Tüketen Toplum, Tükenen İnsanlık!

SİNAN ÖN

“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” (Tevfik Fikret)

Modern batı toplumunun temel taşlarından biri, Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım” sloganıdır. Günümüzün modern toplumu ise; “Tüketiyorum öyleyse varım” sloganı ile kendine yol çizmiş gözüküyor. Öyle ki, düşünmek dahi tüketimin bir nesnesidir artık!

Hızlı teknolojik gelişmelerle beraber toplumun tüketim alışkanlıkları da hızla değişir. Tüketim giderek etkin bir ilişki biçimine dönüşür ve sistemli bir etkinlik haline gelir. Nesne, hizmet ve malların çoğaltılması ile oluşan temin edebilme alışkanlığı, insanların ekolojisinde ciddi bir dönüşüme yol açar. İnsanlık çılgınlık ölçüsünde bir tüketim gerçeği ile karşı karşıyadır.

Bu gerçeğin en bariz sonucu, günümüz insanının tüketim nesneleri ile çepeçevre kuşatılmış olmasıdır. İnsanların gündelik alışverişlerini ihtiyaca göre değil yükselen bir değere, gündem olan moda mal ve hizmetlere göre belirlemesi, algılaması ve güdülemesi tüketimi bir var olma modu haline sokmuştur.

Üretimi asgari gider, maksimum kar amacına matuf bir araç olarak gören sistemde, bu çabanın karşılığı olan tüketim ise; kurgulanmış ve insanlara neyi, nasıl, nerede ve ne zaman tüketeceklerine ilişkin bilgiler veren bir sektör haline dönüşmüştür. Artık üretim değil tüketim üzerinden planlamalar yapılır, malların değişim ve kullanım değeri değil gösterge değeri öncelenir.

Tüketim toplumun ölçütleri arasında kitle iletişim araçları tarafından sunulan mesajlar önemli bir yer tutar. Haberler ister politik, tarihsel ister kültürel olsun günceldir ve görsel anlamda dramatiktir. Amacına uygun olmaktan çıkmış, göstergelere indirgenmiştir. Bize ulaşan imge, ileti, gösterge ne varsa geneli tüketime yöneliktir. Merak ile tüketim ilişkisini birleştiren medya, tüketim toplumunun davranış karekteristiğine göre hareket eder.

Tüketimin yeri gündelik yaşamdır. Ancak bu yaşam öyle bir hal almıştır ki; bireyin dünya umurunda değildir. Kitle iletişim araçları ile dünya algısı kurgulanan birey, dış dünyanın zalimliğini tersine çeviren samimi ve sıcak bir dünya ile karşı karşıyadır. Firavun’un sihirbazları iş başındadır.

Bu araç milyarlarca insanı edilgen, sorumsuz, umursamaz ve duyarsızlığının suçluluk duygusundan kurtarmanın konforlu aracıdır. Bir taraftan etik değerler diğer taraftan hazcı ahlak arasında ortaya çıkan çelişkiyi örten bir araç. Felaket haberleri ya da dış dünyanın vahşiliği, insan dışılığı kendi değerlerine daha sıkı bağlanmanın gerekçesi olarak sunulur.

Bu yüzden Halep duyarlı olunması gereken bir belde değil aynı akıbeti yaşamamak için çaba sarf edilmesi gereken kötü bir örnektir. Uzak durulması gereken insanlıktır!...

“Kayığımız dolu, yeni bir yolcu kabul edemeyiz, bu toplumların kaderi bunu yaşamak, onlarda bizim yaşadığımız acıları yaşamadan, tecrübelerden geçmeden bu tüketim toplumunun  üyesi olamazlar” denilmektedir bir nevi! Tevfik Fikret’in bahsettiği; “Yağma sofrası”nda yeni ortaklara yer yoktur! Bu yüzden mülteciler için yüksek duvarlar, ağır silahlı güvenlik önlemleri alınır!

Artık ölüm ve acı haber nakarat gibi tekrarlanır. Bu haberler insanlığa değil toplumun kollektif işlevine katkı verir. Tüketim toplumu; etrafı kuşatılmış, zengin ve tehlike altında bulunan kurtuluş yoludur. Bu aynı zamanda tüketim toplumunun ideolojisidir.

Bu toplumda bolluk savurganlıkla eşdeğerdir. Ancak gerçek bir bolluk ortamı olmadığı en ufak sarsıntıda hemen ortaya çıkar.Bolluğun önlenemeyen ilerleyişi ütopyasına karşı kıtlığın tehditkarlığı böyle zamanlarda kriz sebebidir. Hamburgeri elinden alınan çocuklar ile akıllı telefonları bozulan tüketim toplumu üyeleri kendilerini dipsiz bir kuyuda hissederler. Onlar için “Dünyanın sonu” tezleri daha bir anlamlı hale gelir.

