Yine bir 8 Mart ve yine bir hatırlatma

Gülay Göktürk

Yine bir Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyoruz.

Bundan tam 11 yıl önce, 1999 yılı Dünya Kadınlar Günü'nde başörtüsü meselesindeki tavrından dolayı KA-DER'i eleştirmiş ve şöyle demiştim:

 "Açıkça görülüyor ki Türkiye'de feminist hareket; İslami kimliğinden soyunmadan kamu alanına çıkmak isteyen kadınlara karşı tutumunu netleştirmek zorunda. (...) Bir ülkede kadınların yüzde ellisinin başı örtülüyse ve feminizmin o çok sözünü ettiği "patriarka" bu yüzde elliye eğitim yapma, siyaset yapma, kamu alanında görev alma hakkı tanımıyorsa (yani eve, eş ve annelik rolüne hapsediyorsa) o ülkedeki kadın hareketi bu konuda tutum almak, taraf olmak zorundadır."

 Bu yıl Dünya Kadınlar Günü'nde KA-DER'in uzun bir tereddütten sonra nihayet türbanlılara konulan üniversite yasağına karşı çıkma cesareti göstermesini kutlayabiliriz.

 Evet, 28 Şubat'ın yıldönümü dolayısıyla üniversitelerde türban yasağının kaldırılması için açılan imza kampanyasında KA-DER'in de adı vardı. Bu Türkiye feminist hareketi açısından önemli bir ilerleme ve sevindirici bir gelişmedir.

 Ama yeterli olduğunu söylemek zor. Çünkü henüz önümüzde koca bir siyaset yasağı ve hesaplaşılmamış bir "Merve Kavakçı Olayı" duruyor.

 Ne kadar garip değil mi?..

 28 Şubat aradan geçen 13 yılda birçok yönüyle didik didik edildi. Anlatılmadık anı, yapılmadık eleştiri kalmadı. Ama sanki Merve Kavakçı'nın adından söz etmemek konusunda gizli bir konsensus var. Hâlâ ve ısrarla bir Allah'ın kulu ortaya çıkıp da, "Yahu biz o kadıncağıza neler yaptık! Ne kadar kaba ve ilkel bir linç töreniydi o" demiyor, diyemiyor.

Çünkü henüz hiç kimse yakın tarihimize "toplumsal histeriye dönüşen bir bağnazlık patlaması" olarak geçecek olan o olayla hesaplaşmaya; o büyük ayıpla ve o ayıbın kendine düşen bölümüyle yüzleşmeye hazır değil...

 Henüz hiç kimse, bütün suçu başını örtmek olan genç bir kadın milletvekilinin yaka paça Meclis'ten atıldığı; aynı anda korkunç bir medya kampanyasıyla yargısız infaza uğradığı; apar topar vatandaşlıktan çıkarıldığı ve bir lanetli gibi ülkesinden kovulduğu o günleri, o günlerdeki rolünü hatırlamak istemiyor.

 Oysa Merve Kavakçı olayı, 28 Şubat adlı kabus filminin en unutulmayacak sahnesiydi... Senaryonun en gerilimli noktası, en dramatik bölümü...

 Kavakçı halktan oy isterken başında örtüsüyle istemişti. Ona vekalet verenler, başörtüsüyle vermişler; hatta belki de başörtüsü olduğu için vermişlerdi. Eğer başındaki örtünün Meclis'e yakışmayacağını düşünselerdi, oy vermezlerdi.

 Kavakçı Meclis'teki varlığıyla bir yandan Fazilet Partisi'ni temsil ediyor ama bir yandan da başörtülü kadınları temsil ediyordu. Kadınların yarısının başını örttüğü bir ülkede, başı örtülülerin de milletvekili olabileceği umudunu temsil ediyordu. Belki de en önemlisi, halkın yüzde 70'inin savunduğu bir özgürlüğü temsil ediyordu.

 Halkın oylarıyla Meclis salonuna gelmiş biri o salondan apar topar dışarı atıldı. Gece yarısı kapısına dayanıldı, kamuoyunu tehlikeli bir terörist olduğuna inandırmak için basında kampanyalar açıldı. Bizzat devletin en tepesinde oturan kişi tarafından daha yemin olayının üstünden birkaç saat geçmeden televizyon aracılığıyla bütün Türkiye'ye "ajan provokatör" olarak ilan edildi.

 Kavakçı'nın başına gelenler, demokrasi için öylesine silinmez bir yüz karası ki; bu büyük ayıpta şöyle ya da böyle rol alan, kenarından köşesinden bulaşan ya da sessiz kalarak "suça iştirak eden"

o kadar çok kişi ve kurum var ki; bu olayın doğru dürüst bir hesaplaşmasının yapılmasının daha yıllarca süreceği anlaşılıyor.

Ama gerçek olan şu ki, ne kadar ertelenirse ertelensin, bu hesaplaşma bir gün yapılacak. Ve eğer Türkiye demokratikleşmeye devam edecekse sonunda bir gün bu ayıpla yüzleşmek zorunda kalacak.

 Kadınların başörtüsünün milletvekilliği için engel teşkil etmediği, tam tersine bunun temsili demokrasinin iyi işlemesinin olmazsa olmaz şartı olduğu; başörtülü kadınların Meclis'e girmesini önleyen yasal bir engelin ne 1999'da ne de şimdi, ne yasalarımızda ne de Anayasamızda mevcut olmadığı kabul edilmek zorunda kalınacak. Tarih Merve Kavakçı'yı Türkiye'de kadının siyasete katılımının önündeki en büyük engelin kaldırılmasına öncülük etmiş bir kadın lider olarak yazacak. Ve bu devlet bir gün mutlaka Kavakçı'dan özür dileyecek.

Ben bu yılın 8 Mart yazısını o günlerin bir an önce gelmesi dileğiyle bitirmek istiyorum.

Türkiye feminist hareketine yakışan, yakın tarihimizde yaşadığımız o utanç gününü ilk hatırlayan olması, ilk özeleştiriyi onun yapması; Merve Kavakçı'nın itibarının iadesi için ilk kampanyayı onun açmasıdır.

BUGÜN