Türkiye Tarihindeki Bütün Darbeciler Atatürkçüdür ve Kemalisttir

HAMZA TÜRKMEN

15 Temmuz Darbe Girişimi ile ilgili sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tespiti, bu komployu ve kalkışmayı en net şekilde özetlemektedir: “Senaryo dışarıdan, aktörler içeriden.”

28 Şubat 1997’de de senaryo dışarıdan, aktörler içeridendi.

12 Eylül 1980’de de senaryo dışarıdan, aktörler içeridendi.

27 Nisan 1960’da da senaryo dışarıdan, aktörler içeridendi.

3 Nisan 1923’te de senaryo dışarıdan, aktörler içeridendi.

İçerden olan darbeci aktörler meşruiyetlerini hep Kemalizm söylemiyle oluşturmaya çalıştılar.

Bu süreçte Başbakan Binali Yıldırım ise dün AK Parti grup toplantısında “Hiçbir darbeci Atatürkçü değildir. Kemalist değildir” diyerek, bizler de Kemalizm hakkında büyük bir yanılgı içinde olduğu algısını uyandırmıştır. Çünkü Kemalizm zaten bir darbe ideolojisidir.

Türkiye’deki darbe ideolojisinin yerli formu İttihat Terakki Cemiyeti uygulamalarına ve Kemalizmin tek adam diktatörlüğüne dayanır. TSK içinde ihtilalcı -devrim/revolutionary- romanlar okuyarak veya öyküler dinleyerek büyüyenler ister pragmatik olsun, ister solcu-sosyalist olsun, ister sağcı-liberal olsun en fazla Atatürkçülükle ve Kemalizmle haşır neşir olmuşlardır. En son 28 Şubat Darbesi’nin arkasında duranlar da, 27 Nisan Muhtırasındaki özü Cumhuriyet Mitingleri’nde savunanlar da hep birlikte “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diye bağırmıyorlar mıydı?

3 Nisan 1923’te de senaryo dışarıdan, aktörler içeridendi. Çünkü Türkiye denilince, Lozan Antlaşması’yla birlikte sınırları  “Turkıa” olarak belirlenen, tüm kanunlarını Avrupa kanunlarıyla değiştirmesi ve uluslaşması ön şartıyla statüsü onaylanan bir yapıdan bahsediyoruz.

Osmanlı sonrasında Anatolia denilen Ön Asya’da veya Bilad-ı Rum ve Cezire topraklarında yaşanan savaş, emperyalizm karşısında bir kurtuluş savaşı değil, sadece Türk ulusu ve Yunan ulusu vakıasını tahkim etmeye dönük bir Türk-Yunan savaşıdır.

Lozan Anlaşması’nın görüşmeler sürecinde 17 Şubat’ta başlayan İzmir İktisat Kongresi’nin açılış oturumunda Mustafa Kemal üç unsuru ön plana çıkartmıştır: “Bolşevikliğe izin verilmeyecek; ‘irticai’ zemine izin verilmeyecek; yabancı sermayeye hürmetkâr olunacak.”  Yeni kurulacak Türkiye ile ilgili İhtilaf Devletleri’ne verilen bu taahhüt, Kongre’nin kapanış bildirgesinde de aynen işlenmiştir.

Halkımızı vesayet altına sokan ve İslami değerleri tebdil, tağyir ve tasfiyeye yönelen bu yaklaşıma I. Meclis’te 2. Grup karşı çıkmıştır. 2. Grub’un lideri Ali Şükrü Bey, 1923’ün Mart ayı içinde Meclis’te etkileyici muhalif konuşmalar yapmıştı ve mebusların çoğunluğu 2. Grup yanında saf tutmaya başlamıştı.

