1. YAZARLAR

  2. Murat Koç

  3. HDP’li Vekillerin Tutuklanması ve Olası Riskler

HDP’li Vekillerin Tutuklanması ve Olası Riskler

Aralık 2016A+A-

Memleketin son yıllarda yaşadığı siyasi çalkantı ve gerilimden darbe devşirmeye çalışanların 15 Temmuz’da halk tarafından hezimete uğratılması şüphesiz bu ülkenin siyasi tarihine kalıcı biçimde kazınacak tarihsel bir hamleydi. Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, mevcut rejimin kurumsallaşması başta olmak üzere baştan sona zaten militarist tahakkümün sayısız uygulamasına sahne olmuştu. Vesayetin ve darbeciliğin ne olduğu, bir halkın tercihlerinden dolayı nasıl da sindirildiği toplum tarafından yakinen bilindiği için halk, iradesine yapılan bu saldırıya geçit vermedi. 15 Temmuz’la birlikte artık darbelerle bu topluma şekil verilemeyeceği ve bunun makûs bir alın yazısı olmadığı kanıtlandı. 15 Temmuz’da ve devamında ortaya konan direniş, siyaset kurumuna oldukça geniş bir alan sağladı. Başta ordu olmak üzere siyaset alanını daraltabilecek kabiliyete sahip birçok kurumsal yapının bu müdahale yeteneği ciddi anlamda zayıflatılarak kurumlar büyük oranda sivil siyasetin kontrol ve denetimine tabi kılındı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmamış, yapılmasına cesaret edilmemiş birçok değişiklik halkın açık desteğinden alınan güçle hayata geçirildi. Bu durum başlı başına oldukça büyük bir kazanım olarak görülmelidir.

Halkın Değil, Örgütün Sözcüsü

Ne var ki siyasetin geniş bir zemin kazanması ve toplumsal taleplerle eşgüdüm halinde işlemesi, Türkiye halklarının tümünün özlemi olmasına rağmen büyük oranda Kürtlerin desteği ile son iki seçimde önemli başarılar elde eden HDP’nin bölgesel militarizme teslim oluşu, PKK’nin şiddet çarkını var gücüyle çevirerek bölgeyi ve ülkeyi yangın yerine çevirme çabası nedeniyle 15 Temmuz direnişinin sağladığı olumlu atmosfer Kürt illerini istenilen düzeyde kuşatamadı. HDP’nin, büyük insanlığı inşa, toplumsal kesimlerin tümünü kucaklama gibi parıltılı ve seçim döneminde günlerce gündemde tutulan söylemleri, PKK’nin başlattığı savaş ile yerini örgütün sözcülüğünü üstlendiği klasik söyleme bıraktı. Kürtler çözüm süreci sayesinde ve HDP’nin güçlenmesi ile birlikte PKK’nin silahlı mücadeleyi doğal olarak terk edeceğine inanıyorlardı. Türkiye tarihinde PKK’nin siyasi uzantısı olan bir partinin bu kadar açık söylemlerle ve sembollerle kendisini ifade etme imkânı hiçbir zaman olmamıştı.

Çözüm süreci ve Kürt sorununun siyasi yollarla çözülme umudu gibi birçok olumlu gelişme, HDP’nin siyaseten güçlenmesine ve kurumsal olarak kalıcı temellere sahip olmasına fazlasıyla olanak sağlamıştı. Ancak HDP’nin güçlenmesi PKK için pek fazla anlam ifade etmemektedir. Hatta PKK, faaliyet sahasını belirdiği ve her şeyiyle kontrolü altında tuttuğu hiçbir bileşeninin kendisinin önüne geçecek kadar güçlenmesine asla müsaade etmez, bundan memnun olmaz. Kategorik olarak “Sivil siyasetin güçlenmesi şiddet yöntemini anlamsızlaştırır.” önermesi, yapısal anlamda PKK ve bileşenleri için gerçekçi bir değerlendirme ölçütü sayılamaz. Çünkü örgüt, hem yukardan aşağı katı bir hiyerarşi ile yönetilmekte hem de ancak devrimci şiddet ile başarının geleceğine, siyasi parti ve STK’ların da buna sağladığı destek oranında faal olabileceğine inanmaktadır. Bu nedenle “PKK / siyasi parti” ayrımı hiçbir zaman geçerli olmamış, siyasi parti her zaman PKK’nin (Öcalan tutuklanmadan evvel onun) belirlediği alan içinde ve onun için öngördüğü stratejik çerçevede faaliyet icra etmiştir.

