Türkiye’nin kurtarma paketi ne kadar olmalı?

Kürt sorunu konusunda bildik eski havanda su dövmeler yine başladı. Irak’ın Kuzey’ini işgal edip orada tampon bölge oluşturmaktan söz edenler mi istersiniz, Kürt kimliğinin tanınması talebini ‘Terör örgütünün isteklerinin yerine getirilmesi’ olarak görenleri mi istersiniz, ‘Biz bu mücadeleyi demokrasiyi ve insan haklarını üstün tutarak yürüteceğiz’ derken aynı anda kendi hükümetinin ‘demokratikleşme paketleri’ ile getirilen çağdaş düzenlemeleri ortadan kaldırmaya çalışanlar mı...

‘Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur’ sözü Kürt sorunumuz için icat edilmiş olmalı. O yüzden gelin biz fırında pişmekte olan esas sorun alanına, nedense kimsenin kafa yormadığı gelmekte olan ekonomik krize bir bakalım...

Daha önce de yazdım, Türkiye’nin yumuşak karnı yüksek cari işlem açıkları. Ülkenin döviz açığının kapanmama tehlikesinin belirmesi, bunun bir ihtimal olarak ufukta gözükmesi bile döviz kurlarını yukarı fırlatıyor. Doların fiyatının birkaç günde nerelere geldiğini görüyorsunuz.

Doların fiyatının artması, son beş-altı yılda dolarla borçlanıp yatırımlara girişmiş irili ufaklı binlerce Türk şirketini zor durumda bırakıyor. Bu şirketler, hele kazançları Türk Lirası cinsinden ama yükümlülükleri yabancı para cinsindense şimdiden kâbuslar görmeye başlamış olmalılar. Çünkü bir yandan iç pazardaki ekonomik durgunluk, bir yandan artan enflasyon ve son olarak artan kurlar.

Öte yandan kazancı ve borcu yabancı para cinslerinden olan ihracatçı şirketlerin de çok rahat durumda olduğunu düşünmeyin. Çünkü durgunluk sadece Türkiye’de yok, Amerikan ve Avrupa pazarları da durgunluk içinde. Dünyanın geri kalanının çok canlı olduğu da söylenemez zaten. Yani ihracat pazarları da daralmasa bile genişlemeyebilir önümüzdeki dönemde. Ve bu şirketler de hem pazarlarını korumak hem de borç ödeme kapasiteleri sürdürebilmek için deli gibi çalışıyor olmalılar.

Görüldüğü gibi bu sefer kriz Türkiye’ye farklı bir yerden, mali kesimden, yani bankalardan vs. değil tam tersine ‘reel kesim’ denen, üretimi ve satışı yapan şirketler kesiminden gelecek.

Yabancı bankalar, borcunu ödemekte güçlük çeken şirketlere el koymaya başlayabilir veya daha da beteri o yabancı bankalar zora girerse Türkiye’deki kredilerini erken geri çağırmaya kalkabilir.

Kısacası, şirketlerimiz için zor günler kapıda. Peki kriz Türkiye’nin şirketlerini vurmaya başladığında biz ne yapacağız?

‘Bırakın batan batsın’ mı diyeceğiz, yoksa kurtarma planları mı yapacağız?

Burada 150 milyar dolara ulaşan bir büyüklükten, daha doğrusu şirketler kesiminin uluslararası finans kurumlarına olan borçlarından söz ediyoruz.

‘Batan batsın’ dediğimizde ortaya çıkacak işsizliği de hesaba katmalıyız. Batan sadece bir şirketin sahibi olmayacak. (Ki zaten bizde patronlar pek nadiren batarlar, şirketleri batsa bile onlar bir biçimde ayakta kalırlar hep.) Onunla birlikte çalışanlarından tedarik zincirine kadar çok sayıda insan da batmış olacak.

‘Hayır zor duruma gireni kurtarmalıyız’ dediğimizde de birkaç şeyi göz önüne almalıyız: 1. ‘Zor duruma girmek’ten ne kastediliyor; 2. ‘Kurtarmak’ derken şirketlere ortak olup sermaye koymaktan mı söz ediyoruz, basitçe nakit enjekte etmekten, yani borç vermekten mi?; 3. Şu veya bu yolla verilecek paraları nasıl geri alacağız?

Bence birilerinin şimdiden bu planları hazırlamasında fayda var. Tsunami yola çıktı, geliyor çünkü.

RADİKAL