Ama İttihad Terakki Teşkilatı’nın darbeci geleneğini taşıyan subay ve çeteleri; ayrıca 1925 itibariyle onurunu, değerlerini, namusunu korumaya çalışan halka ve Müslümanlara karşı infaz timi gibi çalışan İstiklal Mahkemeleri’nin katil aktörleri Mustafa Kemal çizgisinin yanındaydı. Ve öğrenildi ki Mustafa Kemal’in Muhafız Birlik Komutanı Topal Osman, adamlarıyla kaçırdıkları Ali Şükrü’yü 27 Mart 1923’te Ankara’da infaz etmişlerdi. Bunan üzerine I. Meclis apar-topar kapatıldı; 3 Nisan 1923’de Türkçü-Batıcı çete ve subaylardan oluşan Müdafaa-i Hukuk Grubu öncülüğünde Meclis’te üç kağıtçılık yapılarak güya bu darbe onaylanmış oldu. Ve kurallarını tamamen Mustafa Kemal’in belirlediği “9 Umde” belirlendi.  “9 Umde”yi kabul eden kişilerden atama yoluyla II. Meclis oluşturuldu. Gerisi mafya tipi bir yönetim.

Sayın Erdoğan Başbakan iken “Dersim Katliamı”ndan, Menemen kumpasından,  İstiklal Mahkemeleri zulümlerinden bahsederek Türkiye’yi yerel vesayetten kopartmanın teorik zeminini hazırlıyordu. Hepsinin arkasındaki başat fail de belliydi.

Erdoğan da verili sistemde ve onların sahnesinde, onların sembol ve ritüellerine mahkûmdu; ama risk üstlenerek alan açmaya çalışıyordu. O, Erbakan çizgisinden kalan mazeretçi ve provokasyon melankolili yaklaşımlara karşı; dik durup eğilmemekten bahseden kitlelerin bilinç altlarında bir intifada ruhu hazırlamaktaydı.

Ama AK Parti’nin son iki başbakanı da Atatürk’ün kurgulanmış “efsanevi rolü” edebiyatından bir türlü kurtulamadı ve kurtulamıyorlar. Ya gerçekten Mustafa Kemal’in Atatürk olduğuna yani Türk ulusunun kurucu atası olduğuna safça inandırılmışlar. Ya da reel siyaset sahnesinde gerçeklerden, adaletten, İslami değerlerden yana gedik açmak konusunda yeterli beceriyi henüz kazanamamışlar.

Tekrar edecek olursak Türkiye tarihindeki bütün darbeciler Atatürkçüdür ve Kemalisttir.

Hala boynumuzun üstünde tahkik ve düşünce yasakçılığının ve kişi kültünün en güçlü örneklerinden olan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma ve Kollama Kanunu bir mafya tarzı tehdit namlusu olarak duruyor; ama biz yine de I. Meclis Darbesi’ne Mafya Tipi Kemalizm’e dayandığını söyleyebiliriz.

27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasındaki gelişmeler ve 1962 Darbe Anayasası ise giderek Sol Kemalizm’e göre biçim aldı.

12 Eylül 1980 Darbesi ise Batıcı-Türkçü sistemi ayakta tutabilmek için ifrat ve tefrit noktalarını dengeleme hedefi içinde kendini Sağ Kemalizm ideolojisiyle tahkim etti.

15 Temmuz Darbe Girişimi nedeniyle de 354 general ve amiral arasından 195’i darbecilikle etiketlendi ve TSK’dan atıldı. Yani bu rakam ordunun en üst kademesinin %55’ini ifade ediyor. Daha gerisi de olabilir… Kimi FETÖ’cü, kimi eski Batı Çalışma Grubu artıkları veya ABD’ci diğer kriptolar. Ama her birinin TSK içindeki biyografilerine bakıldığında en hızlı Kemalistler bunlar. 28 Şubat’ta dindar subay-astsubay’a Atatürkçülük adına ve İslamofobik tavırlarla en fazla kıyanlar bu müfsid münafıklar. Dolayısıyla 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin Atatürkçülük maskesi de büyük ölçüde Bâtini Kemalizm. 28 Şubat paşa ve subayları arasında Medyum Memiş boş yere gezmiyordu. Muhammed Aleyhisselam ile Mustafa Kemal’in kimliğini sentezlemeye çalışan Samiri yönelimli Yaşar Nuri boş yere MİT’in ve 28 Şubat darbecilerinin dalkavukluğunu yapmıyordu?

Başbakan Binali Yıldırım’ın Darbe Girişimi karşısında duruşu tabii ki takdire değer. Bugüne kadar OHAL’in topluma yapıldığını, bu sefer ise OHAL hedefinin topluma, özgürlüklerimize, kazanımlarımıza ihanet eden yöneticilere yöneltilmesi iması tabii ki takdire değer. Askeri yargının sivilleştirilmesi hamlesi de… Askeri birliklerin, kışlaların, tankların şehirlerden boşaltılıp ülke güvenliğinin korunacağı sınır bölgelerine nakilleriyle ilgili açıklaması da… Yüksek Harp Okullarına İHO mezunlarının alınacağının açıklanması da…

Ama 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nden sonra Hükümet konusunda CHP ile gerçekleşmesine ramak kalan hata gibi; 15 Temmuz Direniş Gecesi hiçbir safta veya direniş sütresinde göremediğimiz 28 Şubat Darbesi alkışçısı Kemalist CHP’yi dış dünyaya birliktelik görüntüsü vereceğiz diye olduğundan fazla büyütmemek gereklidir. 28 Şubat mağduru yüzbinlerce kişi aramızda ve AK Parti kitlesi arasında yaşarken, ümmet bakiyesi Türkiye toplumunu ilerlemeci bir modernite öykünmeciliği içinde öz değerlerinden yabancılaştırmaya çalışan bu monşör zihniyetli kişilerin önünde Kemalizm seviciliği ile daha fazla eğilip kendi temel tabanını maraba pozisyonuna düşürmemek gereklidir.

AK Parti Merkez Binasına alışılmışın dışında asılan Atatürk posteri ABD’ye, AB’ye yaranmak için mi; TSK içinde geriye kalan kurmay subaylara yaranarak onları elde tutmak için mi? Yoksa Dersim Katliamı’nın, inanç ve değerlerimizi yasaklayanların, ümmet coğrafyasıyla bağımızı kopartanların, gençliğimizin geleceğini Batılı değerlere ipotek etmek isteyenlerin misyonuna selam çakmak için mi?

Sayın Binali Yıldırım!

15 Temmuz Direnişi, “2. Kurtuluş Savaşımız” değildir. Emperyal devletlerin yakın gözlemi altında yapılan Türk-Yunan Savaşı da kurtuluş savaşı değildir.  15 Temmuz Direnişini kimse sıradanlaştıramaz. 15 Temmuz Direnişi 300 yıllık makûs tarihimizde ilk kitlesel intifadamızın, ölümüne bir adamışlıkla vesayetten kurtuluş hamlemizin prova olmayan ilk ciddi sahnesidir.

15 Temmuz Darbe Kalkışması’nın tüm aktörleri inanarak veya saptırarak süreç itibariyle TSK içindeki varlıklarını hep Kemalizm seviciliği ile çoğaltmışlardır. Topal Osman’ın Kemalizm seviciliği karşımıza 27 Mayısta sol Kemalizm, 12 Eylül’de sağ Kemalizm, 15 Temmuz’da batini Kemalizm olarak çıkmıştır.

Sayın Yıldırım. Dün AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığınız bu konudaki yaklaşımınızı gözden geçirip düzeltmelisiniz. Dediğinizin tamamen tersi bir şekilde Türkiye’deki bütün darbeciler Kemalizmi farklı vecheleriyle yorumlayarak darbe yapmaya kalkışmışlar ve inandıkları Kemalizmle meşruiyetlerini oluşturmaya çalışmışlardır. 27 Mayıs, 9 ve 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan böyle değil midir Sayın Yıldırım.

Oysa dün GEZİ Olaylarının, 17-25 Aralık olaylarının, “Saray” ve “Diktatörlük” edebiyatının, “Yakında Erdoğan’ın kalemi kırılacak” sloganının arkasında duran tüm işbirlikçiler Erdoğan’ı devirmesi kastıyla hep birlikte 23 Nisan çocukları gibi “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diye höykürmüyorlar mıydı?

Tabii ki hiç kimseye muhalifliğimiz bizi adaletsizliğe sevk etmemeli. Siz de söylüyorsunuz: “Ne affetmeliyiz, ne unutmalıyız. Ama adaletten ayrılmamalıyız.”

Bu konuda temayülü nedir bilmiyoruz ama 15 Temmuz Direnişi’nin kimliğini doğru okuyan Genelkurmay Başkanlığı’na vekâleten atanan Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar’ın büyük bedeller ödenerek Darbe Girişimi bastırıldıktan hemen sonra TSK adına okuduğu bildirideki nesnel öz, resmi beyanatlarımızın da dili olmalı. O açıklamada fırsattan istifade bir ideolojinin propagandası yerine direnişin unsurlarına ve ruhuna yöneltilen hürmet ve saygı ifadeleri yer aldı.

Sayın Yıldırım. Reel siyasetin pragmatizme zorlayan yanına rağmen, öz gücüyle meydanlara dökülen ve çok büyük ölçüde Erdoğan’ın vesayetten kopma ruhu ile bütünleşen kitlelerin hasbi duyguları içinde nesnelliğe ve 15 Temmuz gecesi ortaya konan kimliksel ruha daha fazla dikkat etmeniz gerektiğini hatırlatmak isteriz.

Reel siyasette de temel soru şu olmalıdır:

Bizler “ümmetten bir ‘millet’/ulus yarattık” diyen ve Batı’nın pagan, müşrik değerlerine yönelmeye çalışan bir toplum muyuz?

Yoksa Osmanlı ile birlikte yitirdiğimiz toplumsal gücümüzü ve üst değerlerimizi yeniden kazanmaya çalışan bir sürecin evlatları mıyız?

15 Temmuz Gecesi Kadıköy caddelerinde tanklar yürürken yol kenarında darbeci askerleri alkışlayan, Diyarbakır’da darbecilere karşı direnişin şehir merkezine akmaması için yol kesmeye çalışan HDP-PKK kolluklarının yaptıkları şey, “Hizmet”e hizmetti.  Amaçları darbe gerçekleşirse “Diktatör Erdoğan”dan kurtulmak adına darbe girişiminde koçbaşı olarak kullanılan FETÖ’nün arkasındaki küresel kapitalizmin senaristlerine selam çakmaktı.

15 Temmuz’dan bir hafta sonra Gazi Mahallesi’nde HDP, direnişçilerin alan olarak tuttukları Taksim’de de CHP  güya darbe karşıtı sınırlı bir miting yaptılar. GEZİ kalkışmasının nostaljisine ağıtlar yakan bu sınırlı mitinglerin Yeni Türkiye’de meşruiyet aramaları veya maske takmalarına dikkat edilmelidir. Oysa Fethullah Gülen taifesi daha ertesi günü darbeye karşı olduklarına dair madrabazlıklarına başlamışlardı bile…

Kökleri darbecilikten gelen ulusçuların rahatlıkla kılıf olarak kullanacağı Kemalizm, bayrak, vatan, demokrasi söylemleri ile oluşturulacak zaaf ve yanlışların farkında olunmalıdır.

Ve unutulmamalıdır.

15 Temmuz gecesi tankların, ZPT’lerin, helikopterlerin, uçakların, keskin nişancıların saldırılarına karşı direnen Mehmet Akiflerin, Şeyh Saidlerin, İskilipli Atıfların ruhuydu.

15 Temmuz gecesi tankların, ZPT’lerin, helikopterlerin, uçakların, keskin nişancıların saldırılarına karşı direnen 28 Şubatta yaşatılan İslami direniş ruhuydu.

15 Temmuz gecesi tankların, ZPT’lerin, helikopterlerin, uçakların, keskin nişancıların saldırılarına karşı direnen ülkesini, namusunu, geleceğini, imkânlarını küresel vesayete peşkeş çekme tuzağına karşı insani, yerli ve İslami duygularını kalkan edinenlerin geleceğe yürüyüşüydü.

Ve unutulmamalıdır.

Bu direniş ve diriliş ruhundan destek alanların, muarızlarını yumuşatmak adına, bu ruhun kazanımlarını muarızlarına paspas yapmayacakları bir basiret içinde olmaları gerekir.

Bir kere daha şu nesnel olan vakıayı tahkike davet etmeliyiz: “Türkiye tarihindeki bütün darbeciler Atatürkçüdür ve Kemalisttir.”