‘Uyuyan Hücre’ ve Yoğun Bakımdaki Adalet

KENAN ALPAY

Bülent Arınç’ın merkezinde olduğu tartışma süreci çok boyutlu bir yıpratmaya dönüştü maalesef. Ancak bu sürecin yıpranma ve yıpratmadan öteye öncelikle siyaset ve medya zemininde sıkı bir muhasebeyi mecbur kıldığını kabul etmeliyiz. Elbette bu yıpranma ve yıpratma sürecini görmezden gelmek veya bizzat bu sürecini kaçınılmaz saymak da mümkün. Lakin geniş toplum kesimlerine yükleyeceği ağır bedelleri de umursamamak kaydıyla.

Çözüm Sürecine ilişkin Bülent Arınç’ın kimi itiraz, eleştiri hatta suçlama mahiyetindeki açıklamaları yeni değil. Fakat bu hafta Taha Akyol’un konuğu olarak ekrandan beyan ettiği görüşler öncekilere nazaran daha ağır ve muhakkak cevap verilmesi gereken kimi bilgi ve imaları ihtiva ediyordu.

Meselenin düğümlendiği esas noktaysa esas itibariyle burasıydı. Kim, nasıl cevap verecekti? Yumuşak mı, sert mi? Daha önemlisi içeriden bir eleştiri mi kabul edilecekti bunlar yoksa bir nifak alameti mi sayılacaktı? Bülent Arınç’ın hareket içerisinde ve gözler önündeki mazisinden mi hareket edilecekti yoksa bu mazinin zaten şüpheli, şaibeli hatta başkaları hesabına çalıştığına dair‘ipuçları’ üzerine mi bina edilecekti söylem ve eylemlerinin mantığı?

Merhamet İradi, Adalet Mecburi

Maalesef istisnalar dışında Bülent Arınç’ın söylediklerini ciddi bir biçimde kritik etmek yerine alenen kişiliğini hedef alan tartışmalarla daha ilk andan itibaren seviye düşürüldükçe düşürüldü. Arınç’ın Taha Akyol gibi pragmatizmin Nirvana’sına ermiş bir adamın karşısında Çözüm Sürecine’nde yaşanan zaafları kendi sorumluluğunun dışında seyretmiş gibi konuşuyor olması ciddi bir kusurdu. İlaveten programda Aydın Doğan’a yönelik serdedilen jestler veya Fethullah Gülen ve örgütüne yönelik mahkeme safahatına yönelik beyanlar da yanlışlar ihtiva ediyor olabilir. Olabilir ama belki de olmayabilir. Gerçekten de bu süreçte yanlışlar yapılıp yapılmadığı dair ne zaman, kiminle ve hangi zeminde konuşulacak? Hem içeride hem de bölgede tırmandırılan gerilimden ülke ve toplumu selamete kavuşturacak siyasetin koordinatları üzerine çözüm üretme sorumluluğunu kimse kimseden esirgeyemez herhalde. Bu durumda ‘vurun söyletmeyin’e çıkan her pozisyon aleyhimize çıkacaktır. Aksine tartışmaların önünü açmak, itiraza ve eleştirilere meşruiyet zemini kazandırıp teşvik etmek siyaset ve toplumu gerilimlerden kurtarıp rahatlatacaktır.

Bülent Arınç’ın konuşması “zemini, zamanı ve muhatabı yanlışlar ihtiva ediyor” şeklinde eleştirilebilir. Ancak bu eleştiri hiçbir surette söylenen sözleri bağlamından koparıp otomatik olarak ‘ihanet’ kategorisine sokarak yapılamaz. Cümle bütünlüklerini bozarak, eleştirilerini bağlamından kopararak Arınç’ı HDP’nin, Fethullah Gülen’in veya Aydın Doğan’ın işbirlikçisi olarak lanse edilemez. HDP ve Fethullahçıların iddialarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırıyor, HDP ve Fethullahçılar gibi yol arkadaşlarıyla Erdoğan’a hatta bütün bir ülkeye-topluma ihanet ediyor türü ithamlar biraz olsun aklı başında olan adamların sadece midesini bulandırır niteliktedir.

Söylem ve önermelerini, mevcut konjonktürde düştüğü yeri eleştirmek yerine Arınç’ın kişiliğine saldırmak, Arınç’ı itibarsızlaştırmak hatta ona bir nevi Beşinci Kol misyonu isnat etmek sonuçları korkunç bir çürüme alametidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sadakat bildirme ve onu koruyup kollama mizanseni düzeyinde seyreden kimi teşbihler hakikaten can sıkıcı ve utandırıcı şeylerle karşı karşıya bırakmaktadır kamuoyunu. Mesela bunlardan biri olan ‘Cübbeli Bülo’ manşeti bir eleştiri hatta siyasi mizah değil düpedüz itibarsızlaştırma operasyonu olarak sırıtmaktadır.