PKK’nin yeniden devrimci halk savaşı, özerk yönetimi inşa, iç savaş gibi söylemler ve tehditlerle başlattığı ama aslında Suriye’de yaşanan gelişmelerden etkilenerek ve bu coğrafyada etkinliğini artırmak isteyen güçlerin telkini ile tırmandırdığı şiddetin en büyük kaybedeni maalesef her zamanki gibi yine Kürt halkı olmuştur. Örgüt, halkın ne talep ettiğine aldırmadan kasabalarda, şehirlerde “demokratik özerklik” ilan ederek Kürt halkının sivilleşmeye dönük desteğini hendeklere gömmüştür. Kürt sosyolojisindeki değişimi görmezden gelip sokakların kendisi ile birlikte ayaklanacağını hayal etse de bunun bir yanılgı olduğu çok geçmeden görülmüş ancak ne hendek saçmalığından ne de bölgeyi yangın yerine çeviren şiddetten vazgeçmiştir. Kuşkusuz son dönemdeki çözüm denemeleri -birçok açıdan hatalı yürümüş olsa da- şiddetle, terörle mesafe kat edilemeyeceğinin, en zor şartlarda bile siyasetle sorunların çözülebileceği inancının güçlenmesini sağlamıştır. Bu beklentinin en çok farkında olması gereken ve siyasal varlığını bir anlamda hiçleştiren PKK şiddetine normal şartlarda karşı çıkması gereken HDP ise ilk günden beri PKK şiddetini meşrulaştırmak için çalışmıştır. Halkın tüm itirazlarına rağmen “örgütsel disiplin” gereği yapageldiği bu olmuştur.

Kürt Halkının PKK Şiddeti İle İmtihanı

Bir yılı aşkın zamandır hendekler, sivillerin arasında patlatılan bombalar, çatışmalar nedeniyle bölgede hayat adeta çekilmez bir hal almıştır. Otuz yıllık savaşın yol açtığı tahribatın giderilmesi umulurken yeniden başlayan şiddet kentleri yıkıma uğratmış, umutları karartmış, binlerce insanın yaşamını yitirmesine yol açmıştır. 90’lı yıllarda devletin -güya PKK ile mücadele adı altında- Kürtlerin tümünü hedef alan vahşi uygulamaları nedeniyle daha düne kadar PKK’nin silahlı mücadelesini makul ve meşru gören, buna itiraz etmeyen; Kürtlere siyaset imkânı tanınmadığı, Kürt kimliği inkâr edildiği için PKK’nin şiddetten başka çaresinin olmadığını düşünen halkın, bugün PKK’yi neden yalnız bıraktığını anlamak zor olmasa gerek.

Selahattin Demirtaş Sputnik'e yaptığı açıklamada bu yalnızlığı, 15 Temmuz sonrası OHAL uygulaması nedeniyle Kürt halkının korktuğu savıyla açıklamaya çalışsa da o da çok iyi bilmektedir ki PKK şiddetinin, hendek zulmünün başladığı günlerde OHAL yoktu ve halk ilk günden itibaren bu eylemlere tavrını koymuştu. PKK ve bileşenlerinin tüm çabalarına rağmen değil yaşlısı ve genciyle tüm Kürt halkı, PKK’nin organize olma kabiliyeti yüksek tabanı bile harekete geçememiştir. PKK ve HDP’nin, çatışmaların AK Parti’nin dayatmalarından kaynaklandığına dair yaratmaya çalıştığı algı ve bunun için yaptığı muazzam kampanya da pek başaralı olmamış, beklenen halk desteği bir türlü sağlanamamıştır. Halkın bu tutumunun özünde yatan hissiyat ise siyaset imkânlarının genişlemesi ile beraber şiddetin gereksizliğini kanıksanmış olması ve bu şiddeti gerektirebilecek koşulların son bulmuş olduğuna dair inançtır. 

