Uzun, Korkunç ve Karmakarışık Bir Savaşta Dünü Unutmamak...

Merve Şebnem Oruç

 

Gece yarısı ansızın sünnî bir mahalleye dalıp tüm evlerdeki aileleri kundaklı bebekleriyle beraber, acımadan ense köklerine sapladıkları bıçaklarla öldüren ve bunu rejim muhaliflerini ‘Esed'e başkaldırırsanız sonunuz böyle olur.’ korkusunu yaymak üzere sosyal medyada dağıtan Şebbihalar...

Yere serdikleri Esed posterlerine secde etmeye zorladıkları insanların, direndikleri için kollarını bacaklarını kesen ve bu işkence görüntülerini yayarak devrimi bastırmaya çalışan Baasçılar...

Bir duvarın önüne arkaları dönük şekilde dizdikleri insanları, yıkılana kadar ağır beton parçalarını üzerlerine atarak dakikalarca taşlayıp yere düştüklerinde ölene kadar devam eden ve bunu videoya çekip muhalifleri korkutmak amacıyla Twitter'da, Facebook'ta yayan el-Muhaberat...

2011-12 yıllarında Şam rejiminin kullandığı vahşeti gözler önüne seren yüzlerce videodan sadece üçünün içeriğiydi bunlar. Esed, sokağa dökülen sivil protestocuları üzerlerine saldığı askerî tanklarla tarayıp yakaladıklarını işkencehanelere götürürken bir yandan da internet aracılığıyla Suriye halkının gözünü korkutmaya, onları yıldırmaya böyle çalışıyordu. Savaş uçaklarıyla, varil bombalarıyla kendi halkına karşı ‘temiz ve daha etkili’ öldürme yöntemleri kullanmaya başlamadan çok önce başlamıştı Suriye'deki vahşet, IŞİD ortaya çıkmadan çok çok önce oluk oluk kan akıyordu Suriye'de, alabildiğine korkunç yöntemlerle insanlar katlediliyordu. Bugün görmek isteyenlerin karşısına hâlâ çıkabiliyor kör bir bıçakla bir muhalifin gırtlağını dakikalar boyu kesen rejim milislerinin dehşet verici görüntüleri, tecavüz ettikleri mağdurları aşağıladıkları kareler...

Rejimin korkutma teknikleri muhaliflerin üzerinde istendiği gibi sinme ve yılma etkisi yapmayı başaramadı; kendilerini, ailelerini, mahallelerini korumak için silahlanmaya başladılar. Kimi on kişilik kimi yüz kimi bin kişilik ketibeler, tugaylar bu şekilde kurulmaya başlandı; bazıları, kendi halkına kurşun sıkmayı reddederek Şam Ordusu'ndan ayrılıp Özgür Suriye Ordusu'nu kuran askerlere katıldılar. Suriye'de rejim karşıtı devrim, silahlı direnişe böyle dönüşmeye başladı.

Rejim, vahşet videolarıyla kısa vadede amacına ulaşamayıp başarılı olamayınca, yayılan görüntüler dünyanın da tepkisini çekmeye başladı. Sokağa çıkan sivilleri 'teröristler', 'radikal İslâmcılar' olmakla suçlayan Esed, el-Kaide militanlarının yoğun olduğu hapishaneleri boşaltıp ihtiyaç duyduğu teröristlerin önünü açarken, aynı zamanda kendi işlediği suçları unutturmak üzere kendinden daha vahşi davranacak ve bu vahşetin propagandasını daha gürültülü bir şekilde yapacak bir örgüte yatırım yapıyordu. Yeterince güce kavuştuktan sonra 2013'te ‘İslâm Devleti’ kurduğunu iddia eden bu örgüt, yani IŞİD, hem rejimin taşıdığı ‘vahşet’ etiketini devralacak, hem de Esed'in protestoculara yaptığı ‘terörist’, ‘radikal’ suçlamalarına meşruiyet kazandıracaktı. Aynı zamanda, muhalifleri ‘İslâmcı’ ve ‘seküler’ diye ayıracak, müslümanların arasına fitne sokacak, hem direnişçileri bölecek hem de onlara destek veren ülkeleri görüş ayrılığına sürükleyecekti.

