Utanç Duvarları!

SİNAN ÖN

Son zamanlarda uygulanan güvenlik politikalarının insanlık adına utanılacak, gelecek adına umutlarımızı kıracak boyutlara ulaştığını gözlemlemekteyiz.ABD’nin ‘İslami terör’ gerekçesi ile aldığı kararlar ve arka bahçesi Meksika sınırına örmeyi planladığı duvar 21.yy insanlığını Çin Seddi’ne kadar götürdü.

Peki, yalnızca ABD’mi? Avrupa’nın neredeyse tamamında mülteciler için gerek tel örgüsü ile gerekse fiili müdahale ile oluşturulan duvarlar, İsrail’in Gazze ile arasına ördüğü Utanç Duvar’ı ve tabi ki; Türkiye’nin Suriye sınırında yükselttiği bariyerler insanlığın utanç hanesine kara bir leke olarak yazılmakta!

1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldığı zaman daha özgür bir dünyanın insanlığı beklediği söylemi sıkça dillendirilmişti. Aynı dönemde SSCB’nin yenilikçi lideri Gorbaçov iki sloganla ortaya çıkmıştı. Glasnost (fikir özgürlüğü) ve Perestroika (yenilenme)

1991’de dağılan Sosyalist kutbun son liderine bu adımları attıran en büyük etken ekonomi olurken, ekonominin çok kötü boyutlarda olmasının en önemli sebebi ise Soğuk Savaş döneminin getirdiği güvenlik harcamalarıdır.

Sovyet Rusya’nın ekonomik verilerini bilen dönemin Regan başkanlığındaki ABD iktidarı, silahlanma konusunda yeni bir proje ortaya koyar. Adına Yıldız Savaşları denilen, stratejik savunma projesi ile SSCB’nin Nükleer başlıklı füzelerinin uzaydan vurulacağı iddia edilir. Gerçek dışı bir proje olmakla beraber, ekonomik olarak çıkmazda olan Sosyalist kutup bu projeye karşılık vermeye çalışınca, kendi sonunu hazırlar.

Böylece psikolojik savaşı kazanan Kapitalist kutup olur. Bu olayı ‘Tarihin Sonu’ tezi ile açıklamaya çalışan Fukuyama’ya göre, Liberalizm tek çıkış yolu olarak benimsenmelidir. Kapalılığın, hoşgörüsüzlüğün, otoriter ve totaliter rejimlerin, baskıcı iktidarların son bulduğu söylemi yeni propaganda aracıdır. Artık ABD kendisine bariyer olan duvarları yıkmış ‘ileri özgürlük’söylemini tüm dünyaya pazarlamaya başlamıştır.

Ancak yaşanan süreçte şahit olduklarımız, daha ‘tarihin sonunun’ gelmediğini, çatışmaların şiddetlenerek devam ettiğini hatta soğuk savaşın yerini sıcak çatışma ve savaşlara bıraktığını acı bir şekilde tecrübe etmemize sebep oldu.

Tek kutuplu kalan dünya hızla küreselleşmiş, dünyayı düzene sokma iddiasında olan egemenler, sınır tanımaz vahşilere dönüşmüşlerdi. Bu vahşiliğe sebep olan dürtü olarak ise; Kapitalizmin doymak bilmeyen birikim hırsı ve sömürü mekanizması aracılığı ile tüm dünyayı kıskacına alma çabası gösterilebilir.

Soğuk savaş sonrası dünya hakkında belki de en isabetli öngörüyü ortaya koyan hatta ‘bu öngörü üzerinden mi dünya dizayn edilmeye çalışılıyor?’ sorusunu sorduracak kadar isabet ettiren sosyal bilimci ise Huntington’dur. Ona göre bölünme ve parçalanma kaçınılmazdır. Çünkü; dünya farklı sosyal kodları olan medeniyetlerden oluşmaktadır. Bu medeniyetlerin özellikle İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin bir araya gelmesi mümkün değildir. Bu medeniyetleri birleştirmeye çalışmak barış ve istikrardan çok çatışma ve huzursuzluk getirir. Bunun sonucu ise; ‘Medeniyetler Çatışması’ndan başka bir şey değildir.

Kültür tarihçisi Gordon Childe; İnsanlığın yaşam ve geçim biçimlerinde köklü değişimlere yol açan ve gerçekleştiği zaman bir önceki dönemin özelliklerinde büyük dönüşümlere sebep olan geçişleri üç katagoride toplar. Bunlar Tarım devrimi, Kent Devrimi ve Endüstiri Devrimi’dir.

