Yeni Cumhuriyet Yeni Laiklik

SERDAR BÜLENT YILMAZ

İslam toplumu, batının sömürge yörüngesine girip, değişime ve Kur’an’a olan inancını yitirdiğinden beri, “kurtuluş” için hep yanlış kapıyı çalıp duruyor, zilletten çıkışın adresini batının “öldürücü fikirler”inde arıyor.

Batı, sömürdüğü İslam ülkelerini terk ederken iki aşamalı bir çekilme planı uyguladı: Birinci aşamada, hızlı ve acımasız bir sekülerleştirme için mütegallibe üzerinden uygulanacak faşist ve Bizantinist modeller yerleştirdi. Sert bir modernleştirme sonucunda batıcı seküler kadro ve taban oluşturuldu. İkinci aşamada ise; zorba rejimler karşısında bunalan ve yavaş yavaş başkaldırmaya, uyanmaya başlayan İslami muhalefeti önleyecek “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” kabilinden daha yumuşak rejimlere kapı açtı. Faşist rejimlerden sonra yarı demokratik baskıcı sistemler devreye sokuldu. Muhalefet arttıkça laiklik yumuşatıldı, tek partili sistemlerden çok partili sistemlere geçildi. Hatta bunlar halkın kazanımları olarak halk tarafından da benimsendi. Ancak toplumlar özellikle de İslami referanslarla daha fazlasını istedikçe, ılımlı İslam rejimlerine kadar iş vardırıldı. Böylece halk derin uykusundan uyandırılmadan kabustan tozpembe rüyaya geçiş sağlanmak istendi.

Post-Kemalist dönem olarak adlandırılabilecek yeni dönemde de aynı hinlikle karşı karşıyayız. Yükselen İslami muhalefeti kırmak için, nitelikli bir toplumsal dönüşüm perspektifini yitirerek sekülerleşmiş bugünün iktidarını oluşturan kadrolar ve onların entelektüel akıldaşları aracılığıyla, Kemalist otoriter laiklikten kurtulan halka, Anglo Sakson laiklik seçeneği sunuluyor. Müslüman topluma, seküler liberal sistemi kabullenerek İslami taleplerinden vazgeçmeleri salık veriliyor. Bunun için de yer yer dillendirilen, İslam’ın devlet talebi olmadığı yönündeki söylem, “kişiler laik olmaz, devlet laik olur” söylemiyle destekleniyor.

Son zamanlarda gündemde olan Başbakan Erdoğan’ın Arap Baharı ülkelerine laiklik tavsiyesi, tam da buna denk geliyor. Elbette bu tavsiyeye en çok batılılar seviniyor. Çünkü mevcut küresel sisteme esaslı tek itirazı İslam yükseltiyor. Müslümanların bunun ne kadar idrakinde olduğu bir yana, batı bunun fazlasıyla farkında. Zira batının en büyük kaygısı; Arap Baharının, İslami rejimlerle neticelenip batılılar ve Siyonist rejim için kabus bir zemheriye dönüşmesi. Bu noktada Erdoğan’ın bu çıkışı, Arap Baharı ülkelerinde, İslami kesime karşı laiklik savunucularının, seküler siyasetçi ve entelektüellerinin elini güçlendiriyor. AK Parti, böylece söz konusu batılı yaklaşımın taşeronluğunu yapmış oluyor. Maalesef İslam ülkelerinin ve Türkiye’nin örselenmiş ve sabitesini yitirmiş rehbersiz zihinleri de bu oyuna gelmeye oldukça müsaitler.

Elbette başbakandan, Ortadoğu ülkelerine İslami rejimi önereceği beklentisine kapılıp sonra da hayal kırıklığına uğramış olanlardan değiliz. Ancak, Türkiye’de, İslami mücadele yorgunu birçok çevrenin bu söyleme teşne olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, Erdoğan’ın laiklik vurgusunun, AK Partinin nihai Türkiye projesi olduğunu, sadece Türkiye için değil, küresel bir proje olarak bütün İslam ülkelerine uygulanmak istendiğini, bu anlamda Türkiye’ye verilen rol modellik misyonunu gönüllü üstlendiğini vurgulamak gerekiyor. Zira, bir küresel proje olan “model ülke” misyonu, Yeni Osmanlıcılıkla birleşip nostaljik duyguları kabarttıkça, laiklik meselesinin hazmı da kolaylaşmış oluyor.

İşte AK Partinin dönüştürücü etkisi en çok bu ve benzeri durumlarda görülmüş olacak. Sisteme entegrasyon derken bundan böyle anlaşılması gereken de bu ve benzeri fikirlere kapılmaktır.

Başbakanın laiklik tavsiyesi sonrasında yaptığı izahat, laik devleti nötr kabul etme anlayışı üzerine kurulu. Biliyoruz ki, sosyal sistemlerin nötr olması imkansızdır ve bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Sistem laikse toplumsal model de sekülerdir. Devletin bütün dinlere eşit mesafede durması ile sınırlı böyle bir laiklik anlayışı, ancak tüzel kişilik olarak devleti “soyutlamakla” mümkündür. Oysa devlet, kendisini oluşturan gerçek kişilerden soyutlanamaz.

Hayatın tümünü kuşatan bir din olarak İslam’ın devlet sisteminden soyutlanması da, devletin hayatın tümünü kuşatan inanç sistemlerinden arındırılması da muhaldir. Öyle ise ister istemez devletin bir ideolojisi olacaktır. Laik devletin ideolojisi de laiklik ve sekülerliktir. Laiklik, ne kadar yumuşak olursa olsun, vicdanlara hapsedilmiş bir inanç önerisi olarak dini, devletten uzak tutmayı amaçlamaktadır. Bunun Müslümanlara “nötr” bir durum olarak ifade edilmesi İslami muhalefeti kırmaya dönük bir bir keyddir/tuzaktır. (Not: Bu konuda “Nötr Bir Anayasa Mümkün mü?” başlıklı yazımıza bakılabilir.)

Netice-i Kelam; önümüze konulan verili dünyanın eskimiş ideolojilerine karşı asla eskimeyen İslam düşüncesinden başka bir yol görünmüyor. İslam dışı düşünce ve modellerin kurtarıcı olmadığını, mustazaflığı sona erdirmediğini, bilakis “düşüş”ümüzün temel sebebi olarak sömürge durumunu gönüllü hale getirerek tahkim ettiğini, Müslüman toplum ağır bedeller ödeyerek defalarca görmüştür. İslam’ı, denklemin merkezine oturtmayan her sistem yumuşak da olsa özgürlükçü de olsa mustazaf Müslüman toplumun sadece hüznünü artırır. Yeni cumhuriyetin yeni laikliği, AK Partinin ve Erdoğan’ın istikbali için bir anlam ifade edebilir ancak ezilen Müslüman toplum için sadece bir oyalamacadan ibarettir.

-------

Bu yazı, haftalık Özgün Duruş gazetesinin 107. sayısında yayınlanmıştır.