Büruc sûresinin ilk 11 ayetinde kendilerine "hendek ehli" yani "ashâbü'l-uhdûd" denilen vicdanı ve insanlığı körelmiş inkârcıların, müminleri kazdıkları hendekteki ateşe atıp yakması, buna karşı da müminlerin gösterdikleri sabır ve direnç dile getirilmektedir.
Günümüzde en fazla canımızı yakan Bütünsel İslam’a karşıtlığı, ekonomik veya siyasi çıkarları için hem Müslümanları hem mustazaf insanları ABD ve küresel kapitalizm destekli Siyonist devlet ve Natenyahu ekibinin Gazze'yi ateş hendeğine çevirdikleri gibi, insanları varil bombaları veya yakıcı füzelerle canlı canlı yakan ve katliamlar gerçekleştiren vekil güçlerin, İslam dünyasından da devşiriliyor olabilmesidir.
Bizler için bu asrın en hüzünlü yanı nüfus kütüğünde dini aidiyeti Müslüman yazılan zalimlerin, emperyal güçler tarafından Müslümanların dirlik ve düzenlik çabalarını engellemek için maşa olarak kullanılmalarıdır.
Gözünü ve gönlünü makam ve ikbal hırsı bürümüş bazı yetkililer, bürokratlar, akademisyenler, sanatçılar ve beşeri hayatta etkin olan diğer unsurlar güçlü ve zengin olabilmek, iktidarlarını sürdürebilmek için ashab-ı uhdud mantığı ile Müslümanları memleketlerinden sürmeye, kimliksizleştirmeye, katletmeye ve aşiret savaşlarına yöneltmeye çalışıyorlar. Böylece ümmet mirasımızdaki acıları ve trajediyi büyültmeye, Müslüman halklar arasında ki farklılıkları çoğaltmaya veya varolan farklılıkları keskinleştirmeye, fitne ve nifak tohumlarını çoğaltmaya çalışıyorlar.
İran'daki 1979 Devrim Sürecinde “vahdet”ten ve “daru'l takrib”ten yani mezheplerin birbirine yakınlaştırılmasından bahseden dava adamlarını farklı biçimlerde tasfiye eden İran ulusçusu ve batinî, gulat fanatik şii molla ve asabiye guruhu hendek ateşini önce İranlı muslihun için yaktılar, sona diktatörlük rejimine boyun eğmek istemeyen Suriye halkının yaşadığı ülkeye bu ateş katliamını taşıdılar. ABD - Suudi Arabistan - BAE üçgeninin maşa olarak kullandıkları General Sisi ve ekibi ve Selefi Nur Partisi ise birlikte Mısır'da İhvan-ı Müslimin'i ve erdemli direnişçileri boğmaya, tutuklamaya, öldürmeye çalıştılar. İran; ve ABD - Suudi Arabistan - BAE cepheleri Yemen Müslümanlarının özgürlük mücadelesini iç desiseler ve katliamlarla bastırmaya çalıştılar.
Dün Çeçenistan, Suriye ve Libya'da bugün Sudan'da üzerlerindeki cahiliye elbisesini çıkartamayan melez kimlikli ve zalimliğe meyilli sözde Müslüman aşiretler ve işbirlikçi Müslüman görünümlü münafık yöneticiler ABD, İsrail veya diğer tağuti devletlerin verdikleri silahlarla kendilerine kul-köle olmayan veya olmaya yanaşmayan onurlu İslami yapılara ve Müslüman kitlelere yönelik kadın, çocuk, yaşlı veya sivil-asker ayrımı yapmadan katliamlar geçekleştirdiler ve içine insanları atarak ateş hendeklerini yeniden alevlendirdiler.
Bugün de en çok Sudan’da benzer bir durumla karşı karşıyayız. Zalim müstekbirlerin atları ve silah gücü karşısında yeterince atlarımız yani silah gücümüz yok. İslami oluşumların sınırlı ve fedakâr çalışmaları dışında Müslümanların problemlerine çözüm arayacak yeterli ve kuşatıcı ulu’l-emr şura heyetleri de; kendilerini zaruret-i hamse anlayışı içinde feda etmelerinden öte, yeterli mücadele donanımları ve kuvvetleri de yok.
