Zeytun niye isyankârdı

Ayşe Hür

Her yıl olduğu gibi devlet büyüklerimizi 24 Nisan telaşı aldı. ABD Başkanı Obama’nın 1915 Ermeni Tehciri için ‘soykırımdı’ dememesi için tam saha pres yapılıyor. Tarihî gerçekler ve bunların Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk toplumuna yüklediği ahlaki sorumluluk umurlarında değil. Sadece günü kurtarmaya çalışıyorlar. Onlar 95 yıllık gayrı ahlaki tutumlarına devam etsinler, biz tarihsel gerçekliğe biraz daha yaklaşmaya çalışalım. Bu haftanın konusu, İttihatçıların 1915’te Osmanlı ülkesindeki tüm Ermenileri Deyr Zor çöllerine doğru korkunç bir ölüm yolculuğuna çıkarmalarını meşru kılmak için kullandıkları ”Zeytun İsyanı”.

Zeytun, Toros Dağları silsilesi içinde, Maraş’ın kuzeyinde yer alan Berit Dağı’nın güney eteklerinde, kadim bir Ermeni yerleşim yeridir. Ermenilerin bölgeye gelişini 10. yüzyıla kadar götüren kaynaklar var. Ermenilerin bölgedeki varlıkları, Bizans, Selçuklu, Moğol, Memluklar ve Dulkadıroğulları dönemlerinde kesintisiz biçimde bölgede sürmüş. Bazı araştırmacılar Zeytuûn adının bir zamanlar o bölgede yapılan zeytin tarımından geldiğini öne sürerler. Ancak bölgede zeytin tarımı yapıldığına dair kesin kanıtlar yok. Kaynağı ne olursa olsun güzel bir ad Zeytun.

Maraş bölgesi, dolayısıyla Zeytun, 1515 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştı. 1563 tarihli Maraş Tahrir Defteri’nde, şehir nüfusunun yüzde 10’nunun Ermeni olduğu, bunların da ağırlıklı olarak Zeytun nahiyesinde yaşadığı belirtilir. Buna göre Zeytun’da 148 Müslüman, 1.928 gayrimüslim yaşamaktadır. 1613 yılında Maraş ve Zeytun’u ziyaret eden Ermeni asıllı Polonyalı seyyah Simeon’a göre, Zeytun’da altı kilise ve bir manastır vardır. Seyyah, kasabada bir zamanlar 800 Ermeni hanesi varken, şimdi 30 hane kaldığını söyler. Bu azalmanın nedeni, 1600’lü yılların başlarında tüm Anadolu’yu büyük bir kargaşaya sokan Celali İsyanları’dır.

Asi Türkmen aşiretleri

Zeytun’u anlamak için öncelikle Maraş bölgesini anlamak gerekir. Selçuklu Devleti’nin yıkıldığı 13. yüzyıldan itibaren yaklaşık yüz sene boyunca dağlık Maraş’taki “konar-göçer” Türkmen aşiretleri mahalli hükümetler (beylikler) şeklinde örgütlenmişlerdi. Geçimlerini esas olarak hayvancılıkla sağlıyorlardı ancak Şam ve Halep’ten Anadolu’ya gelen ticaret yolunun üzerindeki oturmaları sayesinde eşkıyalık da önemli geçim kaynaklarındandı. Aşiretler sadece tüccarları soymakla kalmıyor, birbirlerine de tasallut ediyorlardı. Osmanlı döneminde devlet eşkıyalığı önlenmek için kefalet, nezir, para cezası, sürgün, hapis ve kürek cezası gibi sert tedbirlere başvurdukça, aşiretler iyice yoldan çıkmışlardı.

Ancak, bölgede eşkıyalığı ile meşhur olanlar Ermeniler değil Türkmen aşiretleriydi. Bunlar arasında en meşhurları da Reyhanlı, Çelikanlı, Atmalı ve Kılıçlı aşiretleriydi. İşler bir ara öyle bir noktaya varmıştı ki, 1714 yılında devlet Kılıçlı aşiretinin üzerine asker göndererek erkeklerini kılıçtan geçirmiş, kadın ve çocuklarını Kıbrıs’a sürgün etmişti. 1733’te aşiretin çocukları Kıbrıs’tan kaçarak tekrar Maraş bölgesine gelmişler, kaynakların diliyle “tekrar mel’anet ve şekavede” başlamışlardı. Zira Osmanlı’nın klasik döneminde Maraş ve yöresi yarı muhtar bölgeydi.

