Üniforma memura yetkiden fazla mı misyon yüklüyor?

“Olay yerinde ceza hükmünü belirleme ve bunu uygulama, eski zamanlarda, hukuk sistemi gelişmemiş toplumlarda görülen bir uygulamadır. Oysa hukuk, olay yerinde cezanın uygulanmasına izin vermemektedir.”

Bazı zabıtaların seyyar satıcılara saldırısı nasıl yorumlanmalı?

RECEP ARDOĞAN / HAKSÖZ-HABER


Bir film var: "Stanford Hapishane Deneyi".

1971 yılında, Stanford Üniversitesi'nde Psikoloji Bölümü Profesörü olan Philip Zimbardo ve arkadaşları tarafından mahkumlar ve gardiyanlar üzerine yapılan gerçek bir psikolojik deneyi anlatıyor. Deney, mahkûm veya infaz koruma memuru olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir inceleme... 24 Denek, paraya ihtiyacı olan lisans öğrencilerinden seçiliyor, kimi mahkûm kimi de infaz görevlisi (eskilerin ifadesiyle gardiyan) rolünde. Deneyde bir hapishane ortamı oluşturulmuş, mahkumların deney süresince dışarı çıkmalarına ve dışarıyla iletişim kurmalarına izin verilmiyor.  

Deney başladıktan itibaren infaz görevlisi denekler, rollerini gerçekçi bir şekilde oynamaya başlıyor. Mahkumları disipline etmeye çalışıyor.  Deneyin fazla gerçekçi olması ve deneklerin gerçek bir mahkûm gibi eziyet görmelerine neden olurken, infaz koruma görevlisi rolünü üstlenenler için olayı eğlenceli hâle getiriyor. Onlar, rol icabı yaptıklarını zamanla özümsemeye ve zevk almaya başlıyorlar. Bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğine de işaret ediyor.

Çoğu kez sosyal hayatta bireylere atfedilen roller, onların da bunu kabullenmeleri söz konusudur. Geçmiş toplumlarda köle ile efendi arasındaki ilişki, aslında böyleydi. Çünkü hiç kimse köle olarak dünyaya gelmez; köle diye bir canlı türü yoktur. Ancak köleliğe başkaldıranlar da "asi" olarak nitelenmiştir. Efendilik rolüne kendini fazla kaptıranlar da zamanla kendilerini "Rab" gibi görmeye başlamışlardır. Oysa, İsmet Özel’in vurguladığı üzere, “Bir gün köle: Hayır ayakkabılarını boyamıyorum dediği anda, fırça kullanmasını beceremeyen efendi çaresiz kalacaktır.”

Toplumda asilzadeler, hürler ve köleler şeklindeki ayrımın, aslında bir kabulden öte, bir isimden öte hakikati yoktur. Tıpkı putların da onlara verilen isimlerden ibaret oldukları gibi. İnsanlar, "ata"dan beri toplumun onları öyle adlandırdıkları; "Allah'a yakınlaşmayı sağlayan aracılar", "Bereket Tanrısı", "Savaş Tanrısı", "Yer Tanrısı", "Deniz Tanrısı" vb. olarak adlandırdıkları için taparlar. Bunların, isimlerinin ötesinde bir gerçeklikleri yoktur; ön planda olan da odundan, taştan, tuğladan, mermerden, metalden yapılmış nesnelerdir.

Kendisi dâhil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin oluyor. Aslında Prof. Zimbardo'nun 6 günlük kısa deney süresi içinde istem dışı olarak bir araştırmacıdan ziyade hapishane müdürü gibi düşündüğü ve davrandığı konusunda uyarıldıktan sonra durumu fark ediyor [Belki deney ile ispata çalıştığı şeyin gerçek olması arzusu, yarı bilinçaltı bir şekilde Prof. Zimbardo'yu bunu kendinde gerçekleştirmeye yöneltmiştir. Deneyle ispatlamaya çalıştığı şeye, yarı-bilinçaltı bir süreçle kendini koşullandırmıştır.]. Bunun üzerine Zimbardo, 15 gün sürmesi planlanan deneyi altıncı günün sonunda bitirdi.

İşte günümüzde bazı zabıtaların durumu buna benziyor.  

Yasa ile zabıtalara yüklenen görevler ve bunu için verilen yetkiler var. Ancak bazı zabıtalar, resmi kıyafetlerini giyince ve bir grup olarak sahaya çıkınca, bu kamu görevini, kimliğinin âdeta bir parçası hâline getirerek görevinden fazla misyon üstleniyor. Buna bir de grup psikolojisini ekleniyor. Ayrıca, görevi minimalize ederek seyyar satıcı -zabıta mücadelesine dönüştürmek de söz konusu: ne olursa olsun seyyar satıcıyı yakalamak, cezasını oracıkta uygulamak. Düzenin bir parçası olmak değil, âdeta bir savaş halindeymiş gibi çeşitli taktik ve stratejileri uygulayarak hedefteki kişileri yakalamak. Çünkü, grup psikolojisi ve minimalize bakış açısından toplumun tek sorunu, işportacılıkla geçimini kazanmaya çalışan insanlar oluyor. İşportacılar, vergi ödemiyor, izin almadan tezgâh açıyor, insanları rahatsız ediyor, haksız servet ediniyor; değnekçilerden daha tehlikeli oluyor. Değnekçilerin önü alınamazsa bile işportacıların "tezgâhları başlarına geçirilebilir.  Burada "tezgâhını başına geçirmek" diye bir deyim olduğunu da hatırlayalım. Resmettiğimiz bu bakış açısından "ben bu oyunu bozarım" diyerek kötülerin tezgâhını başına geçirmek, bir erdem olarak görülüyor olmalı...