Tüketim toplumu varolmak için nesnelere ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç aslında bir yokediştir. Bu zenginlik olarak algılanır. Bu yokediş asıl yokluğun habercisidir. Reklamlar bu zenginliğe işaret eder. “Arabanızı çarpın, gerisini sigorta halleder” ifadesi sahte zenginliğin yokeden ancak kapitalist sistemin kendini yeniden üreten sratejisidir...

Bu toplumun en önemli yanılsaması ihtiyaç üzerinden sağlanır. Jean Baudrillard bu olguyu “İhtiyaçlar üretim sisteminin meyvesidir” şeklinde özetler. İhtiyaçlar sistem tarafından yaratılmakta ve birbiri ile bağlantılandırılarak yeniden üretilmektedir.

“Tüketme haz duymadır” önermesi sistemin tüketiciye yüklediği doğrudan üretim işlevine yöneliktir. Haz duyma tüketim üzerinden geliştirilen ideolojik bir söylem ve anlamlandırma düzenidir.

Bu durum karşımıza “Boş zaman” kavramında da çıkar. Zaman aslında verimli bir ürün gibi boşa harcanmaması gereken değerli bir olgudur. Kullanılmayan zaman tüketimindir. Boş zaman sistem tarafından ne atıl bırakılır ne de özgür! Bu zaman çalışmanın karşıtı olarak algılanır ancak özgür bırakılmaz, yeniden üretim için dinlenme ve kazanım dönemi olarak değerlendirilir. Boş zaman tüketimin tüm cazibesi ile var olduğu alandır.

Modern öncesi toplumlarda insanların seyehat ve tatil için zaman ölçümü yoktur. Zamanı anlamlandıran bir isim yoktur, simgeseldir. Tüketim toplumunda ise “Anı yaşa” söylemi ile zaman tüketilmesi gereken bir olgudur. Bireyler kendi zamanlarını istedikleri gibi kullanamaz zaman parçalara ayrılır, tüketimi kolaylaştırılır.

Tüketim toplumunda birey ne kadar çok tüketirse o kadar çok saygınlık kazanır. Bu durum moda değeri olan ve hızla yenilenen malların tüketiminde prestije dönüşür. Böylece insanlar tüketim çılgınlığı içerisinde bir toplumsal ayrıcalık kazandıkları zannını taşırlar.

Kapitalist sistem tüketimi ilerleme ve mutluluk aracı olarak sunar. Bireyin tercihlerini çoğaltır. Tüketim üst gerçeklik olarak demokrasinin temel referansları ile örtüştürülür. Bu toplumun refah anlayışı, demokratik olarak özgür tüketim hakkına sahip olmaktır. Oysa bu günümüzün en büyük yanılsamasıdır.

Günlük alışverişten lüks tüketime, reklamlardan popüler kültüre, bireylerin dinlenme ve spor yapma biçimlerine varıncaya kadar tüm yönleri ile bir tüketim çılgınlığı yaşanır. Bu tüketim çeşitli araçlarla desteklenerek bireylere aktarıldığı için yaşanılanlar normaldir. Aşırı emek ve üretim baskısı insanların tüketim serbestisi ile kontrol edilir ve bununla kargaşa ve kaos önlenmek istenir. Zihinleri uyuşturulmuş tüketiciler, tüketme hazzı yaşatılarak sistemin yeniden üretimine gönüllü köle olarak kazandırılır. Bugünün en büyük problemlerinden biridir, farkına varılmayan gönüllü kölelik!

Tüketim toplumu aynı zamanda tüketimi öğretme ve insanları tüketime toplumsal bir biçimde alıştırma işlevi görür. Bu sistemin yeni ve özgül toplumsallaştırma aracıdır aynı zamanda! Yeni nesillere yeni tüketim alışkanlıkları kazandırılır. Fast food ve Mcdanolds kültürü, teknolojinin cazibesi ile pırıltılı bir hayat vaadedilir. Düşünmeyen ve hissetmeyen akıl ve kalp bu toplumun yaklaşan sonunun habercisidir. Bu toplumun kendine faydası yoktur, nasıl insanlığa faydası olsun?!...

Bu kültüre karşı bizim kurtuluşumuz değerlerimize sahip çıkmakla olabilir. Müslüman “ne eli sıkı olan ne de savurandır. Helal yolda kazanır, helal yolda harcar. Kardeşi ile dayanışır. Muhacire sahip çıkar. Yokluk ve savaş zamanlarında papara yapar, madımak yemeğini keşfeder, kara lahana ile sofrasını süsler, gerekirse karnına taş bağlar. Ancak zillete boyun eğmez. Bugün Halep’te yıllardır devam eden kuşatmaya, müstekbirlerin gücüne karşı direnmeye devam eden Müslümanlar işte bu bilinçlerini sayesinde ayaktadırlar. Ve ayakta kalmaya Allah’ın izni ile devam edeceklerdir. Bu sadece İslam’ın değil insanlığın kurtuluş umududur aynı zamanda. Hem Halep’li hem diğer müslümanların fedekarlığı ile küresel zalimler yenilecek inşaallah... Bunu dünyada göremesek bile Allah’ın bizlere vaadi budur ve “Allah vaadinden asla dönmez!”...