IŞİD çıkana kadar ölen yüz binlerce insan durduk yere can vermedi; milyonlarca insan o topraklardan durup dururken kaçmaya başlamadı. Bugün Esed üzerine yazıp çizmek, IŞİD'in ortaya çıkışının arkasındaki rejim parmağını ve ona bu planı uygulamaya koymada sufleler veren aklı sorgulamak, kimilerine göre beyhude bir çaba, boşluğa haykırmak gibi bir eylem. Ama aslında bu işin nasıl başladığını unutmamak ve unutturmamak, yolumuzu kaybetmememiz için sıkıca sarılmamız gereken yegâne gerçek. Zira dün ne olduğunu, nasıl buraya geldiğimizi hatırlamaz ve hatırlatmazsak, bir kaos sarmalının içinde yuvarlanmaya devam edeceğiz; bazılarının istediği gibi ‘Suriye politikamızın hatalı olduğu’nu düşünmeye sevk edileceğiz.

Dün Türkiye'ye sığınan insanlara ‘sakallı teröristler’ diyen Türkiye solcularının yerini bugün Batı'ya yönelen mültecileri ‘kuduz köpekler’ diye aşağılayan Batılı liderler aldı bile. Suriye'den yayılan kaosun aslı ve geçmişi unutuldukça, çözüm uzaklaşıyor; esas meselenin yerini semptomlarla mücadele alıyor ve bu durum Türkiye gibi, Fransa gibi, Esed konusundaki tavrı en net ülkelerin dahi önceliklerini değiştirebiliyor.

Malumunuz, geçen ay başlayan Viyana toplantılarıyla gündem nihayet Esed'in ve Suriye'nin geleceği üzerine yoğunlaşabilmişti. Eş zamanlı Paris saldırılarıyla dikkati dağılan dünya, toplantıya katılan ülkeler tarafından varılan uzlaşmayı, 6 ay içinde kurulacak bir geçiş hükûmetini, bu sürecin 18 ay sonra tamamlanacağını ve sonrasında Suriye'de seçim yapılacağını duymadı bile. Daha da önemlisi, muhaliflerin bu plan hakkında ne düşündüğü ya da Esed'in bu plana uyup uymayacağı bir türlü konuşulamadı. Söz konusu mutabakatın uygulanıp uygulanamayacağı adamakıllı değerlendirilemedi.

Tıpkı cuma günü Rusya'nın Türkmen Dağı'nda giriştiği yoğun bombardımanı takiben Hizbullah ve Şam Ordusu'nun Bayırbucak Türkmenleri dâhil bölgedeki muhalif güçlere karşı giriştiği harekâtın, rejim ve destekçilerinin sahada yaptıklarını gündeme getirmesi ve geçiş sürecinin tartışılacak olması ihtimali belirince, Mali'de gerçekleşen bir otel baskını ile gözlerin bir daha bölgeden uzaklaşmasında olduğu gibi, Esed ne zaman dikkat dağıtmak istese, rejim ve destekçileri ne zaman gözlerden uzak katliam yapmak istese, imdadına bir terör saldırısı yetişiyor.

Böyle zamanlarda rejim, hem sahada stratejik noktalar kazanarak avantaj sağlıyor, hem de çıkıp üzerine birkaç gün önce olduğu gibi ‘IŞİD'le mücadele sona ermedikçe geçiş süreci imkânsız.’ deyip kestirip atabiliyor. Esed, IŞİD'e muhtaç çünkü o var oldukça meşruiyet buluyor. IŞİD Esed'e ve bu iç savaşa muhtaç çünkü o var oldukça IŞİD'in ana üssü Suriye, örgüt için gereken bataklık ortamından kurtulamıyor. Ve dünü unutarak planlanan pratiğe aktarılması neredeyse imkânsız geçiş senaryoları sayesinde bu savaşın sonu yaklaşacağı yerde uzaklaşıyor.

Yeni Şafak