Türkiye nasıl bir diplomatik açılım yapma(ma)lı?

KENAN ALPAY

İki yıl önce başbakanlık görevinden alınıp Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcılığına atanan Dmitry Medvedev’in Viladimir Putin ile ilişkisi halef-selef ilişkisinden daha derin ve sağlam temellerle birbirine bağlı olduğunu izaha gerek yok. Putin-Medvedev ilişkisi o derece derin ve sağlam bağlara işaret ediyor ki koskoca bir ülkede havada ikmal yapan savaş uçakları gibi Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık koltuğu becayiş usulü kolayca değiştirilebiliyor. Bu bağlamda pek çoğumuzun bildiği birkaç yıl önceki bir mizanseni hatırlatmakta fayda olur. Ekranda yanında tuttuğu küçük bir çocuğa Putin güya “Rusya’nın sınırı nerde bitiyor?” sorusunu soruyor. Çocuk da cevaben “Rusya’nın sınırı (Asya’nın en doğu noktasıyla Amerika’nın en batı noktasının arasında kalan) Bering Boğazı’nda bitiyor” deyince Putin kameralara dönerek duruş ve ufkunu şöyle ilan ediyor: “Rusya’nın sınırları yoktur.

Rusya’nın sınırları barbarlıkla belirleniyor

Neyse ki Medvedev Rusya’nın sınırları konusunda Putin’den daha ‘mütevazı’ düşünüyor ve Ukrayna savaşının gerekçe ve hedeflerini izah sadedinde şöyle söylüyor: “En büyük hedeflerimizden biri Ukraynalıların yanlış fikirlerle dolu zihinlerine ulaşıp bunları değiştirmek. Rusyafobi’yi büyüten Nazileri bu bölgeden arındırmak istiyoruz. Ukrayna’ya barış getirmek ve Vladivotsok’tan Lizbon’a uzanan bir Avrasya inşa etmek amacındayız.” Ukrayna’daki direniş nasıl kıracakları, ağır kayıpları nasıl engelleyecekleri, yaptırımlarla nasıl mücadele edecekleri ayrı ama kritik meseleler olarak günden güne büyüyor ve açıkça bu yanlış hesaplar Rusya’nın stratejisini tökezletiyor.

Ancak Putin’den Lavrov ve Zaharova’ya, Medvedev’den Şoygu ve Peskov’a kadar hemen bütün Rusya devlet aygıtı savaşı en baştan ezici bir zaferle kazanmış havasında takdim ediyor. İş öyle bir raddeye varmış durumdaki Medvedev, onlarca ülkenin yer aldığı bir bölgeyi, Japon Denizi’nden Atlas Okyanusu’na uzanan geniş bir coğrafyayı hedef olarak ilan edebiliyor. Bir yönüyle sınırsız bir işgalci barbarlığa işaret eden bu yaklaşım diğer yönüyle körlükten öteye geçen korkunç ve yıkıcı bir Rusçu fanatizmi izhar ediyor.

Savunma savaşı” söylemi yüzeysel bir bakışla Amerika-NATO ve Batı’ya karşı Rusya’nın meşru ve zaruri müdafaa stratejisi gibi gözükse bile Ukrayna ve Gürcistan başta olmak üzere hemen bütün eski Sovyet ülkelerinde büyük bir endişe kaynağı olarak yükseliyor. Fakat gelin görün ki Türkiye’de kamuoyu yapıcıların önemli bir kısmı ve toplumun büyük bir bölümü Rusya tehdidini de giriştiği işgal ve katliamları da kurgu-mizansen sayıyor.

Haftalarca kuşatıp ağır bir saldırı altında tuttuğu Kiev’den geri çekilmek zorunda kalan Rusya şimdilerde Karadeniz kıyılarını Ukrayna’ya tümüyle kapatmak üzere saldırılarını Donetsk ve Luhanks bölgelerine yoğunlaştırıp Mariupol ve Mykolaiv gibi şehirleri de alarak Odessa’ya ulaşmaya çalışıyor.

Fakat yüzlerce milyar doları aşacak bir biçimde Ukrayna’nın bütün alt yapısını yıkıma uğratırken Rusya ordusu kuşatma ve işgale kalkıştığı bütün şehirlerde arkasında ceset tarlaları da bırakarak çıkıyor. Bucha sokaklarının her bir köşesi infaz edilip sağa sola atılmış cesetlerle dolu. Üstelik önemli bir kısmı infazdan önce işkence edilmiş. Lakin Rusya her zaman olduğu gibi “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misalini ete kemiğe büründürüyor. Moskova’yı kıble, Putin’i kılavuz edinen siyasi kadroların bu söylemi hararetle savunmaları hiç de şaşırtıcı değil.