Bu gerçeğe rağmen PKK ise son yıllarda hızlıca yayılan ve derinlik kazanan Kürt milliyetçiliğinin bir halk isyanını beraberinde getireceği beklentisiyle şiddete yeniden yatırım yapmıştır. Devletin baskıcı tutumu döneminde kuşanılan militan karakterli milliyetçilik ile yasakların, inkârın kalkması sayesinde semboller ve ulusal mitler ile üretilip örgütlü sivil yapılar tarafından dolaşıma sokulan milliyetçiliğin olaylar karşısında takınacağı tavrın aynı olmadığını anlamak istememiştir. Kürt sosyolojisindeki hızlı ve dinamik değişimi, Kürt milliyetçiliğinin sivilleşme eğilimini, katı ideolojisi nedeniyle görmek istememiştir. Ne var ki PKK, toplumsallaşan Kürt milliyetçiliğinden istediği oranda yararlanamasa da Kürtleri kendi değerlerine yabancılaştıran bu virüsün yayılmasında en önemli rolü üstlenmiştir. Neredeyse bütün toplumları zehirleyen milliyetçilikten ne yazık ki Kürt halkı da gecikmiş olarak ancak yoğun biçimde nasibini almış, Kürtlerin İslam’la yoğrulan kadim kültürü yerini milliyetçi sembollere ve tasarruflara bırakmaya başlamıştır.

Kürt Halkının Son Süreçteki Tutumu

On yıllardır süren bu savaş tüm toplumu derinden etkilemiş, Türkiye halklarını acı bedeller ödemeye mahkûm etmiştir. Savaşın haklılığına duyulan inancın yitirilmesi ve yakın vadede barışın sağlanacağı umudu ile geleceğe ilişkin hayaller kurulurken bir anda çatışmalar yeniden başlamış, üstelik bu defa örgüt kırsal ağırlıklı eylem biçimini değiştirerek savaşı şehirlere taşımıştır. Dün insanlar devletin köyleri yakması sonucu yerinden yurdundan oluyorken bugün ise örgütün on binlerce insanın yaşadığı mahallelerde, ilçelerde kazdığı hendekler, kurduğu patlayıcı düzenekler nedeniyle muhacirliğe itilmiştir. Yüzbinlerce insan PKK zulmü nedeniyle yerinden edilmiş; yüzlerce insan şehirlerin göbeğinde patlatılan bombalar nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Halk HDP’ye vermiş olduğu güçlü desteğin PKK tarafından bu kadar hoyratça istismar edilmesine anlam vermemekle beraber resmen aldatıldığını düşünmektedir. Bu yönüyle Kürt halkı çatışmalı süreci onaylamadığı gibi PKK şiddeti ile arasına belli bir mesafe koymaya başlamıştır.