Ebu Cehil’in kabilesi Mahzumoğullarının himayesinde Mekke’de yaşayan ve İslam’ı seçtikten sonra yeni bir hayata başlayan Yemenli Yasir ve Sümeyye (r) İslam’ı terk etmedikleri takdirde en ağır işkencelere maruz kalacakları konusunda tehdit edilirler. Saffan bin Ümeyye İslam’ı seçtiği için kölesi olan Ebu Füheyke’nin ayağına ip bağlıyor ve onu kızgın taş ve kumların üzerinde saatlerce sürüklüyordu. Yine İslam’ı seçen Habbab bin Eret’ın göğsüne demir bir maşayla kor halinde kömürler batırılıyor; İslam’ın gür sesi Bilal’in göğsüne koca bir kaya parçası konup güneşin altında saatlerce bekletiliyordu. Sümeyye (r)’a “Aklını başına al aptal kadın. Eğer Muhammed’in dininden dönmezsen kocanı öldüreceğiz” diyorlardı. Onlar ise kelime-i tevhid akidlerine sımsıkı bağlı kaldılar. Resulullah (s)’e soruyorlardı. “Ey Allah’ın Resulü bu hep böyle mi gidecek?” Resulullah da geleceği bilmiyordu ve “İman üzere sabredin!” diyor ve onları Rablerinden elde edecekleri lütufla teselli ediyordu. Onlar da azimete sarıldılar. Bir süre sonra Yasir (r) işkence ile vücudu parçalandı ve Allah’ın düşmanı Ebu Cehil, Sümeyye annemizin karnına kirli mızrağını batırarak onu da şehid etti.
Mekke Dönemi’nin başlangıcında nazil olan Büruc sûresinin 10-11. ayetleri adeta bu adanmışlık şehadetini tasvir ediyordu: “Mü'min erkeklere ve kadınlara fitne yapıp, sonra da kesin olarak tevbe etmeyenler için Cehennem azabı vardır. Onlar için yakıcı bir azap vardır. - İman Eden ve salihatı yapanlar için içinden nehirler akan Cennetler vardır. İşte bu, büyük kurtuluştur.”
Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Sudan’da içinde bulunulan şartlarla tekabiliyeti olan bu tarz halleri açık bir şekilde tasvir eden Bakara suresindeki “Kesinlikle sizi imtihan edeceğiz: Korku ve açlıkla; mallarınızı, canlarınızı ve ürünlerinizi kayba uğratarak. Sabredenleri müjdele.”(2/155) ayeti, belalara karşı sabırla direnişin İslami mücadelenin bir safhası olduğu ve bu safhalara uygun davranmamızın bir kulluk görevi olduğu bize hatırlatmaktadır.
Vicdanı körelmiş egemen küresel zebanilere ve işbirlikçi zalim münafık yönetici güruha karşı nasıl davranmamız gerektiğini araştırıp duruyoruz. Mekke Dönemi’nde himaye örfü, îlaf ticaret antlaşması, panayırlar, eman müessesesi gibi cahili sistem içi araçlardan yararlanarak güvenlik sağlamak ve güç toparlamak gibi BM kapsamındaki ulusal sistemler içinde, emperyalist kuşatmaya karşı diplomatik, ekonomik ve askeri hazırlık yapabilmek konusunda Müslümanlara alan açmaya çalışan ama yöntemi de tartışmalara neden olan açılımlar dışında; yol bulabildiğimizde cihat için ribat alanlarına gitmekten öte, yapacağımız en önemli etkinlik dünyanın ve Müslümanların vicdanını harekete geçirebilmek, leh ve aleyhlerindeki basiret ufuklarını geliştirebilmektir.
Bugün icbar edildiğimiz veya uygun görülen fiili direnişler dışında, topyekûn küresel kuşatmaya ve dijital vesayet çağına karşı küresel demokrasi oyunu içinde küresel zebanilerin saldırılarını durdurabilmek için ya kurulu sistem içinde baskı gurupları oluşturmalıyız ya da kamuoyu denilen kitlesel etki gücünü ele geçirmeye çalışmalıyız. 1991’den bu yana küresel emperyalizm karşıtı hareketlerin şu anki birinci gündemi Filistin’in özgürlüğü meselesidir. Sumud Filosu bunun son örneği oldu. Geçen hafta Hamas’ın, Gazze ve Filistin’de birçok olağanüstü başarısına rağmen fiili bir zafer elde edemediğini belirtmiştik. Ama hem “Ya Eyyühelamenu” diyerek biz Müslümanları ve İslami hareket potansiyelini uyandırdılar; hem “Ya Eyyühel nas” diyerek dünya insanlığını küresel küfür ve sömürü sistemine karşı en büyük ölçüde uyandırdılar ve küresel kapitalizmin büyük yalanı Siyonizm senaryosunu ve zulmünü bütün dünyaya ilk defa tanıttılar. İşte bu küresel büyüyü ve zulmü ifşa ve uyarı hamlesi İslam dünyasının Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kazandığı en önemli başarısıdır.