Maraş’ın Ermenilerine gelince, onlar Türkmen aşiretlerine göre biraz daha “şehirlileşmiş” oldukları halde, merkezî devletle ilişkilerini aynen Türkmenler gibi yarı muhtariyet çerçevesinde kurmayı tercih ediyorlardı. Ne de olsa bölgede, Türkmenlerden de eskiydiler. Ancak Müslüman-Türk aşiretleriyle Maraş bölgesinin Ermeni ahalisi arasındaki ilişkiler mutlak dostluk ya da mutlak düşmanlık şeklinde değildi. Öyle ki, Osmanlı modernleşmesinde önemli bir köşe taşı olan 1856 tarihli Islahat Fermanı ile zorunlu askerlik konulmasına kızan Tecirli Aşireti beyleri Maraş’ı bastığında, şehrin ileri gelenleri Zeytunlu Ermenileri yardıma çağırmış, sonunda iki taraf ortaklaşa Maraş’ı yağmalamıştı.

IV. Murad’ın fermanı

Özetle söylersek, Zeytunlu Ermenilerin “isyancı” diye tanınmaları, temel olarak Maraş bölgesine hâkim olan bu kültürle ilgiliydi. Müslüman-Türkmenlerin bile devletten hoşnut olmadığı bir düzende, gayrımüslim tebaanın hoşnut olması beklenemezdi. Ancak Zeytunluların kendilerine göre başka bir gerekçeleri daha vardı. Ermeni sözlü tarihine göre, hayvancılık, buğday arpa, mısır ve pamuk tarımı ile geçinen Zeytunlular çok fakir bir bölgede yasadıklarını ve imkânları bulunmadığını ileri sürerek IV. Murad’dan (1612-1640) vergi muafiyeti istemişler ve bu istekleri kabul edilmişti. Padişahın fermanına göre devlet, Zeytun kasabasının yıllık vergisini 15 bin kuruş olarak tesbit ederek, başka hiçbir hükümdarın buna karışmamasını, Osmanlı memurlarının kasaba içinde bulunmamasını emretmişti. Ancak, 1780’den itibaren merkezî hükümet bu fermanın koşullarına uymamaya başlamıştı. İşte Zeytunluların devletle sorunu bundan sonra şiddetlenmeye yönelmiş, Zeytunlular da her yeni vergi salınışında, her yeni baskıda ayaklanmışlardı.

Burada bir parantez açalım: Türk tarihçileri Osmanlı Devleti’nin Mühimme Defterleri’nde bu fermana dair herhangi bir kayıt olmadığını, Ermeniler ise fermanın aslının 1884’te çıkan bir yangında yok olduğunu söylüyorlar. Ancak Zeytun’a vergi muafiyeti uygulandığını Türk tarihçileri de kabul ediyor. Demek ki Zeytun isyanlarıyla vergi muafiyetinin ihlali arasında bir ilişki olabilir.

III. Napolyon’a dilekçe

Ancak, 1860’ta Lübnan’da patlak veren Marunî isyanından sonra Fransa’nın baskılarıyla Lübnan’a özerklik verilmesinden esinlenen Ermenilerin 1862’de Fransız İmparatoru III. Napolyon’a dilekçe yazarak bir Ermeni Prensliği için destek istemeleri, geleneksel başkaldırılardan farklı bir nitelik taşıyor. Benzer bir dilekçe yine Ermeni yurdu olan Haçin’den de gelince, Napolyon’un isteği üzerine Fransa Büyükelçisi, Haçin ve Zeytun’da incelemelerde bulunmuş ve bölgede muhtar bir idare kurulabileceği yolunda bir rapor göndermişti. Ancak, Fransa Ermenilerin Lübnan Marunîleri gibi Katolik Kilisesi’ne bağlanmalarını istiyordu. Ortodoks olan Ermeniler bunu kabul etmeyince Napolyon bölgeyi unutup gitmişti.

Ancak Ermenileri esinlendiren sadece Marunîler değildi. 1853’te Kırım Savaşı için asker ihtiyacını karşılamak üzere Maraş ve Kozan dağlarına gelen devlet, yarı özerk yaşamaya alışmış olan Dulkadırlı ve Bayazıdlı gibi Türkmen aşiretlerinin isyanıyla karşılaşmıştı. Ermeniler de bu grupların yarattığı kargaşadan yararlanmaya kalkmışlardı. Nitekim Osmanlı Devleti bölgeyi kontrol (terbiye) etmek için 1864 sonlarında Fırka-i İslâhiye adlı bir birlik kurmak zorunda kalacaktı. Fırkanın hareket alanı İskenderun’dan başlıyor, Maraş, Zeytun, Elbistan, Kilis, Niğde, Kayseri ve Adana’yı içine alarak Sivas vilayet sınırında bitiyordu. Fırka-i İslâhiye’nin başına 4. Ordu Kumandanı Derviş Paşa, halkla ilgili idari işleri görmek üzere de Ahmet Cevdet Paşa tayin edilmişti. Birlik kısa sürede denetimi sağlamış, 1865 yılında Zeytun “işhan”ları (beyleri) önce Halep’e ve oradan da İstanbul’a sürülmüştü.