Çatışmaların geçmişle kıyaslanmayacak kadar sert ve kanlı seyretmesine rağmen, halkın hukukunun mümkün mertebe korunmaya çalışılması, münferit birtakım hadiseler dışında güvenlik güçlerinin hukuka riayet etmeye özen göstermesi devletin geçmişteki hatalarından ders çıkardığına işaret etmektedir. Aynı zamanda hendeklerden, çatışmalardan, bombalı saldırılardan dolayı mağdur olan insanların zararlarının giderilmesi için devletin sergilediği çaba da dikkat çekmektedir. Anlaşılmaktadır ki devlet, PKK’nin güçlenmesine, psikolojik üstünlük sağlamasına ve toplumsal desteğini artırmasına yol açan yanlış uygulamaları terk etmeye başlamıştır. Her ne kadar PKK ve bileşenleri bugün de devletin 90’lı yıllardaki gibi davrandığına dair yoğun propagandalara başvursa da yaşananların canlı tanığı olan halk durumun hiç de öyle olmadığının farkındadır. Bu savaşın Kürtlere sağlayacağı hiçbir şeyin olmadığının farkında olduğu gibi. Devletin bu tutumu, halkın örgütü yalnız bırakmasının en önemli nedenleri arasındadır. Ancak halkın yaklaşımını bu temelde ele alırken bunu devlete tümüyle destek, örgütün bölgesel tabanını yitirmesi, toplumun hissiyatının devlet lehine değiştiği gibi analizler yapmak yanlış bir değerlendirme olur.

Elbette, PKK ve örgütlü bileşenlerinin tüm çabalarına rağmen Kürt halkının çatışmalı sürece destek olmaması başlı başına önemlidir ve toplumsal sağduyunun halen cari olmasının bir sonucudur. Ancak bu tutum sağlıklı biçimde değerlendirilmez ve temenniler kanaat olarak sunulursa, büyük hayal kırıklıkları doğabilir. Öncelikle unutulmamalıdır ki Kürt halkının büyük kısmı, belki PKK’ye açıktan itiraz etmese de devletin istediği tarzda örgüte tavır almasa da örgütün doğal, kazanılmış tabanı değildir. Ancak bugüne dek PKK’ye açıktan düşmanlık edecek, ona karşı çıkacak bir tavır da sergilememiş, buna gerek de duymamıştır. Bunun nedenlerini, kurulduğu günden beri Kürtleri dışlayan ve reddeden Cumhuriyetin zulüm tarihi içinde aramak gerekir. Son yıllarda AK Parti hükümetleri döneminde Kürt sorununa ilişkin yaşanan olumlu gelişmeler ve ortaya konan yapıcı siyaset, neredeyse bir asır boyunca devam etmiş olan zulmü hemencecik unutturmaya yetmemiştir. Bu konuda daha alınması gereken epeyce mesafe var. Zaten halk, devletin, Kürt sorunu algısının değiştiğinin farkında olduğu içindir ki bugün PKK şiddetini anlamlı bulamamakta, destek vermemektedir.

Kürt halkının büyük kısmı PKK’nin örgütlü tabanı olmadığı gibi devletin yanında da saf tutmuş değildir. Özellikle son süreçte halkın PKK’ye karşı ortaya koyduğu sessiz ama etkili itirazı, devleti desteklemek şeklinde yorumlamak pek isabetli olmaz. Kürt halkı olan biteni kendi veçhesinden takip etmekte, PKK’yi ve HDP’yi hiç gereği yokken şiddete başvurduğu, şiddeti savunduğu için suçlamakta; bununla beraber devleti ise çatışmalı süreci nasıl yöneteceği açısından dikkatle izlemektedir. Kürtler için devletin terörle mücadelesinin hukukiliği meselesi, geçmişin acı tecrübeleri nedeniyle oldukça önem arz etmekte, Kürtlere dönük algının devlet nezdinde iddia edildiği gibi değişip değişmediğini anlamak için önemli bir veri olarak görülmektedir.