Küresel kapitalizmi, onun iç çelişkilerini Rum sûresinde gösterildiği gibi iyi takip edip bu küresel cahiliyye zulmüne İslamî olarak tavır almakta inisiyatif sağlamak hayati bir çıkıştır. Zira “Ya Eyyühel nas” hitabı güncellenmekte ve küresel vicdan ayaklandırılmaktadır.
Bu anlamda en önemli silahımız yol bulabildiğiniz oranda zulme ve mahrumiyetlere karşı her türlü dayanışmayı ve intifada ruhunu güçlendirmek ve Müslümanlar başta olmak üzere dünya insanlığının vicdanını harekete geçirebilmektir.
“İnsanlık Vicdanı Siyonizmi Yenecek” sloganımızda ki “vicdan” kavramının Kur'an'da motamot kavramsal karşılığı yoktur. Vicdan Arapçada kullanılan sembolik bir ifadedir. “Vecede” fiil kökünden türetilmiştir. “Vecede” fiilinin mastar kalıbı olan “el-vucud” beş duyu organı aracılığı ile “bulma”yı ifade eder. İbn Hanbel'in aktardığı hadis rivayetine göre ise açık nass olmayan şeyde iyi mi kötü mü olduğu için "kalbine danış" deniliyor. Lakin Kur’an’da “kalplerin paslanması”nada işaret (83/14) ediliyor. Dolayısıyla atar damarlı kalp denilen göğsümüzdeki organdan ziyade “nefis” olarak fıtratımıza konan ve Kur'an'da olumlu, nötr ve olumsuz 7 farklı kullanımı olan tercih ve irade kullanımı gibi akletme keyfiyetiyle ilgili potansiyel bir güçten bahsedildiğini söyleyebiliriz. Tin sûresinde belirtilen nefsimizin “takva” ve “fucr” yanlarına meyil ikileminde Rum sûresinde işaret edilen “fıtrat”ımızdaki (30/30) olumlu hasseleri kullanarak hakikate ve vahyî ölçüye ulaşmamız istenmektedir. Zaten Kitab’a göre ahirette de bu iradi tercihlerimiz ve akletme/fıkhetme kapasitemizi doğru kullanıp kullanmadığımıza göre imtihan olacağız.
Vicdan’ın tanımı zürriyetimiz yaratılırken fıtratımıza “Elestubirabbikum”ve “Kalu bela” temsili anlatımıyla konan (7/172) Yaratıcımızı Birleme özelliğimizden kalkılarak izah edilecek kelami bir konudur. Bu konuyu düşünürken isabetli yorumlara yönelinmeli, İsra sûresinde zikredildiği gibi “ruh” hakkında bize “az bir bilgi verildiği” için (17/85), gayba taş atmamak ölçüsü içinde kalmalıyız.
Rabbimizi birleme potansiyeli ile donatılmış olan fıtrat ana hatlarıyla doğruyu ve kötüyü, adaleti ve zulmü bileceği için “Kur'an”ı da, “afak ve enfüsayetleri”nin hikmetini de tahkik ve kavrama kabiliyeti ile yaratılmıştır. Bu yönelim vahiy dışında doğal hukukun da arayışıdır ve sınırlı insan aklı ve vicdanı ( yani iç hakikat ve adalet arayışı) ancak Yaratıcımızdan gelen mesajla yani vahyi bildirimlerle itminan bulabilir.
Enbiya sûresinde geçtiği gibi “Ve ant olsun ki Biz, Zikirden sonra Zeburda, arza salih kullarımızın varis olacağını yazdık.” (21/105)ayeti gibi sahih iman ve salih amel şartına bağlı vaad bildiren ayetler ve Resulullah’ın gelecekle ilgili müjde içeren ifadeleri ibadî cehd, içtihad ve cihad ruhunu teşvik edici bildirimlerdir. Ancak önemli olan soyut bilgi ve teorileri tekrarlamak değildir. Bizi kuşatan küresel kapitalist ve ulusal sistem şartlarını vahyi ilkeler istikametinde nasıl aşacağımızı ortak akıl oluşturarak pratik uygulamalarla gösterebilmektir.
Gerçek özgünlük “hak” olan kavram ve ölçülerle öğrendiğimiz tevhidi hakikatlerdir. Ama bu tevhidi tespitleri papağan gibi tekrarlayıp durmak özgünlük değildir. Özgünlük modeli bu hakikatlere dayanarak salih amellerle sistem içinde HAMAS örneği gibi pratikte alan açma yollarını – modellerini gösterebilmekle sağlanabilir.
Rabbimiz iç ve dış vesayet şartlarının ağır kuşatmasını, gücümüz oranında ve gerçekçi bir merhale pratiği ile nasıl aşacağımızın istişari ufkunu ve dirayetini bizlere göstersin; amel temelli felah yollarının istikametine vakıf kılsın inşallah.