Fırka bundan sonra, Hatay, Osmaniye, Adana ve Maraş bölgesinde devlete başkaldırmayı âdet haline getiren Türkmen ve Kürt aşiretlerini de devletin buyruğu altına aldı. (Dadaloğlu adlı bir Türkmen aşığının “Dadaloğlum bir gün kavga kurulur/ Öter tüfekler, davlumbazlar vurulur/ Nice koçyiğitler yere serilir/ Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” şeklindeki bozlağı devletin bu politikasına tepkiyi anlatıyordu.) Uzun bir süre bölge sakin yaşadı.

Babik Paşa olayı

Zeytun Ermenileri 1877-1878’deki Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından devletle bir kez daha karşı karşıya geldiler. Savaşın sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi uyarınca Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Doğu Anadolu’nun altı vilayetinde, (Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Harput ve Diyarbakır) ıslahat yapılması gerekiyordu. Zeytunluların Büyük Devletler’in desteğine güvenerek isyan hazırlığı içinde olduğu istihbaratını alan Halep Valisi Kamil Paşa ve komutanlarından Veysi Paşa, yanına bir miktar asker alarak Zeytun’a gelmiş, halkın elindeki silahları toplamış, 200 kişiyi tutuklamış ve kocaları dağa çıkan sekiz Ermeni kadını Halep’e götürmüştü. Kadınların götürülmesi, zaten çok ciddi bir tahrik unsuruyken Kamil Paşa bununla da yetinmemiş, eşkıyanın köylerden çaldığı mal ve hayvanları sahiplerine geri vermek bahanesi ile askerleriyle birlikte 40 gün boyunca Zeytun’da kalmıştı. Bu dönem içinde, Ermenilerin Babik Paşa dedikleri bir toplum önderini (ki Türk tarafına göre “eşkıya başı” idi) yakalayarak kiliseye hapsetmişti. Kamil Paşa ve birlikleri yüzünden gerilimin artması üzerine İngiliz Konsolosu Layard İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’ye “Kamil Paşa’nın Türk valilerinin en iyisi olduğunu” rapor etse de İngiltere’nin baskıları sonunda, Mart 1879’da Kamil Paşa Halep Valiliğinden azledildi. Ardından Zeytun’daki tutuklu Ermeniler serbest bırakıldı. Babik Paşa daha sonra Zeytuûn’a Belediye Başkanı oldu, ortalık yine yatıştı.

 

1895 çatışmaları

1894-1896 yılları arasında Urfa ve Sasun’da Ermeni köylülerinin devlete verdikleri vergiler dışında bir de Kürt beylerine vergi vermeye itiraz etmesi üzerine patlak veren olayların Hamidiye Alayları destekli devlet kuvvetlerince son derece kanlı şekilde bastırılması sırasında İngiltere, Fransa ve Rusya’nın İstanbul’daki büyükelçileri biraraya gelerek, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi gereğince yapılması gereken ama hâlâ yapılmayan ıslahatların derhal yapılması için hükümete bir memorandum vermişlerdi. Görüşmelerin sürüncemede kalması üzerine, İstanbul’daki Ermeniler bir gösteri düzenlemişlerdi. Gösteri sırasında çıkan olayları bahane eden hükümetin Ermenileri katletmesi üzerine, Büyük Devletler ağırlıklarını koydular ve Abdülhamit 3 Ekim 1895’te reform paketini kabul etmek zorunda kaldı. Bu sırada Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Çukurova’da Ermenilere karşı katliamlar devam ediyordu.

Bu kaotik ortamda, Hınçak Partisi’ne mensup Haçinli Baron Agasi’nin etrafında toplanan Zeytun, Fırnız, Keban, Sis, Landok, Karamanlı, Döneke, Sivilli köylüleri öz savunma gerekçesiyle, 1895 yılı sonbaharında harekete geçtiler. İddialara göre civar vilayetlerdeki Ermenilerin de katılmasıyla isyancıların sayısı 15 bine ulaşmış, hükümet Zeytun’a 11 tabur piyade, 100 süvari, dört dağ topu getirmiş, Adana-Sis’te dört redif taburu, İskenderun’da ise bir cebel (dağ) taburu yedek tutmuştu. Kuşatma sürerken, müzakerelere memur edilen Halep’teki Rus, (Almanya ve Avusturya’yı temsilen) İtalyan, Fransız ve İngiliz konsolosları 11 Ocak 1896’da Zeytun’a gelmişlerdi. Sonunda Konsolosların verdiği rapor İstanbul’da etkili oldu, olaylardan sorumlu tutulan Maraş bölgesi komutanı Remzi Paşa azledilerek yerine Halep Nizamiye Fırkası Kumandanı Edhem Paşa getirildi. Uzun müzakerelerden sonra 11 Şubat 1896 tarihinde taraflar arasında bir barış anlaşması imzalandı. İsyancıların lideri Baron Agasi ile dört arkadaşı anlaşma uyarınca masrafları hükümetçe karşılanmak üzere 23 Mart 1896 tarihinde Mersin’den Lind des Messageries adlı bir gemiyle Marsilya’ya gönderilmişler ve olaylar kapanmıştı. Ancak, 13 Mart 1897 tarihli bir Osmanlı belgesine bakılırsa bu ekipten bir bölümü Kıbrıs üzerinden İskenderun’a geri dönmüş ve siyasi faaliyetlerine bıraktıkları yerden devam etmişlerdi.

Resmî tarihin son “Zeytun İsyanı”

Resmî tarihçilerin “1915 Tehciri’ni gerekli kılan” olaylardan biri (diğeri Van İsyanı’dır) olarak günah keçisi ilan ettikleri son Zeytun direnişi, Osmanlı Devleti’nin 3 Ağustos 1914’te genel seferberlik ilan etmesinden sonra yaşandı. Amele Taburlarına alınan gayrımüslimlerin kitleler halinde imha edildiğine dair haberlerin etkisiyle askere gitmek istemeyen 20-25 kadar Ermeni genci, Zeytun civarında hem Osmanlı askerlerinin hem de Zeytunluların başına bela olmuştu. 30 ağustosta Zeytun’a gelen Maraş Mutasarrıfı Haydar Paşa, herhangi bir direnişle karşılaşmadan isyancıları teslim almış, halkın elindeki 200 kadar silahı da toplamış, olay da kapanmıştı.

Şubat ayında benzer bir olay daha yaşandı. Yine 20-25 kişilik asker kaçağı grubu, Zeytun’un en sağlam yeri olan, Aziz Astvatsatsin (Tekye) Manastırı’na sığındılar. Onlara destek için civar köylerden gelenle birlikte manastırda 300 kadar kişi toplandı. Grubu Binbaşı Hurşit Bey kumandasındaki 22. Alay, bir nizamiye taburu, Halep Mürettep tümeninden üç depo taburu, iki süvari bölüğü (toplam altı bin asker) ve iki dağ topu teslim almaya gelmişti. Bu eşitsiz güçler arasında 25 Mart 1915 günü sabahtan akşama kadar devam eden çarpışmalar sonucunda, Ermeni tarafı 37 ölü 100 kadar yaralı, Türk tarafı ise 26 yaralı, biri Binbaşı (Süleyman Bey) olmak üzere sekiz kayıp vermişti. Çatışma esnasında Zeytun Belediye Başkanı Nezaret Çavuş öldürülmüş, ölüsü ibreti-i âlem için Maraş’a getirilerek teşhir edilmişti. Sonunda, Zeytun’da toplanan Ermenilerin çoğu köylerine dönmüşler, 300 kadar Ermeni genci de kendiliklerinden teslim olmuştu.

Zeytunluların işbirliği

Gerçekten de, 14 Mart 1915’te “genel bir Ermeni isyanına ihtimal vermiyorum”, diyerek olayı 4. Ordu Kumandanlığı’na haber veren şifreli bir telgrafta, kaçak Ermeni askerlerinin bazılarının çatışma sonucu değil, yerel Ermenilerin girişimi sonucu kendiliklerinden teslim oldukları bilgisi yer alıyordu. Kaçakların Zeytun Ermenilerinin yardımı ile teslim oldukları bilgisi ABD’nin Halep Konsolosu J. B. Jackson’dan Büyükelçi Morgenthau’ya gönderilen 21 Nisan 1915 tarihli mektupta da vardı. Aynı şekilde İstanbul’da bulunan Alman gazeteci Tyszka’nın aktardığına göre, Ermeni Patriği olaylar sırasında Dahiliye Nazırı Talat Paşa’yı ziyaret ettiğinde, Paşa kendisine, “Zeytun Ermenilerinin davranışlarından son derece memnun olduğunu” aktarmıştı.

O sırada Zeytun’un bağlı olduğu Halep Valisi Celal Bey ise “Maraş’a yeni bir mutasarrıf tayin olundu. Ve bu zat [Mümtaz Bey] Zeytun’da birkaç asker firarisinin mevcudiyetine siyasi bir hava vererek bizzat oraya kadar gitti (...) kırk elli kadar Ermeni tevkif ve idareten Maraş’a hapsedildi” diyerek olaylardan Osmanlı idarecilerini sorumlu tutmuştu. Celal Bey’in bazı Ermenileri serbest bırakması ve sorunu güzellikle halletmeye çalışması üzerine, Zeytun Halep’e bağlı olmaktan çıkarılmış, bağımsız liva haline getirilmişti.

Bu kararların alınmasında, o tarihlerde İngilizlerin İskenderun bölgesinde çıkarma yapmaya hazırlandıklarına ilişkin istihbaratın rolü olmalı. İngiliz belgelerinden anlaşıldığı kadarıyla, bu konuda sadece Çukurova’daki Ermenilerle değil, yurtdışındaki Ermeni örgütleriyle de bir dizi görüşme yapılmıştı. Bu görüşmelerde, Ermeni Komitesi temsilcileri, İngilizlere Çukurova ve İskenderun bölgesinde savaşacak 20 bin kişilik bir gönüllü sağlayabileceklerini iddia etmişlerdi. Benzeri teklifler Amerika’daki Ermeni Ulusal Direniş Komitesi tarafından da yapılmıştı. Ancak İngiltere bu teklifleri ciddiye almamış ve İskenderun’a çıkartma yapma fikrinden vazgeçmişti.

Tehcir başlıyor

Buna rağmen, 8 Nisan 1915 tarihinde, Zeytun Ermenilerinden ilk kafile Müslümanların yoğunlukta olduğu Konya Ovası’ndaki Sultaniye ve Karapınar’a doğru yola çıkarıldı. Bu tarihte resmî tarihçilerin tehcirin ikinci önemli gerekçesi olarak gösterdiği “Van İsyanı” henüz başlamamıştı. Zeytunluların boşalan evlerine daha 20 nisanda Antep’ten getirilen Makedonya muhacirlerin yerleştirilmesi, bu konudaki planların çok önceden yapıldığını gösteriyordu. Nitekim daha sonra buna dair pek çok kanıt ortaya çıkacaktı.

24 nisanda, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Cemal Paşa’ya bir yazı göndererek, Zeytunluların Konya’ya sevklerinin güvenlik gerekçeleri nedeniyle artık mümkün olamayacağını belirterek, yeni kafilelerin Urfa ve Halep’e yönlendirilmesini istedi. Çünkü İttihatçıların, Osmanlı Devleti’nin tüm Ermeni tebaası için başka planları vardı. Aynı gün, İstanbul’da Ermeni cemaatinin en seçkin üyelerinden yaklaşık 250 kişilik bir grup evlerinden toplanarak Ayaş ve Çankırı’ya doğru yola çıkarıldılar. Genelkurmay Arşivi’ndeki bir belgeye göre 4 Mayıs 1915’ten itibaren Maraş’tan Halep yoluyla Suriye’nin Deyr Zor çöllerine gönderilen toplam 27.100 Ermeni’den 9.930’u Zeytunluydu. Bunların kaçının menzile sağ vardığını bilmiyoruz. 16 Mayıs 1915’te, Zeytun’un adı, şehit Binbaşı Süleyman’ın adından dolayı “Süleymanlı” yapıldı ve Zeytunlu Ermenilerden kalan son iz de silindi. Benzer ameliyeler ülkenin tüm bölgelerinde yapılacak ve Ermeniler 2500 yıldır yaşadıkları topraklardan sökülüp atılacaktı.


Özet Kaynakça:
Ahmed Cevdet Paşa, Tezakir, 2 cilt, (Yayımlayan Cavid Baysun), TTK Yayınları, 1986; Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri, (1914-1918), C. I-II, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, 2005, Fransız Diplomatik Belgelerinde Ermeni Sorunu (1914-1918),TTK Yayınları, 2005; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-İngiliz İlişkileri, (1845-1890), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, 2004; Muammer Demirel, Ermeniler Hakkında İngiliz Belgeleri (1896-1918) Yeni Türkiye, 2002; Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Yayınları, 2002.

hurayse@hotmail.com

TARAF