Vekillerin Tutuklanması, Riskler ve Hükümetin Sorumluluğu

PKK saldırılarının, hendek ve barikat terörünün, Kürt sorununun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı, sorunu daha da kangrenleştireceği Kürtlerin birçoğunun ortak düşüncesidir. Siyaset yapma imkânı varken sivil siyasetin gücü ortadayken şiddetin devre dışı kalması gerektiğine herkes gibi Kürtler de fazlasıyla inanmaktadır. Verili koşullarda ne Kürt sorunu şiddetle çözülebilir ne de şiddet Kürtlerin talep ettiği hakları sunacak bir ortamı sağlayabilir. Bu denklem, makuliyetin ve normalleşmenin bir çeşit izahıdır aslında. Bu hassasiyetlere dikkat etmek en başta hükümetin görevidir. Kürt sorunu konusunda uzun yıllar boyunca yoğun emek verilerek kat edilen mesafenin, PKK ile yürütülen mücadele ve ülkenin karşı karşıya kaldığı topyekûn saldırılar nedeniyle kapanmaması için oldukça özenli davranılması gerekmektedir. Desteksiz bırakılarak gayrı meşruluğa itilen PKK şiddetini meşrulaştırmak isteyenlerin en çok sarıldığı “siyaset yapma imkânının kalmadığı” argümanını ve bu temelde yapılan propagandaları gerçekçi kılmaya yarayacak tasarruflardan mümkün mertebe uzak durulmalıdır. Bu yönüyle son günlerde belediye başkanlarının tutuklanarak ya da görevlerine son verilerek yerlerine kayyum atanması, HDP’li milletvekillerinin tutuklu yargılanması gibi gelişmeler söz konusu endişeleri artırmaktadır.

HDP ve DBP’nin PKK çizgisinde siyaset yaptığı herkesin malumudur. Hatta bu partilerin siyasal faaliyetleri büyük oranda PKK tarafından belirlenmektedir; bunu da bilmeyen yoktur. Bu, yeni bir durum da değildir. Daha evvel örgüte yakınlığı nedeniyle birçok parti kapatılmış, her defasında ardından yenisi açılmış ve aynı ilişki devam ettirilerek siyaset yapılmıştı. Parti kapatmaların, vekillerin tutuklanmasının, siyasi yasakların Kürt sorununun çözümüne katkısı olmadığı da yakın tarihte birçok defa müşahede edilmiştir. Üstelik bu uygulamalar daha çok örgütün işine yaramış, şiddetten başka çare olmadığı iddiasına güçlü bir dayanak kılınmıştır.

Son yıllarda Türkiye içerden ve dışardan çok ağır saldırılara maruz kalmaktadır. PKK ve IŞİD’in kanlı saldırıları toplumu zaten fazlasıyla rahatsız etmişken ansızın gerçekleşen darbe girişimi çok yönlü saldırının vahametini göstermekteydi. Kuşkusuz 15 Temmuz darbe girişimi bu saldırılar içinde en cüretkâr olanıydı. PKK ve IŞİD’in eylemleri ile birlikte 15 Temmuz’un yol açtığı sarsıntı, toplumsal psikolojiyi allak bullak etmişti. Hükümet de toplum da ağır bir kuşatma ile karşı karşıya kalındığı ve buna yönelik en sert önlemlerin alınması gerektiği konularında hemfikirdi. Nitekim ilan edilen OHAL ile hükümet, FETÖ ve PKK terörüne geniş yetkilerle müdahale etme imkânı yakaladı.