Çadır devleti değil, hukuk devleti mi?

Tuhaf olan “yerli ve milli” kadroların, milliyetçi-muhafazakâr çevrelerin de Bucha katliamını bile “Batı’nın iğrenç bir senaryoya bel bağlaması” şeklinde tanımlamalarıdır. Üstelik döne döne “Rusya, Buça’daki katliam iddialarının kurgu ve yalan olduğunu açıklamıştır” cümleleriyle yapmaktadırlar bu işi. Amerika ve NATO’nun kirli, kanlı ve kabarık sicilini gece gündüz haykırmak hakkımızdır elbette.

Lakin işin krize dönüştüğü, çıkmaz sokağa girdiği yer bütün bunları Rusya’nın işgal ve cinayetlerine ilişkin yapılan “cürmü meşhud”u bile “düzmece-sahte”  addeden kara-propagandaların paydaşı olunduğu noktadır. Çeçenistan’dan Suriye’ye, Gürcistan’dan Ukrayna’ya uzanan Rusya’nın hangi katliamı düzmeceydi ki Bucha’daki katliam düzmece olsun. Her şeyi unutacak kadar zayıf bir hafızanın bile unutamayacağı 27 Şubat 2020’de TSK’ya bağlı mekanize piyade taburuna Rusya ve Esed rejimi uçakları tarafından yapılan saldırıyı soralım: 34 askeri katleden, daha fazlasını ağır yaralayan Rusya’nın hava saldırıları da mı düzmeceydi, mizansendi? Bir an için bile olsa hakikat inkâr ve tevil edilemez. Batı’ya karşı yaşanan haklı öfkenin Rusya muhibliğine evrilmesi eşi benzeri zor bulunur ahlaksızca ve ahmakça bir siyasal tercih olabilir ancak!

Ukrayna krizi derinleştikçe Batı’dan, Amerika ve Avrupa’dan Türkiye’ye gelen mesajlar da heyetler de pozitif anlamda yoğunlaşmaya başladı. 4 Nisan itibariyle Türkiye-Amerika arasında Stratejik Mekanizma geniş bir zeminde temaslarına başladı. İki tarafın açıklamaları Rusya-Ukrayna meselesinden Azerbaycan-Ermenistan, Suriye, İsrail vd. bölgesel konulara dair siyasi ve ekonomik ilişkileri, enerji güvenliği ve savunma işbirliği gibi konuları ihtiva edeceği gösteriyor. Fakat Batı sürekli bir biçimde Türkiye’ye karşı “dilek ve temenniler” modunda kalıp hemen hiçbir somut adım atmamayı teamül edinmekten vaz geçmedikçe bu yoğun temas ve mesajlardan hiçbir sonuç çıkmayacak. Batı, Türkiye’yi lejyoner veya ileri karakol gibi kullanamayacağını iyice idrak etmeli.

Türkiye’deki ekonomik darboğazın getirdiği zaafı derinleştirmek için F-35’lerden savunma sanayiindeki yaptırımlara, Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD’ye verilen desteğin çekilmesinden kimyasal katliam, yıkım ve işkencelere değin her türlü barbarlığı deruhte eden Esed rejimin geleceğine kadar somut adım atmadan, hak gaspları ve tehditlerden vaz geçmeden Amerika ve Avrupa “mavi boncuk stratejisi”yle Türkiye’yi tavlayabileceği hülyasıyla hareket ediyor. Bu yolun çıkmaz sokak olduğu hem söylem hem de eylem düzeyinde Türkiye tarafından güçlü bir biçimde ifade edilmelidir.

Peki, Türkiye Rusya-Ukrayna savaşında yüklendiği (nispeten) dengeli pozisyonu diğer bölgelerde de sürdürebiliyor mu? Örneğin İsrail’le ilişkilerde Mavi Marmara davasını kapatmanın hangi faziletini ve faydasını gördü ki şimdi de Cemal Kaşıkçı cinayet dosyasını kapatarak Suudi Arabistan’la benzer bir köprü kurmaya girişiyor. Her fırsatta “Türkiye çadır devleti değil, hukuk devletidir” demek hoş ve kolay. Peki, ama “ulusal çıkarlar putu, milli menfaatler kültü” namına Mavi Marmara dosyası gibi Cemal Kaşıkçı dosyası da diplomatik ilişki duvarında tuz buz edilirse varsayılan açılım ve atılımları ahlaki ve hukuki açıdan nasıl başarılı sayacağız?

Yeni Akit Gazetesi