Yargısız demokrasi olmaz, ama...

İhsan Dağı

Bürokratik oligarşinin kendi içindeki iktidar mücadelesi iyice ortaya çıktı. Özellikle son bir iki yıldır hukuka değil siyasete endeksli ideolojik kararlara imza atan 'yüksek yargı' şimdi de kendi aralarında verdikleri 'iktidar ve yetki mücadelesi'yle gündemde.

Hukuku deforme eden sözde 'yüksek yargıçlar' ülkenin çivisini iyice çıkartırken kendi hâl-i pür melallerini de sergiliyorlar.

Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yüksek Seçim Kurulu... Devletin tepesi birbirine girdi. Temel kıstas hukuk değil iktidar olunca böyle oluyor.

Sadece yüksek mahkemeler değil AYM'nin kendisi de ikiye bölünmüş durumda. AYM Başkanı Haşim Kılıç'ın Danıştay'ı Anayasa'yı ihlal etmekle suçlayan açıklamasına AYM Başkan Vekili Osman Paksüt kamuoyu önünde katılmadığını söylüyor.

Danıştay ve YSK'yı 'Anayasa'yı ihlal'le suçlayan kurumun daha üç beş ay önce kendisinin bizzat Anayasa'nın temelleri hilafına kararlar aldığını kimse unutmadı tabii. AYM'nin 367, anayasa değişikliği ve AKP kapatma davası kararlarının hukuk ve etik dışı bir zeminde alındığı, bu kararlara yazılan 'gerekçeler'in basbayağı siyasî bir mantığa ve hesaba dayandığı ortadayken 'yüksek yargı'dan kimse hukukun üstünlüğünden söz etmesin.

'Yüce Mahkeme' son bir yıldır varlığını ve meşruiyetini kendi elleriyle sorgulanır hale getirdi. Şimdi de Danıştay ve YSK ciddiye almıyormuş AYM'yi. Hiç şaşırmadım. Hukuku bir defa rafa kaldırdığınızda artık onu yeniden elinize alıp uygulamanız mümkün olmuyor, çünkü hukuk istisna kaldırmıyor.

Belediyelerle ilgili mevcut tartışmaya dönersek... Meclis'in, nüfusu iki binin altına düşen belde belediyelerinin kapatılmasına ilişkin çıkardığı yasanın hiçbir hükmü yok. Yasanın bir kısmını Anayasa Mahkemesi iptal etti, geri kalanını da Danıştay ve Yüksek Seçim Kurulu. Böylece 742 belde belediyesi nüfus sayımına itiraz davası açtığında kapanmayacak, mart seçimlerine girebilecek. Nüfus tashihine ilişkin davaların sonuçları kuşkusuz seçimlerin sonrasına kalacağından halkın beş yıl için seçtiği yeni belediye yönetimleri de bir dönem daha görevlerine devam edecekler.

Mesele, bazı belde belediyelerin kapatılması meselesi değil; bu ülkeyi kimin yönettiği meselesi. Anayasa Mahkemesi Meclis'in yerine geçip karar vermeye kalkıyor, Danıştay da Anayasa Mahkemesi'nin... Bu arada olan demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine oluyor. Yerel seçimlere giderken bir yandan da seçmen kütüklerine ilişkin belirsizlik ve kafa karışıklığı var.

Ortaya çıkan tablo ürkütücü; devletin bürokratik aygıtları, en başta da yargı, demokratik ve adil bir seçim mekanizmasının işlemesini sağlayacak bir hazırlık ve organizasyon yapmaktan aciz görünüyor. Yargısız demokrasi olmayacağı gibi, demokratik seçimler de olmaz.

Hatırlanacaktır 1945 seçimlerinde iktidardaki CHP'nin sandıklara adeta el koymasının ve oyları kendisinin saymasının ardından Demokrat Parti'nin 1950 seçimlerine kadar temel siyasi talebi 'hakim gözetimi altında seçim' olmuştu. Yargı denetimindeki ilk seçimde de CHP iktidarını devirmeyi başarmıştı. Şimdilerde seçim sürecinin yönetilmesinde ve seçimlerin adil yapılmasında yargının sorumluluklarını yapamamaya başlaması demokrasi açısından bir geriye dönüşe tekabül eder.

Bürokratik oligarşinin tepesindeki bu tür kavgalar yüzünden memleket şaibesiz, tartışmasız seçim yapamayacak mı? Bürokrasinin kendi arasında ve seçilmişlerle giriştiği iktidar ve yetki kavgasından bu ülkenin demokrasi ve hukuk rejimini kurtarmak gerek.

Bütün bu olup bitenler mevcut yüksek yargı siteminin miadını doldurduğunun kesin bir göstergesi. Artık yargı reformu kaçınılmaz. Yargının adeta bir 'kast sistemi' içinde bir iktidar odağına dönüşmesi, kendinde toplumu ve siyaseti tanzim etme hakkı görmesi ve kapalı sisteminde, bütün arızalarıyla hep 'kendini' yeniden üretiyor olması kabul edilemez.

Yargısız demokrasi olmaz, ama böyle yargıyla da demokrasi zor.

ZAMAN