1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. SURİYE

  4. Evinden Olan Suriyeli Sivillerin Kör Karanlıktaki Yaşamı
Evinden Olan Suriyeli Sivillerin Kör Karanlıktaki Yaşamı

Evinden Olan Suriyeli Sivillerin Kör Karanlıktaki Yaşamı

Bir karanlıktan başka bir karanlığa kaçışın hikayesini anlatacağız size. Bugüne kadar gündüz gözüyle gördük onların yaşamını. Çamuru, soğuğu, yalın ayakları; dayanamadık. Peki ya karanlık çökünce?

26 Şubat 2020 Çarşamba 20:57A+A-

Damla Erikan / TRT Haber

Ömer Sıddık, 12’si çocuk 25 kişiye bakmakla yükümlü bir baba. Beşşar Esed rejiminin bombardımanı yüzünden 5 kez yerinden edildi. Yıllardır evinden uzakta. Birkaç hafta önce sığındığı Etarib ilçesinden de kaçmak zorunda kaldı. Rejim güçleri Etarib’i ateş altına aldı. Ömer’in evinin çevresine roketler düşmeye başladı. Çocuklarına sarıldı. Gecenin bir yarısı, her yer ateş altında; “Sabaha kadar bekleyelim. Ölmezsek kaçarız”.

Öyle oldu. Can havliyle evini toplayıp kamyonete yükledi. Çocuklar soğuktan perişan halde, kamyonetin arkasında ölümden kaçıyor. Onun gibi evi sırtında kaçan yüzbinlerce ailenin konvoyunda yol saatler sürdü. Türkiye sınırının dibindeki Kefer Lusin’e yerleşti, çadırını kurdu. Ailesini şimdilik ateş hattından çıkardı ancak bu zorlu şartlarda onları nasıl ayakta tutacak? Gün boyu rutin; sabah kalk, yiyecek yemek bul, ısınacak, yakacak bir şeyler… Çocuklar çadır kent aralarında koşturuyor ve güneş battı, karanlık çöktü.

Bazen mevsim ayırıyorum; “Yazı sevmem. Kış gelsin giyiniriz, korunuruz” diyorum. Kış geliyor, “Bahar nerede kaldı?” diye soruyorum. Tüm bunları yazın klimalı ofisimde, kışın derecesini bile ayarlarken yakındığım sıcak evimde düşünüyorum.

Bu çocuklar ısınmak için güneşi bekliyor. Akşam oluyor, tek göz ocakta alevlenen ateşe uzatıyorlar ellerini. Babalarının ellerini sıkıca tutuyorlar. Gündüz gözüyle her şey net, çıplak.

Gece olunca tehlike nereden geliyor, lavabosuz çadırlarında metrelerce uzağa gitmek zorunda kalan çocuklar ne hissediyor? Korku… Ömer Sıddık tüm bunları hissederken baba kuvvetiyle çocuklarına sarılıyor. Gözyaşı içine akıyor, korkusu sağlam bastığı ayaklarının altında eziliyor. Cılız bir ateşin başında toplarken evlatlarını, ısınmayacaklarını bile bile onlarla konuşuyor, evlatlarına hikayeler anlatıyor. Tabiri caizse oyalıyor. Gülmek ısıtır biraz. Yüzündeki tüm sıcaklığı onlara naklediyor.

1 dakika, sadece 1 dakika gözlerim bağlı yürümeye çalışıyorum. Kör karanlık; etrafım ölümle çevrili. 2 adım atıyor, ağlamaya başlıyorum. 29 yaşındayım. Derdimi anlatacak kadar konuşuyorum, yürüyorum hatta koşuyorum. Karnımı doyuracak kadar param var. Peki bunlar bu çadırın içinde, bu topraklarda neye yarıyor?

Bu çocuklar soğuktan uyumuyor. 3 ana 3 ara öğünleri yok. Sabahları muzlu sütle uyanmıyorlar. Saat başı altlarındaki bez değişmiyor. Kirli çorapları bile yok yıkanacak. Akşam olmasın, yağmur yağmasın diye ağlıyorlar. Kışı sevmiyorlar ama benim gibi sudan sebeplerle değil. Kahverengi yüzleri, kahverengi yaşamları, başka renk yok. Bir büyükşehrin nüfusu kadar insan aynı kaderi paylaşıyor. Karanlığa doğuyor, karanlıkta kayboluyor. Göz gözü görmezden geliyor.

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum