Vesayet ve Ekonomi

HAMZA TÜRKMEN

Bir önceki yazımda usûlu’d-din ve istişari birikim zaaflarına değinmiştim. İslam sosyalizmi, liberal İslam, Müslüman sol, antikapitalist Müslümanlar, şiileşen veya selefileşen Müslümanlar, Kur’an tarihselcileri gibi marjinal sapmalara işaret etmiştim. Bu konuyu işlediğim aynı gün Fatih Mutlu’nun yazısında ve Ahmet Tabakoğlu’nun iktibas edilen röportajında da Müslümanları yanlışlığa iten ekonomik konular ve emek sorunuyla ilgili problemler ele alınmıştı.

Mutlu, emekçilerin maaş, sigorta, izin konularındaki taleplerini müstağnileşen patron ve yöneticilerin nasıl hasır altı ettiklerini, ya da sendikaların emekçilerin hakkını savunmak yerine, mevzuata göre adım atmakla yetindiklerini dile getirmiş, bu konularda vahyi ölçülerle ilgili yabancılaşma eğilimine îmada bulunmuştu.

Tabakoğlu röportajında, egemen iktisat disiplininin önce ticaret, sonra da sanayi ve finans kapitalizmin işleyiş kurallarını belirlediğini; İslam iktisadı tabirinin ise görece bir ifade olduğunu belirtiyordu. Ahmet Mithat 100 sene önce İslam İktisadı’nın Avrupa İktisadı’ndan çeviri olduğunu; Tabakoğlu da kitlesel üretim anlayışıyla koşturan ve İslam ekonomisi denilen iktisadın, faizsiz ve zekatlı kapitalizme dönüştüğünü vurguluyordu.  İslam’da değerin sermaye değil emek olduğunu hatırlatıyor; emeğin, helal kazanç getirmesine ve gaybi boyutuna dikkat çekiyordu.

Ahmet Tabakoğlu makro ekonomik boyutta, küresel kapitalizmin bize biçtiği kalkınma kulvarının aslında vesayet tuzağı olduğuna işaret ediyordu. Kendi bünyemize uygun adil bir sistem peşinde olmamızın gerekliliğinden ve bunun için de kendimize yeni bir uygarlık oluşturma niyetimizin teorileştirilmesinden bahsediyordu.

Fatih Mutlu’nun dert edindiği konular çok insanî ve İslami; ama emeğin fikir gücü ve bilgi birikimi olarak öncelendiği yerde -mesela elektronik çip üretiminde- beyaz yakalı işçiler şirket ortaklarından çok daha fazla kazanabilmekte; ya da Japon patronlar gibi uyanık sermayedarlar işçilere artı olarak kârın yüzde 20-30’unu paylaştırıp kitlesel üretime ortak ederek emek-patron ilişkisini iç içe geçirebilmekte. Bir tarafta ABD ve Avrupa’da yüksek ücretlerle çalışmak isteyen işçiler; diğer tarafta Taylant, Hindistan, Çin’de 100-250 dolar bandında çalıştırılacak işçi pazarları.

Egemen sistemde sermayedar da işçi de, üretirken ihtiyaç için değil, tükettirmek ve daha fazla kazanmak için koşturuyor; tabiatın, fıtratın ve geleceğin selametiyle ilgili Yaratıcının kanunlarını dikkate almıyor.

Tabakoğlu’nun yaklaşımları uzun erimli bir hedef ve strateji için oldukça önemli ve değerli. Kapitalizmin tuzağını aşmanın ve tüketim ekonomisine cevap vermenin yeni bir uygarlık tasarımıyla mümkün olacağını ifade etmesi de. Ama bugün için bu tasarımı üstlenecek yeterli bir kitleye ve sabikun nesline sahip değiliz.

Tabakoğlu’nun geleceği gösteren yaklaşımları önemli, ama bugünkü kuşatılmışlığımız ve fiili vesayetlerden, ulus devlet cenderesinden kurtulma mücadelemiz içinde fiili karşılığı yok. Önce muttaki şahidler olarak bu eşiği geçmeliyiz.

Tüm coğrafyamızı kuşatan küresel kapitalizme ‘Lâ’  deme muhalifliği heyecan verici. Ama heyecanımızın devrimciliği realiteyi iplemeyen sosyalistvari bir anarşizme değil, Mekke cahiliyyesini aşma örnekliğini gösteren öncülerimiz gibi fikri ve siyasi ıslah ve merhaleci mücadele tutarlılığına dayanmalıdır. Tutarlılığımızı  Ahmet Mithat’ın dediği gibi tercüme akımlarla değil; ancak bizlere taşınan İslam’ın yaşayan gücü olan fıtri ve vahyi ölçülerimizle üretebiliriz.

Önce kendimizin ve halkımızın ma’ruf örfe göre zorunlu ihtiyaçlarını ve güvenliğini sağlayacak özgürlük ortamlarını oluşturmak şart. Bu yürüyüşümüz zorunlu olarak cahili sistemlerin içinde, ama onların değerlerini aşa aşa oluşacaktır. Helal olarak beslediğimiz tohumlarımızla beraber ‘zarurat’ aşamasından sonra ikinci kapı...

Birinci eşiği geçmeden, ikinci eşiğe ulaşmak mümkün mü?