İnsanlar hayatta kalma adına yapılan üretimden, düzenli ve yoğun tarım yöntemleri sonucu artık değer üretmeye başlar. Bu değer tarım dışı nüfusu besleyebilecek noktaya ulaştığında taliplisi de artar. Bu artığa, zor kullanma yoluyla el koymaktan doğan zenginlik ve güce bağlı olan tabakalaşma yeni bir toplumun habercisidir. Artık ürüne, çeşitli  biçimlerde el koyarak, emeğe dayanmadan kazanan yeni bir sınıf türer. Kapitalizm, sömürü!

Kentleri doğuran bu yeni sınıf, nüfusun artması, ilişkilerin karmaşıklaşması ile düzen ihtiyacı duyar. Oluşan zenginliğin sorunu yağma ve talandır. Zenginliğin korunması ve sürekliliğinin sağlanması başka bir sınıfın oluşmasını da beraberinde getirir. Böylece koruyucular yani askerler ortaya çıkar. Askerlik ile mülkiyet ilişkisi ilk varlık alanını zenginlikten alır.

Ernest Bergel’e göre ilk kentler maden çağında ortaya çıkar. Metal silah kullanan insanlar, kaba taş kullanan insanlara askeri olarak üstünlük kurar. Bakır, tunç, demir gibi metallerden silah yapmasını bilmeyenler, yapanların istilalarına karşı koyamazlar. Silah!

Saldırganlar fethettikleri topraklardaki insanları köle haline getirirken, kendi hakimiyetlerini güvence altına almak için adaveya tepelerin doruklarına yerleşirler. Bu yerler, hem saldırı hem de savunmayı güvence altına alan korunaklı mekanlardır. Kurulan ilk kentler ordugah olarak kurulur. Güvenlik!

Kentler siyasi hakimiyet altında kurulmuş olmasına rağmen varlıklarını devam ettirmelerini sağlayan asıl etken ekonomik ilişkilerdir. İlk başta temel ihtiyaçlarını kendilerine bağımlı yaptıkları tarımsal üretim yapan bölgelerden sağlarlar. Ekonomi!

Endüstiri devrimi ile zirve yapan emek-sömürü ilişkisi ve zenginliğin korunması hadisesi, Kapitalizmin vahşiliğini arttırarak devam ettirdiği bugünlere kadar geldi. Artık sömürü her yerde!

İlk devrimlerin varlığından günümüze değirmenin altından çok sular akmakla beraber, insan fıtratındaki ‘aşağılarında aşağısı’ olabilme özelliği bakidir. Bugün ABD toplumu emeğe dayanmadan güç ve zor kullanma ile dünyayı sömürmeye, talan ve yağma etmeye devam etmektedir. Kendini tüm dünyadan müstağni görmeye devam eden zorba, zalim ve pervasız tutumları, dün tarihte yaşanan sonları bu topluluğa da yaklaştırmakta.

Üstün silahı elinde bulunduranın söz sahibi, egemen ve haklı olduğu bir dünyayı değiştirmek için mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadelede mevzi olduğunu umut ettiğimiz liderlerden, hangi gerekçeler ile olursa olsun düşmanına benzememe ve hangi bedel olursa olsun adaletten ayrılmama erdemini bekliyoruz.

İçerde ve dışarıda yaşanan olağanüstü durumlar tedbir almayı gerekli kılabilir ancak bu tedbirler ‘güvenlik devleti’metaforu yüzünden yıllarca bedel ödemiş bu ülkeyi aynı karanlığa düşürmemelidir!.. 

Bizler önce kardeşlerimizle aramızdaki duvarları, sonrasında komşularımızla aramızdaki duvarları ve tabi ki dünyada insanlığın önündeki tüm duvarları yıkmak için talip olmalıyız. Bu sorumluluk zor ve meşakkatli ancak imkansız değil. Mümin iman etmişse, dünyada kendi dışında kimse kalmasa dahi yanında ilahi rehberi Kur’an varsa, bu dünyayı değiştirebilir. Çünkü bunun yaşanmış örnekliği var. Dünyayı değiştiren Peygamber (as)’ın ümmetine yakışan tekrar nimete sahip çıkmak ve adaleti tesis etmektir. Yoksa güncel ve yakıcı imtihanlarımızda muvaffak olamayacağımızı unutmamalıyız. Rabbimiz bizlere imtihanını başaracak dirayet nasip eder inşaallah.