Ardından gelen ve Ergenekon sanığı tescilli bir provokatöre refere edilerek manşete taşınan ‘Uyuyan Hücre Uyandı’ ithamıysa hiçbir durumda izahı yapılamayacak çirkinbir hakaret ve aşağılamadır. Bu manşet bilerek veya bilmeyerek Arınç’a nifak daha açık bir ifadeyle münafık, ajan, kripto suçlamasıdır. Kemalist Cumhuriyet’le birlikte bu ülkede her fırsatta ihanet ve ajanlıkla suçlanmış bir kesimden bu kadar iştahla aynı suçlamaların ardı ardına sıralanabiliyor olması hayreti mucip bir dönüşüm hikâyesi olsa gerektir.

Bugün yanlış olduğuna kanaat getirilen bir söylem ve duruş üzerinden kişiye tamamen kötülük, düşmanlık ve işbirlikçi karakterin tarihini yazmaya koyulmak ancak despotik rejimler hesabına üretim yapan psikolojik savaş uzmanlarının işi olabilir. Siyaset ‘ya hep ya hiç’ sarkacında kısırlaşır ve ufku karartan bir mekanizmaya dönüşür. Çok uzun bir dönemdir ‘ya ölümüne dost ya da ölümüne düşman’ gibi iki seçenekli bir dünya tasavvuruna isyan ediyoruz. Bu tip bir siyasal dayatmaya karşı mücadele etmiş birilerinin şimdi bu hastalıklı davranış modelini içselleştirmeye kalkışmaları çok garip ve çok vahim değil mi?

En Kolay Tercih: Ötekileştirmek

Arınç yanlış yapan, sonuçları itibariyle muhalefetin veya düşmanın işine yarayacak iş yapan bir adam değil doğrudan o düşmanın bir uzantısı hatta parçası mıdır ki bu kavramlar etrafında döndürülüyor mesele? Keza ‘troliçe’ ithamı kökünden yanlıştır da ‘Manisalı Lawrance’la mukabele etmek ondan daha beter bir söylem değil midir? Bu hengâmenin ardından bir sürü arızalı karakterin ahlak dersi vermesine, merhamet konulu nasihatler etmesine, tahammülsüzlükten başlayıp farklı sesleri boğan bir iklimi güle oynaya müjdelemesine vesile olmanın utancından herkese bir pay düşmektedir.

Gerilimi bir iç anlaşmazlık ya da çözümlenemeyen bir tartışma olmaktan çıkarıp doğrudan doğruya ‘ikbal-makam-iktidar’ çekişmesine oturmak hakkaniyeti çiğnemek olduğu gibi fayda değil zarar da verir. Hatta öngörülemeyen yıkıcı sonuçlara yol açar. Arınç’ı ille karşı cepheye itmeye, ona birilerinin hesabına iş gören adam muamelesi yapmaya pek heveskâr bazıkişiler olduğu görülüyormaalesef. Bu saplantılı tutum sadece Arınç’a, Erdoğan’a, AK Parti’ye değil en temelde ve özellikle bütün bir topluma itibar ve güven kaybettirir. Arınç’ın eleştiriyle itham arasında gidip gelenbeyanlarına Hükümet Sözcüsü sıfatıyla Numan Kurtulmuş’un, İçişleri Bakanı sıfatıyla Efkan Ala’nın verdiği cevaplar geniş toplum kesimlerinin maslahatına da Hükümet ve AK Parti’nin maslahatına da uygundur. Konuşmasının içeriği reddeden ama Arınç’ın şahsını ötekileştirmeyen tutum kaybettirmez tersine hem ahlaken hem de siyasetenkazandırır.

Bülent Arınç’ın itiraz ve eleştirilerini içeriden bir muhalefet olarak konumlandırmak da mümkündür. Yanlışlığı ve zararı kesin olsa bile onu izale edebilecek hatta ıslah edebilecek bir usul, üslup ve ilişki tarzından hiç kimse ama özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan mahrum değildir. Arınç’ı ‘o zat’ diye anmak yerine ismiyle, geçmişiyle, dava arkadaşlığıyla, aile dostluğuyla, safları sıklaştırmakla, öfkeyi yutkunmakla, sabır ve basiret tavsiye ederek muhatap almak kesinlikledaha yerinde olurdu.

Arınç ve benzeri karakterdeki insanlar sertlikle, dışlamayla değil yumuşak üslup ve kuşatıcı davranış modelleriyle olmaması gereken yerden ve çevrelerden uzak tutulabilir ancak.

Bir dava arkadaşı, öncüsü olarak Arınç kolay harcanacak, hızla karşı cepheye itilecek, kimi yanlışı dolayısıyla gözden çıkarılacak biri değildir, olmamalıdır. Daha önemlisi adalet duygusunu örseleyecek, gölgeleyecek bir mücadelenin kimseye kazandırmayacağını ancak herkese kaybettireceğini hiç unutmamaktır. Çünkü‘Arınç’tan esirgenen adalet’ imaj ve duygusu siyaseti de toplumu da önce komaya sonra da en iyi ihtimalle bitkisel hayata sokar.