Muhakkak ki tehdidin bertaraf edilmesi, toplumsal huzurun tesisi sağlanmalıdır ancak bunu yaparken mağduriyetlere ve hukuksuzluklara yol açmamaya da özen gösterilmelidir. Ne yazık ki son dönemdeki birçok keyfi tasarruf, mağdurların sayısının çoğalmasına yol açmış, endişelerin artmasına neden olmuştur. Özellikle FETÖ ile mücadele edilirken ölçünün net ve belirgin olmaması nedeniyle suçsuz birçok insan haksızlığa uğratılmıştır. Bununla beraber meselenin bir de PKK ile iltisaklı olma ya da ona değenler boyutu da bölgenin siyasi ve toplumsal geleceği açısından kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda belediye başkanları ve vekillerin tutuklanmasının ardından bölge halkının buna itiraz etmemesini, sokağa dökülmemesini, tepki göstermemesini olan bitenin desteklendiği şeklinde yorumlamamak gerekir. Son tahlilde tutuklanan siyasetçilerin o bölgenin seçmeni tarafından hem de çok yüksek oy oranlarıyla seçildiği unutulmamalı, tutuklama uygulamasının halk tarafından doğru bulunduğuna dair somut bir karinenin olmadığı da akılda tutulmalıdır. Halk için önemli olan sivil siyaset imkânlarına ket vurulup vurulmadığıdır. Elbette teröre, şiddete destek verenler, buna katkı sağlayanlar sonuna kadar yargılanmalı, suçları sabit olanlar hak ettikleri cezalara çarptırılmalıdır. Ancak soyut iddialar ve zayıf delillerle yürütülen soruşturmalar, toplumu ikna etmeye yetmez ve buradaki niyet ister istemez sorgulanır. Bu nedenle eldeki somut ve güçlü dayanaklar halkla paylaşılmadan, reyiyle seçilen insanların birçoğunun tutuklanmasına toplumun başka anlamlar yüklemesi hiç de zor değildir. Buna fırsat vermemek, süreci doğru yönetmek mevcut siyasi iradenin sorumluluğundadır.

HDP ve DBP’li siyasetçilerin tutuklu yargılanması bu açılardan birtakım riskler taşımaktadır. Suçlamalar her ne kadar örgütle bağlantılı faaliyetlerle ilgili olsa da yargılamaların tutuksuz olarak yapılması ilerde ortaya çıkabilecek riskleri asgariye indirecektir. Ne bu tutuklamalar ne de kayyum atamaları bölgede yaşanan acil sorunların çözümüne istenilen oranda katkı sağlamayacaktır. Yarın seçim olsa bölgedeki oy aritmetiği öyle çarpıcı bir değişim göstermeyecek; HDP yeni vekillerle yoluna devam edecek, yerel seçimlerde belediye başkanları büyük oranda yine DBP’den olacaktır. Seçilmişlerin tutuklanması, görevden alınması ister istemez yarınlarda bir mağduriyet söylemine dayanak olacak ve son kertede yine örgütün işine yarayacaktır.

Üzerinde kafa yorulması gereken asıl sorun bölgede her geçen gün artan milliyetçi temayüldür. Kürt gençlerinin, yeni kuşakların milliyetçi rüzgârlara kapılıp savrulmaları belki de gelecek günlerin nasıl seyredeceğine işaret etmektedir. Önemli sorunlardan bir diğeri de AK Parti’nin bölgede siyaseten karşılığını kaybetme noktasına gelmiş olmasıdır. AK Parti’nin bölgeyi yanlış siyasetçi, bürokrat tercihi nedeniyle büyük oranda HDP’ye terk etmesi, bu gerçeğe gözünü yumması, siyasi varlığını ve politikalarını anlatma gereği bile duymaması büyük vebaldir. Eleştirileri dikkate almayan, istişare etme gereği duymayan bir siyasi anlayışla bölgenin sorunlarını çözme, geleceğini yeniden inşa etme şansı yoktur. Çözüm süreci bunun tipik ve talihsiz bir örneğidir. Bölge halkıyla iletişim imkânlarını çoğaltmadan, sahayı başkalarını terk ederek, toplumun sahip olduğu değerlere yabancı ve kendi çıkarından öte bir şey düşünmeyen kasaba siyasetçileri ile bölgenin siyasi dengesini değiştirmeye çalışmak beyhude bir çaba olacaktır. Kürt halkına kendisini anlatmayan, yaptıklarını gerekçelendirme ihtiyacı duymayan AK Parti’nin boşalttığı bu alan dün olduğu gibi yarın da HDP’nin karşı ve karalayıcı propagandaları ile doldurulacak; AK Parti’nin yerel siyasetçileri şahsi ikballerinin peşinden koşarken birileri AKePe’nin Kürtlerin en büyük düşmanı olduğu algısının zihinlere iyice kazınması için gecesini gündüzüne katacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR