür koşullarının oluşması halinde İran-Suriye ilişkilerinin belli bir düzeyde yeniden tesis edilmesi ihtimal dahilinde görünmektedir.
Dipnotlar:
1- Agence France-Presse, “‘It’s All Over’: How Iran Abandoned Assad to His Fate Days Before Fall”, France 24, 7 Aralık 2024, https://www.france24.com/en/live-news/20251207-it-s-all-over-how-iran-abandoned-assad-to-his-fate-days-before-fall (erişim 10 Aralık 2024).
2- Kelly Campa vd., “Iran Update, December 5, 2025”, Institute for the Study of War, 5 Aralık 2025, https://www.criticalthreats.org/analysis/iran-update-december-5-2025 (erişim 10 Aralık 2025).
3- “Assad’s Exiled Spy Chief and Billionaire Cousin Plot Syrian Uprisings from Russia”, Reuters, 5 Aralık 2025, https://www.reuters.com/investigations/assads-exiled-spy-chief-billionaire-cousin-plot-syrian-uprisings-russia-2025-12-05/ (erişim 10 Aralık 2025).