Zalimle uzlaşma arayışlarının beyhudeliği

RIDVAN KAYA

Hangimizin daha güzel amellerle sonsuz ahiret mutluluğunu, hangimizin de tuğyana kapılarak ebedi azabı hak edeceğini belirlemek için ölümü ve hayatı halk eden Rabbu’l Alemin’e hamd ediyor, bu imtihan gerçeği karşısında bilincimizi ve kalbimizi diri tutması, ayaklarımızı dini üzere sabit kılması için O’na sığınıyoruz.

Hayat İmtihandır!

Biliyoruz ki hayat bir imtihan alanı; karşılaştığımız zorluklar, engeller, sıkıntılar birer imtihan vesilesidir. Elbette sınanmadan değer kazanmak, değerli makamlara erişmek, Rabbu’l Alemin nezdinde muttaki bir kul muamelesi görmek mümkün değildir. Ve yine biliyoruz ki kolay ve basit olan pek de bir iz bırakmadan gelip geçerken, zorlandığımız şeyler, hoşumuza gitmeyen şeyler bizi kavi kılar, bizleştirir, netleştirir ve ayrıştırır.

Bu ayrışmaya çokça ihtiyacımız var. Kalıcı olanın, hayra götürenin değil de malayaniliğin, basitliğin revaçta olduğu bir ortamda sıradanlaşmamak, duyarsızlaşmamak, hoş ve boş vakit Müslümanlarından olmamak için bu ayrışma önemlidir, gereklidir.

Hac Suresi (22) 11. ayetinde Rabbimiz samimiyet ve ihlas yoksunluğunu şöyle vasfeder: “İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.

İnsan zayıflıkla ve acelecilikle maluldür. Sabretmek, direnmek, bedel ödemeyi göze almak pek arzu edilmez. Ama güç, imkan, fırsat varsa insanlar yanaşırlar, hem de fevc fevc gelirler. Muttakilerin farkı, işte burada ortaya çıkar.

Onlar gücün, imkânın, nüfuzun değil, kainatı yoktan var eden Rabbu’l Alemin’in kulları olduklarından her durumda Rablerine verdikleri sözün gereğini yerine getirme çabası içerisindedirler. Asıl hedefleri bu dünya ile sınırlı olmadığından galibiyeti, başarıyı dünyevi kriterlerle ölçmezler. Şüphesiz fıtri bir talep olan dünyevi başarıyı da arzu etmelerine, bunun için gayret etmelerine rağmen, fevzu’l azim olan gerçek başarıyı, kurtuluşu geçici dünya hayatında değil, ahiret saadetinde ararlar.

Suriye Tartışması

İşte son günlerde bir kez daha yoğunlaşan Suriye’nin geleceği tartışmalarına da bu perspektiften bakmalı, gelişen söylemleri, tartışmaları bu kaygıdan hareketle ele almalıyız. İnsanlar ne diyorlar, kar-zarar hesabı ne gösteriyor vb. açılardan değil, ilkelerimiz zaviyesinden konuyu değerlendirmeli ve buna göre tavır almalıyız.

Nasıl başından itibaren birilerinin alçakça, zalimce Müminlere, mazlumlara düşmanlık üretmesi ya da başka birilerinin kar-zarar bilançosuna bakıp tavır değişikliğine gitme eğilimi içerisine girmesi bizi şaşırtmamışsa aynı şekilde birilerinin bugüne kadar mazlumlardan, mağdurlardan yana olan tavırlarını değiştirme ihtiyacı hissetmiş olmaları da bizi bağlamaz. Sapanlara, dökülenlere, haklı tutumlarından çark edenlere ancak acıyarak, üzülerek bakıp biz tavrımızı, tutumumuzu devam ettirmek durumundayız.

Velev ki bu mücadelenin asıl aktörleri, taşıyıcısı kadrolar dahi, yarınlarda geri adım atsa, uzlaşmaya yanaşıp İslami mücadeleyi terk etseler biz yine hakkı dile getirmeye ve zulüm karşısında tavır almaya mecburuz. Çünkü biz sonuç itibariyle mücahitlerin ismine, sayısına ya da onları destekleyenlerin gücüne, etkinliğine bakarak tavır belirlemedik, pozisyon almadık. Biz Allah ve Resulünü razı edecek bir yol, bir tutum belirleme kaygısıyla hattımızı belirledik. Ve bunu Aziz ve Celil olan Allah’ın izniyle, yardımıyla sonuna kadar da sürdüreceğiz.

Utanç Verici Söylemler

“Esed rejimiyle müzakereler başlatılmalı, anlaşılmalı” diyenleri tiksintiyle izliyoruz. Hummalı bir kampanya yürüterek zalim, işkenceci, soykırımcı bir rejimi meşrulaştırma faaliyetine girişmişler. Çok farklı çevreler, kesimler de bu kampanyaya destek vermekte.

Bunların bir kısmı başından itibaren zulmün sözcülüğüne soyunmuş, Esed rejiminin şebbihalaştırdığı çevrelerdir. Bunlar Türkiye’nin desteğinin kesilmesiyle muhaliflerin çözüleceği umudundalar. Bu yüzden ilk günden itibaren tüm Suriye muhalefetine, mücahitlere ve onların destekleyenler aleyhine sistematik bir düşmanlık politikası yürüttüler. Her türlü yalana başvurdular. Sürekli biçimde karaladılar.

Ne yazık ki bunların içinde kendilerini İslami camia dahilinde görenler de mevcut. Korkarız ki, onların dost arayışı kendilerini ateşe sürükleyecek. Oysa Müminlerin dostluk da düşmanlık kriterleri de açıktır. Ebu Zerr’den rivayetle Resulullah’ın (s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Amellerin en üstünü, Allah için sevmek, Allah için kin tutmaktır.” (Ebu Davud, Sünne 2; Müsned, V, 146; Buhari, İman 1)

Zalim rejimle ilişki kurulması gerektiğini söyleyenlerin bir kısmı ise ulusalcılık denilen cahili anlayışın takipçileridir. Bunlara göre ülke menfaati neyi gerektiriyorsa o yapılmalıdır! Eğer maddi bir kazanç sağlanacaksa şeytanla bile işbirliği yapılabilir. Kimin ağladığı, kimin güldüğü, kimin haksızlığa uğrayıp kimin feryad ettiği hiç önemli değildir.

İşte bu anlayış tam manasıyla cahili asabiye zihniyetini yansıtmaktadır ve insanı insan yapan değerlerden, ahlaki, insani, ilkelerden, şeref ve haysiyetten teberri etmeyi, uzaklaşmayı getirmektedir.

Dik Duramamak

Son tartışmalarda vahşi rejimle işbirliğine sıcak yaklaşan bir diğer küme daha ortaya çıktı. Bu kümeyi bakış açılarını, politikalarını, hatta varlıklarını siyasi iktidarın ihtiyaç ve yönlendirmelerine göre tayin edenler teşkil etmektedir. Bunlar da biraz mahcup bir edayla da olsa “yapacak bir şey yok, dünya bizi yalnız bıraktı, biz de bu yola girmek zorundayız” mealinde tezler dillendirmekteler.

Bu tutumun haklı olmadığı, makuliyet içermediği çeşitli delillerle ortaya konulabilir. Bahsedilen ilişkinin geliştirilmesinin ne bu ülkeye, ne topluma hiçbir yarar sağlamayacağı da açıktır. Bilakis mevcut iktidarı zor duruma düşürerek, adeta tükürdüğünü yalamak zorunda kalma görüntüsü ile düşmanın eline büyük bir koz verileceği de ortadadır.

Konunun sınır güvenliği, ekonomik getiri, uluslar arası ilişkiler zemini vd. açılardan tartışılmasına gerek görmüyoruz. Bu konuların tümünde açık gerçekler saptırılıyor, zulme yakınlık yolunda yalanlar sıralanıyor.

Mamafih bizi asıl ilgilendirmesi gereken husus, dikkat çekilmesi gereken nokta böylesine ağır zulümler gerçekleştirmiş ve halen de insanlık suçları işlemeye devam eden bir rejimi normal, olağan, meşru görebilen bakış açısının içerdiği zalimane yaklaşımdır.

Belli ki bu sözleri sakız gibi tekrarlayanlar Allah Teala’nın şu ikazını pek de ciddiye almıyorlar: Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud,11/ 113]

Bu Nasıl Bir Terazi?

Kendisine yönelik bir saygısızlık ifadesini, bir yakınına yapılan kötü muameleyi, uğradığı maddi bir haksızlığı on yıllarca unutmayan, her fırsatta öne çıkartıp hesaplaşma eğilimine giren insanların yüzbinlerce insanı koltuğu uğruna katletmiş milyonları sürgün etmiş, bir ülkeyi harabeye çevirmiş bir zalimle el sıkışılmakta geç kalındığını söyleyebilmeleri ne büyük bir ahlaksızlıktır!

Gözler önünde yaşanmadı mı tüm bu vahşet? Varil bombalarının yakıp küle çevirdiği aileler; işkence ve açlıkla derileri kavrulmuş tutsaklar, ırzları kirletilmiş bacılarımız, kızlarımız, kimyasal silahla nefessiz bırakılmış, boğulmuş yavrularımızın görüntüleri bazılarına film gibi mi geliyor?

Mazlum Suriye halkını bir kenara bırakın, ya kendi uğradığınız istiskali, haksızlığı ne çabuk unuttunuz? Bombalanan askerlerinizin parçalanmış vücutlarını, yaralıların taşınmasının bile engellenmesini, bunca yıl boyunca vahşi rejimin şefinin yağdırdığı hakaretleri unuttunuz mu? Öfkeyle bayrak yakanları affetmeyeceksiniz ama bunca zulmü işleyen çeteyle kucaklaşacaksınız öyle mi? Burada hiç akıl, mantık, vicdan var mı?

Sonuç itibariyle, kim ne yapar, ne ederse kendine yapar. Yanlış hesap yapıp adaletten sapanlar alçakların maskarası olur ve bugüne kadar Allah için büyüttükleri, biriktirdikleri hayırlı ameller küpünü de sorumsuzca kırıp dökerler.

Biz Hakka Şahitlikle Sorumluyuz!

Bize düşen ise her durumda hakkı haykırmaya devam etmektir. Bizim meselemiz ulusal çıkar, bölgesel konjonktür, mali bilanço vs. değildir. Biz Allah subhanehu ve tealanın arzında O’nun kullarının hür ve şerefli yaşaması için çabalıyoruz. Bu gayeyle çelişen her türlü politikayı da reddediyoruz. Yapılmaya çalışıldığı söylenilen şeyin cahili bir anlayışın tezahürü olduğunu, ne insani ne de İslami değerlerle asla bağdaşmadığının da altını çiziyoruz.

Biliyoruz ki hüküm Allah’ındır ve insanlar ne umursa umsun, ne tür hesapların peşinde koşarlarsa koşsunlar sonunda O’nun dediği olacaktır. Ve dünyevi hesaplara dalarak Rabbu’l-Alemin’e verecekleri hesabı unutanlar pişman olacaklardır.

Şüphesiz Resulullah’ın (s) buyruğu, hatırlatması ufkumuzu açmakta, bize yol göstermektedir: “Her gelecek olan yakındır. Gelecek olana uzaklık yoktur. Allah hiç kimsenin acelesi için acele etmez; insanların işini basite almaz. İnsanların dilediği değil, Allah’ın dilediği olur. Allah bir şey diler, insanlar başka bir şey. İnsanlar istemese de Allah’ın dilediği olur. Allah’ın yakınlaştırdığını uzaklaştıracak, O’nun uzaklaştırdığını yakınlaştıracak hiçbir şey yoktur. Allah’ın izni olmadan hiçbir şey olmaz.” (Ebu Davud, El-Merasil)