Türkiye Ortadoğu’da tarafsız kalamazdı

Serdar Demirel

“Arap baharı” ve “Arap uyanışı” gibi isimlerle tanımlanan Ortadoğu’da halkların diktatörlere karşı ayaklanması, kuşkusuz Türkiye’yi zor tercihlerle karşı karşıya bıraktı. Zira alınacak hatalı bir tavır Türkiye’yi etkileyeceği gibi bütün Ortadoğu’yu da derinden etkileyecekti.

AK Parti hükümetinin iktidara geldiğinden beri başarıyla uyguladığı ‘komşularla sıfır problem’ siyasetinin bu denli büyük bir iç ayaklanmayı öngörememesi tartışılabilir elbette. Ancak halkların böylesine büyük isyanını kimse beklemiyordu. Yoksa Esad ve Kaddafi ile iyi ilişkiler geliştirilmezdi. Özellikle de Esad’la gerek Başbakan ve gerekse Dışişleri Bakanı aile dostluğu düzeyinde samimi ilişkilere girmezdi.

Komşularla sıfır problem açılımı iradesini gösteren akıl, Arap halkları ve vesayet rejimleri karşı karşıya gelince ya ayaklanan halklardan ya da diktatörlerden yana bir tercih yapmak zorunda kaldı.

Halklara karşı diktatörlere destek veremezdi. Çünkü, ülke içinde vesayet sistemine karşı büyük bir kavga vermişti hükümet. Hâlâ da veriyor. Halk iradesini iç ve dış siyasete egemen kılmayı sloganlaştırmış, bunu varlık nedeni bile kılmıştı. Aksi taktirde bu söylemi buharlaşacaktı.

Denebilir ki, Türkiye sessiz de kalabilirdi. Bu da mümkün değildi. Ne şiş yansın ne de kebap anlayışı diktatörler tarafından kabul edilse de ayaklanan halklar tarafından asla kabul edilmeyecekti. Bu, sessiz kalarak diktatörlere destek vermekten başka bir anlama gelmezdi. Böyle yapsaydı, başından beri proaktif dış siyaseti benimsemiş hükümet pasif siyasete demir atacak ve tabiî olarak Türkiye’nin Ortadoğu politikası kilitlenecekti.

Davutoğlu’nun da sık sık vurguladığı gibi bölge halklarının geleceği birbirine bağlıdır. Suriye halkı huzurlu olmadan Türkiye halkı da huzurlu olamaz. Mısır, Libya, Lübnan, Tunus, Yemen ve diğerlerinde istikrar yoksa Türkiye’nin de kalıcı istikrara sahip olması mümkün değildir. Oralardaki siyasi, iktisadi kargaşa, etnik ve mezhep savaşı mutlaka Türkiye’yi de etkileyecektir. Velhâsıl Türkiye’nin coğrafyası, tarihi derinliği, yerel ve küresel konjonktür pasif bir siyaset izlemesine müsaade etmez.

Libya krizinde başta izlenen ortayol bulma arayışından vazgeçildi. Hükümet bu kavgada taraf olmayanın bertaraf olacağını, bölgede de aktif olamayacağını gördü, uzun vadede bölgenin istikrarından yana tavır koyarak halkın iradesi dedi. Davutoğlu’nun Bingazi çıkarması tam da bunu ilan etti.

Ülkenin iç siyaseti de bunu gerektiriyor. İçeride halk iradesini önceleyen hükümet bölgede halk iradesini önemsemediğini söyleyemez, söylediğinde bu tutarsızlığı kimseye izah edemez. AK Parti hükümetinin içerideki başarısının önemli bir nedeninin de dış siyasetteki açılımları olduğunu unutmamak gerek.

Ahmet Davutoğlu; “Türkiye 12 yıl içinde cihan devleti olacak” diyor. Bu iddianın kuvveden fiile dönüşmesi için iki şey çok önemlidir. İlki, bölge halklarının çoğunluğunun desteğini almak. İkincisi, büyük sorunları çözmeye muktedir olduğunu göstermek.

Eğer Ortadoğu’da yaşanan sorunun çözümüne âdil ve kalıcı çözümler getirilmesine önemli katkılar sunabilirse Türkiye, bu ikisini de elde edecektir. Cihan devleti olmak bir iddiadan öte, bir vaka olacaktır.

Bu anlamda Suriye krizi en büyük test alanıdır denebilir. Dünya hegemonları buraya üşüşmek üzere planlar yapıyorlar. Bunları Suriye’den uzak tutmak ve Suriye halkını Esad rejimine karşı korumak, Türkiye’nin bölgede nasıl bir aktör olacağının rengini de belirleyecektir.

YENİ AKİT