Büyük resimdeki belediyedeki başkan ve yardımcılarının, daire başkanlarının, imar ve ihaleler konusunda yolsuzluk yapıp yapmadıklarının bir önemi yoktur. Çözülmesi gereken sorun, işportacılardır.

Zabıtalar, aslında çok önemli bir kamu görevini yerine getirirler.  Öyleki, İslam âlimleri zabıtaların varlığını, İslam'ın toplumsal esaslarından olan "iyiliği emir, kötülükten nehy" ilkesi ile temellendirirler. Buna göre zabıtalar, tıpkı yargı sistemi gibi, "iyiliği emir, kötülükten nehy"in devlet eliyle gerçekleştiren boyutlarından birini yerine getirmektedirler. Bu uygulama, Hz. Peygamber zamanına kadar gider. Onun kendisinin (s.a.v.) gönüllü olarak bu görevi yaptığı; pazar yerini dolaşarak denetlemelerde bulunduğu bilinmektedir. Örneğin, "Bizi aldatan bizden değildir." hadisi, bir pazar yerinde yapılan nebevî bir uyarıdır. İslam'ı tebliğin Medine dönemi'nde İslam peygamberi (s.a.v.) bir gün pazar yerinde bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmaklarına nem bulaştı. Satıcıya;

- Bu ıslaklık da ne, diye sordu.

Adam, buğdayın yağmurdan dolayı ıslandığını söyledi.

Hz. Peygamber de ona:

- İnsanların görmeleri için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya, buyurdu ve şu cihan şümul uyarıyı yaptı: 

- Bizi aldatan, bizden değildir.” (Müslim, İman 164.)

Yine Hz. Ömer'in (r.a.) bazı sahabileri bu iş için görevlendirdiği de bilinmektedir. Bunlar arasında hanım sahabiler de vardır.

Ancak olay yerinde ceza hükmünü belirleme ve bunu uygulama, eski zamanlarda, hukuk sistemi gelişmemiş toplumlarda görülen bir uygulamadır. Oysa hukuk, olay yerinde cezanın uygulanmasına izin vermemektedir. Adil bir yargılama neticesinde suçun sabit olması da gerekir. "Adil yargılama"nın olmaması, eskilerden günümüze insanlığın en temel sorunlarından biridir. "Yargıya güvenmek lazım" eklindeki telkinlerle sıklıkla karşılaşılması, muhtemelen bundandır. Büyük yolsuzluk iddialarında zanlının haklarını sonuna kadar koruyan bir yargı sistemi ancak işportacılara gelince, hemen olay yerinde müdahale, en azından düşündürücüdür.

Kamu düzenini ve genel ahlâkı korumaya yönelik faaliyetler, şehrin,  şehirciliğin ve medeniyetin temel unsurlarından biridir. Bu sebeple de sosyal-medeni, bir gereklilik olduğu gibi, aynı zaman bir medeniyet dini olan İslam'ın gereklerindendir. Yani Müslüman topluma fardır ve fıkıh ilmindeki karşılığıyla ifade ederse, farz-ı kifâyedir. Onun farz-ı kifaye oluşu, bu yükümlülüğün somut/belli bir kişiye ait olmayıp toplumsal bir sorumluluk olmasıdır. Ancak, bu konuda amacın "bir kamu faaliyeti"ni, bir kamu görevi"ni gerektirdiğini düşününce, bunun sorumlusu, bu konuda yetkili devlet yöneticileridir. Dolayısıyla, zabıtaların yaptığı görevin, İslam hukuk kitaplarında ayrı bir başlık açılan son derece önemli bir konu olduğunu belirmek gerekiyor.

 Burada önemli bir nokta da bir oyun olarak başlayan bazı davranışların zamanla, insanın hakikati ve karakterine dönüşebileceğidir. Dünya hayatı, bir oyun ve eğlencedir. Hakikatleri unutup oyunu abartmaktan, maddeye hak ettiğinden fazla değer vermekten, güç oyunlarını ve zulmü eğlence yapmaktan, unutulup gidecekken insanlarda unutulmaz yaralar bırakmaktan, iyiliğiyle değil kötülüğüyle hatırlanmaktan kaçınmak lazım.

Yorum Analiz Haberleri

Modernizmin esaretinden vahyin özgürlüğüne
"Ortadoğu’da suçlu yine Müslüman Kardeşler oldu!"
Aile, kadın ve cinsiyeti hedef alan tüm girişimler terördür!
ABD ve İsrail’in Suriye hesaplarında farklı görünen ortaklık
Papa ve zorunlu değerler ittifakı arayışı