1. YAZARLAR

  2. İ. Faruk Özkan

  3. Tesettür Modası ve Ulema

Tesettür Modası ve Ulema

Haziran 1994A+A-

Tekbir Giyim'in her sene düzenlediğinden farklı olarak bu sene tertiplediği defile çağdaş ve İslami(!) erkek giyimin de sunulduğu bir defileydi. Anlaşılan bu ticari kuruluş ekonomik krizin de etkisiyle İslam'ı bahane ederek tıkanık olan parasal kanalları kendi açısından açmaya çalışıyor. Bu yüzden de her sene çeşitli fantaziler ve gariplikler üretiyor.

Biz burada Tekbir Giyim'in yanlışlıklarını sıralamayacağız. Çünkü bu şirket her ne kadar sahibi müslüman da olsa ticari bir kuruluştur ve o da her ticari kuruluş gibi pazar ekonomisi şartlarında karını maksimize etmeye çalışacaktır (her ne kadar bu İslami bir olgu olmasa da). Ayrıca geçtiğimiz senelerde Tekbir Giyim'in aktivitelerinin eleştirisi çeşitli İslami çevrelerde yapılmıştı. Bu eleştirilerde tesettürü modernleştirerek müslümanları modern hayata ve kapitalizme entegre etmenin tesettürü bir tüketim aracına indirgemenin sakıncaları zikredilmişti. Yapılan bunca eleştirilere sözlü ve yazılı uyarılara rağmen bu ticari kuruluş bildiğini okumaya devam etti. Bilahare bu bildiğini okuma kararlılığının kaynağını öğrenme imkanı doğdu. Söz konusu kuruluşun sahibi ile yaptığımız görüşmede bize yaptığı işin şer'an caiz olduğunu, bu konunun fetvasını bir kaç hocadan birden aldığını belirtmekteydi. Üstüne üstlük bu fetvalar otorite olarak bilinen üç ayrı kişiden (tarikat çevrelerinin otoritesi Mahmut Efendi'den, parti çevresinin uleması Şevki Yılmaz'dan ve en üzücü yanı da usul olarak geleneksel, fakat siyasi açıdan devrimci olan Sadreddin Hoca'dan) alınmıştı. Şevki Yılmaz'ın fetvasının içeriği ise akıllara durgunluk verecek nitelikte idi: Defileye çıkan mankenler cariye hükmündeydi ve bu iş için kullanılabilirlerdi.

Burada fetvanın içeriği, delillerin vahiy ve akıl dışı olduğu çok net olduğundan mankenlerin cariye hükmünde olup olmadığını tartışmayacağız. Fakat cahil insanları fetvaları ile yönlendiren, olaylara at gözlüğüyle bakan ulemanın durumundan bahsetmeden geçmeyeceğiz.

Türkiye'de ulemanın en önemli handikapı problemleri ilkeli ve bütüncül değerlendirmemeleri. Bunun yanında klasik fıkhı aşamamaları, yeni sorulara çözüm üretememeleri, dünyada ve bulunduğu coğrafyadaki siyasi dengeleri kavrama çabası içerisinde olmamaları sayılabilir.

Klasik fıkıh Emevi ve Abbasiler döneminde oluşmuştur. Dönemin uleması görünürde her ne kadar özerk görünse de fıkhi ve kelami meselelerde iktidara tehdit oluşturacak hal ve hareketlerden kaçınmaktaydılar. Dolayısıyla o dönemin fıkhını bugüne taşımak o günün olumsuzluklarını bugüne taşımak demektir, Ayrıca bin küsur sene içerisinde üretim ilişkileri, sosyal ve ekonomik ilişkiler çok daha karmaşık hale gelmiş, İslami çözümler daha geniş perspektiflerden bakmayı gerektirmiştir. Fıkhi bir meseleye çözüm getirirken bunun arka planını incelemek, egemen siyasal ve ekonomik sistemin işleyişini bilmek, kısaca vahiyle vakıa arasındaki irtibatı iyi kurmak gerekmektedir. Örneğin bir malın tüketiminin haram ya da helal olması sadece o metanın Kur'an'da açıkça belirtilmesinden başka, tüketimin hangi amaca hizmet ettiği, israf kavramına girip girmediği, emperyalizme çıkar sağlayıp sağlamadığı bu konuda belirleyici olacaktır.

Başkasının yatak odasında namaz kılınır mı? Kot pantolonla kılınan namazın iadesi gerekir mi? Gelinlik kiralamak caiz midir? vs. gibi saçma sapan mevzularla ilgilenen ehl-i sünnet fetvacısı hocaefendiler nedense bu konularda en ufak bir iyiliği emretmeyi düşünmüyorlar. İngiliz emperyalizminin Hindistan'daki okul müfredatlarına logaritma cetvelinin ezberlenmesini şart olarak koyması gibi insanlarımızı Kur'an yerine önceki alimlerin o konudaki görüş, şerh ve haşiyelerini, zeylini -hangi niyetle olursa olsun- öğrenmeye mecbur kılan hocaefendiler, defileci dindarlara işin özünü öğrenerek anlatabilseler kimbilir ne kadar faydalı olur!

Müslümanlar kapitalizmin işleyen çarkına akışkanlık kazandırmaktan kaçınmalı ve modernizmin tahakkümünü kırmaya çalışmalıdırlar. Bu bağlamda, düzenlenen defileler, tesettürü tüketim metası haline getirmekte bunun yanında onu dejenere etmektedir. Bu dejenerasyonla birlikte makyajlı fakat tesettürlü ya da streç kotlu ama kapalı kadınların sokaklarda arz-ı endam ettiğini müşahade etmekteyiz. Erkeklerin ise kazançlarını Allah yolunda sarfetmek yerine, beş yıldızlı otellerde sunulan lüks giyim formuna özendirilmesi ayrı bir garabettir. Bunun sorumluluğu bu olayın üretimini yapan giyim şirketinde olduğu gibi, bunu meşrulaştıran ulemadadır da.

Geçen yıl yine aynı firma tarafından yapılan defileye Mektup dergisi tarafından bir tepki gösterilmişti, fakat ne yazık ki eleştirinin yapıldığı sayı dahil önceki ve sonraki sayılarda yine aynı firmanın reklam logoları bu derginin kapağında yer alıyordu. Sır kutusu gibi gayri ahlaki unsurlardan dergiyi temizleyip, hasıl olsa gidiyor diye çala kalem yazılan -edebi ve mesaj değeri tartışılır- roman kültüründen sıyrılıp hem kendilerini hem de okuyucularını arı-duru Kur'ani bilinçlenme yoluna koysalar müslüman kadın ve erkekler için daha hayırlı olabilecekleri kanaatindeyiz. Unutmayalım, "bizim imanımızı çalıp bize kıyanlar" düşman safında olanlar değil, "biz"denmiş izlenimi yaratanlardır. Çapraz Ateş'te, Necla Arat'ın şahsında, tüm İslam karşıtlarına müslüman kadının onurlu sesini yükseltme gayretine memnuniyetle şahit olduğumuz E. Şenlikoğlu aynı tavrını defilecilere karşı gösterememesi üzüntü vericidir. Bu haliyle düştüğü konumu Emine Şenlikoğlu 'nun en azından kendi kendine nasıl izah ettiğini doğrusu merak ediyoruz.

Böylesine ifsad edici bir olguya falan alimin ya da filan hocanın, şeyhin fetva yermesi o olguyu İslami anlamda meşrulaştıramaz. Müslümanların hareket noktası Kur'an'dır, bunu hiç bir şey değiştiremez.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR