Aileme yiyecek bulmaya çalışırken neredeyse hayatımı kaybediyordum

Midem bulandı, ama açlığım dehşetimden daha büyüktü. Hayatın anlamını sorgulamaya başladım. O anda bile, herhangi bir şey bulmak için mücadele ediyordum – çünkü Gazze'de korku, açlığın izin vermediği bir lüks.

Ahmed Sbaih’in Electronic Intifada’da yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


Gazze'de ‘açlık, hava saldırıları ve ardından gelen çığlıklar’ günlük bir gerçek haline geldi.

Açlık Gazze için yeni bir şey değil, ancak şu anda ulaştığı boyut ve yoğunluk, daha önce yaşadıklarımızdan çok farklı.

Ateşkese rağmen İsrail, Mart ayı başında insani yardımların girişini durdurdu ve Mayıs sonundan bu yana sadece sınırlı sayıda yardım kamyonunun girişine izin verildi. Gelen yardımlar, Gazze'nin iki milyondan fazla nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için çok yetersiz kalıyor.

Çoğu aile, günde sadece bir öğün yemekle idare ediyor. Ailem, Haziran ayından bu yana her gün tek öğün mercimek çorbasıyla hayatta kalıyor.

Bu süre zarfında, beş kişilik ailem ve ben her hafta sadece bir kilogram un satın alabildik, bu da vücudumuzu ayakta tutmaya yetiyordu ve bir haftadan diğerine zar zor hayatta kalıyorduk.

Tek öğünümüz öğleden sonraydı ve o zamana kadar günü geçirmek için mücadele ediyordum. Yemek yemeden önce ders çalışıyor, çalışıyor, işleri hallediyor ve yapmam gereken her şeyi yapıyordum.

O tek öğünü yedikten sonra tek istediğim uzanıp açlık acısı çekmeden bedenimi dinlendirmek. Günün tek rahatladığımı hissettiğim anı bu.

Tatlılık arayışı

Ama açlık içindeyken bile, insanlık duygusunu mümkün olduğunca korumaya çalıştığımız anlar vardır; küçük bir jest, ufak bir mutluluk, özellikle de sevdiğimiz biri için.

Haziran ayında, küçük kız kardeşim için tatlı bir şeyler bulmak için umutsuzca pazarda dolaşıyordum. Haftalardır tatlı bir şeyler yemek istiyordu.

Tezgâhları tek tek aradım, ama raflar çoğunlukla boştu, birkaç temel malzeme vardı, şekerleme ya da meyve yoktu.

Tam vazgeçmek üzereyken, küçük bir üzüm tezgâhı gördüm.

Üzümler minicik ve olgunlaşmamış görünüyordu, saplarına zar zor tutunuyorlardı. Yine de fiyatları 15 dolar gibi fahiş bir rakamdı.

Bu saçmalığa sinirlenerek tereddüt ettim, ama kız kardeşimin sevinci bu fiyattan daha değerliydi.

O küçük nezaket o anda bir zafer gibi geldi.

Ama bu zafer uzun sürmedi.

Temmuz ayının başından beri, pazar tamamen boşaldığında bu can simidi bile ortadan kayboldu ve bu da kitlesel açlığa yol açtı. Gazze'de yemek artık bir hayal haline geldi.

Sabahları midemde o tanıdık boşluk hissiyle uyanıyorum. Hareket etmek için sahip olmadığım enerjiye ihtiyacım olduğu için hareketsiz yatıyorum.

Ama yine de erken kalkıp su için sıraya girmem gerekiyor.

İnsan saatlerce orada durup sırasını bekleyebilir.

Yanan güneşin altında, solgun, yorgun bir vücut ve zonklayan bir baş ağrısıyla, ayakta durmakta zorlanıyorum, - bırakın ağır su bidonlarını eve taşımayı.

Vücudumun pes etmek üzere olduğunu hissediyorum.

Açlık ve zihinsel yorgunluk içinde kimse bu rutini sürdüremez.

Su, her zaman ulaşılabilir olduğu için hiç endişelenmediğimiz bir şeydi.

Şimdi, su kuyruğundan her döndüğümde, sadece fiziksel olarak bitkin değilim. Hayatımın o kadar küçüldüğünü, o kadar önemsiz hale geldiğini hissediyorum ki, en temel insan hakkını elde etmek için verilen mücadele etrafında dönüyor.

Onurdan mahrum

Açlık sadece bedeni tüketmez, ruhumuzu ve hayal gücümüzü de tüketir. Açlıkta onur yoktur; insanları sessiz ve acı verici bir şekilde onurlarından mahrum eder.

Sokaklarda boş boş oturan, koşacak ya da oynayacak enerjisi olmayan, sadece arkadaşlarıyla oturup savaş bittiğinde ilk olarak ne yemek ya da içmek istediklerini konuşan çocukların gözlerini görmek beni çok üzüyor.

En basit dilekleri duyuyorum: Kola, cips, makarna. Büyük hayaller kurma lüksleri yok.

Tavuk ya da et bile düşünmüyorlar.

Geceleri, açlıktan uyuyamayan çocuklar anne babalarını seslenerek ağlıyorlar.

Ve sonra, neredeyse her gece, aynı yalan fısıldanıyor: “Merak etme, kimse açlıktan ölmez!”

Bugün Gazze'de insanlar artık barış ya da normal hayata dönüş hayalleri kurmuyorlar. Bu kadar uzak umutları hayal etmeyi bıraktık.

Bunun yerine, sadece birkaç ay öncesine geri dönebilmek istiyoruz. Hala savaş vardı, gökyüzü hala insansız hava araçları ve bombalarla gürültülüydü, ama en azından yiyecek vardı.

En azından çocuklarımızı besleyebiliyorduk, günde sadece bir veya iki kez olsa bile.

Çaresiz bir girişim

Yeni bir tür umutsuzluğa ulaştık.

Şimdi iki kötü seçeneğim var: ya ailem ve ben açlıktan kıvranacağız ya da Gazze'ye girmesine izin verilen birkaç yardım kamyonundan yiyecek temin etmek için hayatımı tehlikeye atacağım.

Ailem yardım kamyonlarına gitme fikrine karşıydı. Amcam Hani geçen yılki kıtlıkta bu kamyonları beklerken öldürüldü.

Onun ölümünden sonra ailemizden hiç kimsenin gitmesine izin verilmiyor.

Ama ben kararlıydım. Evde hiçbir şeyimiz yok, marketlerden alabileceğimiz hiçbir şey yok.

Bir çanta aldım ve evden gizlice çıktım.

Gazze'nin kuzeyindeki yardım kamyonlarının giriş noktası olan Zikim geçişine giden yol uzundu. Ama un, pirinç, şeker ve konserve yiyecekler getirmenin getireceği tüm mutlu olasılıkları düşünmeye devam ettim.

Ailemin arkalarından gittiğim için çok kızacağını biliyordum, ama haklı olduğumu kanıtlayarak geri dönmeyi umuyordum.

Aynı umudu taşıyan büyük bir kalabalıkla birlikte, Temmuz ortasındaki o kasvetli günde Zikim'e vardım.

Oraya ilk kez gidiyordum. Kalbim çarpıyordu. Stres yüzünden bacaklarımı hissetmiyordum.

Saatlerce oturup yardım kamyonlarını bekledim. O anda tek düşündüğüm şey yiyeceklerdi. Aniden yoğun silah sesleri duyulmaya başladı.

Herkesin yaptığı gibi ben de yüzüstü yere uzandım.

Korkmuş yüzler beklerken etrafa baktım, ama herkes gülümsüyordu. Şok oldum.

“Bu silah sesleri, kamyonların geldiği anlamına gelir,” diye açıkladı yanımda yatan adam.

Bazen üzerimize ateş edildiğinde mutlu olan ilk insanlar olduğumuzu düşündüm.

Yardım kamyonları yaklaşmaya başladı. Birine doğru koştum ve hareket halindeki aracın üstüne tırmanmayı başardım.

Ben atlet değilim. Ama 22 yaşında, ailelerimiz için yiyecek bulmak için diğer genç erkeklerle birlikte, adrenalin ve çaresizliğin yarattığı süper insan gücüyle harekete geçtim. Yine de, boğulma ve yorgunluk hızla beni alt etmeye başladı.

Taşıyacak bir şey ararken, kamyonun lastikleri altında ezilen insanların seslerini duydum.

Midem bulandı, ama açlığım dehşetimden daha büyüktü. Hayatın anlamını sorgulamaya başladım.

O anda bile, herhangi bir şey bulmak için mücadele ediyordum – çünkü Gazze'de korku, açlığın izin vermediği bir lüks.

25 kiloluk bir un çuvalı buldum. Onu omzuma yükledim. Eve gitme zamanının geldiğini düşündüm, ama bu kolay olmadı.

Kamyon, binlerce insanla çevriliydi ve yüzlerce kişi, hala hareket halindeki araçtan kaçmanın bir yolu olmadan kamyonun üstüne çıkmıştı.

Boş mide, zayıf bir vücut, 25 kiloluk un çuvalı ve etrafımda çaresizce yer açmak için itişip kakışan insanlar arasında ayakta duramadım.

Kamyondan düştüm. Sırt üstü yere düştüm ve un çuvalı elimden kaydı.

İnsanlar üzerime basarken çığlıklarımı duymadılar, ama hayatımı kurtaran ve beni yerden kaldıran bir adam hariç.

Ama bana teşekkür etme şansı vermeden hızla uzaklaştı.

Utanç ve rahatlama

Ayağa kalkar kalkmaz eve gittim. Bir daha buraya adımımı atmayacağım. O gün bir parçam öldü: onurum, insanlığım.

Eve zar zor yürüyebildim ve ailemin karşısına çıkma düşüncesi beni utandırdı.

Eve tozlu, giysilerim unlu bir halde geldim. Hepsi gittiğimi biliyordu.

Annem, sağ salim döndüğüm için rahatlamış bir şekilde bana sarıldı ve tek önemsediği şeyin bu olduğunu söyledi.

Kollarını bana doladığında, içim parçalandı.

Utanç, rahatlama ve ağlayacak gücüm kalmaması nedeniyle gözyaşlarım akmadı.

Babam ise şöyle dedi: “Umarım dersini almışsındır. Bir daha asla, tamam mı?”

Başımı salladım ve dinlenmek için doğruca yatağıma gittim. Tek düşünebildiğim, bir zamanlar özgür iradesi olan bir insan olduğumu hatırlamak için geçmiş anılarımdı.

Gazze'de hayatta kalmak, sahip olduklarına tutunmakla ilgili değildir. Her gün kayıplarla yüzleşmek ve yine de pes etmemektir.

*Ahmed Sbaih, Gazze'de yaşayan bir yazardır.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş