İçinde yaşadığımız çağ, postmodern dönemi geride bırakarak hız, haz ve teknolojinin bireyleri ve toplumları şekillendirdiği bir zaman dilimidir. İnsan, bu çağın etkisiyle adeta bir makine gibi hareket etmeye başlamış; çok konuşan ancak az düşünen, çok tüketen ancak az şükreden, gündelik yaşamın telaşına kapılarak zamanını anlamlandırma fırsatını yitiren bir varlığa dönüşmüştür. Para kazanma hırsı ve mal biriktirme arzusu gibi maddi değerlere odaklanan insan, maneviyattan uzaklaşmıştır. Bu bağlamda, küreselleşmeyle birlikte kişileri kuşatan en önemli olgulardan biri popüler kültürdür. Popüler kültür, teknolojik gelişmeler ve tüketim odaklı yaşam biçimiyle saygı, sevgi, vefa, fedakârlık, dostluk, kardeşlik, komşuluk ve güven gibi insanı insan yapan değerleri erozyona uğratmıştır. Kalbin ancak Allah’ı anmakla huzur bulabileceğini unutan insan, duygusal ve psikolojik bir boşluğa sürüklenmiştir. Bu durum, yalnızca kişinin kendi varoluşsal krizine değil, aynı zamanda toplumsal bağların zayıflamasına ve manevi bir yitip gitmeye yol açmıştır.
Tüketim Kültürü ve Zamanın Erozyonu
Popüler kültürün şekillendirdiği yaşam biçiminde, kapitalist ekonomik ideolojinin etkisiyle tüketim önemli bir unsur olarak yer edinmiştir. Alışveriş merkezleri, mobilya mağazaları ve araba galerileri gösterişi ve faiz sistemini beslemiştir. Örneğin, Türkiye’de her hafta yaklaşık %15’lik bir nüfus (12 milyon kişi) alışveriş merkezlerine akın ederek ihtiyaçtan çok bir boşluğu doldurma çabası içindedir; alınanlar anlık tatmin sağlarken, alınamayanlar gerçek ihtiyaçların gölgesinde kalmaktadır. Buna karşılık, hasta ziyareti gibi sosyal empatiyi güçlendiren eylemlere haftalık katılım yalnızca %3’lük bir kesim (yaklaşık 2,5 milyon kişi) tarafından gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de yaklaşık %70’lik bir kesim (59 milyon kişi) sosyal medya kullanıcısıyken, camiye düzenli veya yarı düzenli gidenlerin oranı %25’tir (yaklaşık 21 milyon kişi); bu, tüketim odaklı mekanların manevi pratiklere kıyasla daha fazla rağbet gördüğünü gösterir. Sosyal medya gibi sanal platformlar, zinaya, kumara, ifşaya ve tüketime teşvik ederken, bireylerin yalnızca maddi ürünleri değil, insani değerleri de tükettiği mekanlara dönüşmüştür. Örneğin, Türkiye’de yasadışı sanal bahis sitelerinde yaklaşık %5’lik bir kesim (4 milyon kişi) oyun oynarken, her 10 gençten %60’ı sanal bahis oynadığı veya oynayan bir yakını olduğu belirtilmektedir; 2023’te sanal kumar piyasasının büyüklüğü 12 milyar TL’yi aşmış, 2022-2024 arasında %0,4’lük bir banka hesabı oranı (yaklaşık 350 bin hesap) yasadışı bahis işlemlerinde kullanılmış ve 200 bin yasadışı bahis sitesi engellenmiştir. Bu platformlar, bireyleri maddi ve manevi kayıplara sürükleyen bir haz sarmalına çeker. İnsan, bu ortamlarda temel ihtiyaçlarının ötesinde, yüreğinde hissettiği manevi boşluğu doldurma çabası içindedir. Ancak satın alma arzusu, kaybolan gerçek duyguların yerini tutamaz; aksine, nefs-i emmâreye hizmet eden bir hedonizm sarmalına dönüşür. Bu sarmal, yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma gibi değerleri unutturarak birey üzerinde tahribat yaratır. Hayat rehberimiz Kur’an, Maun Sûresi’nde bu unutuşu sert bir şekilde eleştirir: “Yetimi itip kakan, yoksula yedirmeye özendirmeyen ve küçük bir iyiliğe bile engel olan…” (Maun Sûresi, 2-7). Bu ayetler, tüketim kültürünün bireyi bencilliğe ve toplumsal sorumluluklardan uzaklaşmaya ittiğini; yetim, yoksul ve muhtaç gibi değerlerin unutulduğunu hatırlatır. Bu durum, kişinin yalnızca kendi haz ve hız peşinde koştuğu bir yaşam biçimini körükler.
Tüketim çılgınlığı, kişinin zaman algısını da derinden etkiler. İnsan, sınırlı bir sermaye olan zamanını, sosyal medyada geçirilen saatler ya da tüketim odaklı aktivitelerle harcar. 2024 verilerine göre, Türkiye’de %70’lik bir kesim (59 milyon kişi) sosyal medya kullanıcısıyken, düzenli veya ara sıra kitap okuyanların oranı %45’tir (yaklaşık 38 milyon kişi); bu, sosyal medya kullanıcılarının kitap okuyanlardan %25 daha fazla olduğunu gösterir. Sosyal medyada geçirilen ortalama %12’lik günlük süre (yaklaşık 2,8 saat), bireyin kendisini ve çevresini anlamlandırma fırsatını yitirmesine yol açar. Rabbimiz, Asr Sûresi’nde zaman üzerine yemin ederek bu gerçeğe işaret eder: “Andolsun asr’a ki, insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi, 1-3). İmam Razi’nin aktardığı buz satan adam örneği, pazarda eriyen buzlarını satmaya çalışan bir adamın “Sermayesi eriyen bu adama yardım edin!” feryadıyla zamanın kıymetini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. İnsanın ömrü de bu eriyen buza benzer; her an akıp giden, geri dönmeyen bir sermayedir. Asr Sûresi, insana zamanını nasıl değerlendirdiğini sorgulatır: İman, salih amel, hak ve sabır tavsiyesiyle mi, yoksa tüketim ve haz peşinde mi harcıyorsun?
İkra! Kur’an’ın Okuma Çağrısı ve Manevi Arınma
İslam, insanı bu tüketim odaklı düzenden kurtaracak, nefsini ıslah ve ihya edecek bir rehber sunar. İslam’ın ilk emri olan “İkra!” (Oku!), yalnızca bir metni okumayı değil, kâinatı, yaşamı, ölümü ve varlığın anlamını kavramayı ifade eder. Kur’an’ı okuyan kişi, yoktan yaratan Allah’ın varlığını idrak eder; musibetin ve rahmetin kaynağını, yaratılış amacını kavrar. Ancak 2024 verilerine göre, Türkiye’de düzenli Kur’an okuyanlar günde ortalama %2’lik bir süre (yaklaşık 20 dakika) ayırırken, sosyal medya kullanımı günde %12’lik bir süreyle (yaklaşık 2,8 saat) dünya ortalamasının üzerindedir; bu, bireylerin tefekküre dayalı manevi pratikler yerine haz odaklı sanal içeriklere yöneldiğini gösterir. Küreselleşme ve dijitalleşme çağında insan, bu okuma çabasından uzaklaşmıştır. Toplumsal algıda şekli bir okuma mevcut olsa da, pratikte bireyselliğe ve tüketim odaklı bir yaşam biçimine yenik düşmüştür. Seküler ideolojilerin en büyük panzehiri, nebevi metodu takip etmektir.
İnsanın nisyana, yani unutmaya yatkın bir varlık olması, Allah’ın yeryüzüne elçiler göndermesinin en önemli sebeplerindendir. Elçiler, bozulanı düzeltmek ve mülkün asıl sahibini hatırlatmak için gönderilmiştir. Ancak peygamberlerin gelmeyeceği bir çağda, Kur’an, insana rehberlik eden en büyük kaynaktır. Kur’an, çağın kirliliklerinden arınmış bir şekilde okunduğunda, kişiye manevi bir arınma ve hakikate ulaşma yolu sunar. Bu okuma, yalnızca metinsel bir eylem değil, kişinin kendisini, çevresini ve çağını anlamlandırma sürecidir. Kur’an, insana kâinatın her bir parçasında Allah’ın ayetlerini görmeyi, yaşamı ve ölümü anlamayı, rahmetin ve musibetin hikmetini kavramayı öğretir.
Güvenin Kaybı, Yalnızlığın Girdabı ve Manevi Yeniden İnşa
Tüketim odaklı yaşam, kişiyi ailesinden, arkadaşlarından ve akrabalarından uzaklaştırmış; yalnızlık duygusunu derinleştirmiştir. Telefonlarda, sosyalleşme mekanlarında ya da televizyon karşısında geçirilen saatler, en yakınlara vakit ayırmayı ihmal ettirmiştir. Türkiye’de kendini “dindar” veya “biraz dindar” olarak tanımlayanların oranı %65 olmasına rağmen, düzenli ibadet edenlerin oranı %30’dur; buna karşılık, 2024 verilerine göre kendini yalnız hissedenlerin oranı %22’dir ve bu oran gençler arasında %28’e ulaşmaktadır. Bu, tüketim kültürünün toplumsal bağları zayıflattığını ve bireyleri yalnızlığa ittiğini açıkça ortaya koyar. Bu uzaklaşma, güven duygusunun kaybına yol açmıştır. Güven, insan için merkezi bir öneme sahiptir; ömür ve ecel arasında geçen zamanı anlamlı kılan bir iç huzur kaynağıdır. Ancak bu mekanlarda harcanan zaman, bu huzuru yok etmiş; kişi, en ufak sorun karşısında bile bocalayan bir varlığa dönüşmüştür. Kur’an, bu krizi aşmak için bireyi seküler hastalıklardan kurtararak toplumsallığa ve fedakârlığa çağırır. Örneğin, bir komşuya selam vermek, bir hastayı ziyaret etmek ya da bir yetime yardım etmek gibi küçük ama anlamlı eylemler, kişinin yalnızlıktan kurtulmasına ve toplumsal bağları yeniden inşa etmesine vesile olur. Bu eylemler, bireyselliğin ve tüketim kültürünün dayattığı bencilliği kırarak insanı Allah’ın rahmetine yaklaştırır. Kur’an, insana bu tür salih amellerle hem kendi manevi dünyasını zenginleştirmeyi hem de toplumu güçlendirmeyi öğretir.
Bir Öneri: Rahmete Dönüş
Küreselleşme çağında, Kur’an’ı Müslümanca bir perspektiften okumak, Rabbimizle bağımızı güçlendirmek ve ertelediğimiz değerleri yeniden hatırlamak için bir fırsattır. Tüketim kültürünün dayattığı alışkanlıklardan sıyrılarak zamanı hak, sabır ve salih amel ile değerlendirmek, rahmete dönüşün yoludur. Bu tavsiyelere uyanlar, bu süreci bir arınma vesilesine dönüştürebilir. Ancak haz ve hız peşinde koşanlar, yalnızlık ve güvensizlik girdabında kaybolmaya mahkûmdur. Yoktan yaratan Rabbimizin sonsuz rahmetine sığınarak, insanı insan yapan değerlere sarılalım.
“Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize doğru yolu gösteren bir nasip eyle.” (KehfSûresi, 10)