Tehlikeli Yalnızlık Kesmedi, İç Savaş İsteriz!

KENAN ALPAY

 

Yankee Go Home!” tarzı bir protesto peşinde filan değiller. Emperyalist hevesleri hiç dinmemiş kapitalist bir devletin başbakanını Türkiye’de görmekten asla rahatsız olmuş da değiller. Tek dertleri, biricik karın ağrıları “Erdoğan ve Davutoğlu’na seçim sürecinde bir destek ve iltifat olarak algılanabilir”den müteşekkil. Akademi ve medya âleminin entelektüel 100 karakteri her zaman olduğu gibi yine öfke ve düşmanlık ortak paydasında bir araya gelmiş ve bir bildiri müsveddesi karalamışlar bu sebeple.

Bu bildiriyi kaleme alanların ve temsil ettikleri siyasi-iktisadi sınıfların Almanya Başbakanı Merkel’in, Türkiye ziyaretinden mustarip olmalarının sebebi çok açık. Uzun zamandır propaganda ettikleri “tehlikeli yalnızlık” tezleri çoktan çökmeye yüz tutmuş durumda çünkü. “Profesyonel imzacılar şebekesi” hiç utanmadan sıkılmadan Merkel’in eteklerine tutuşup feryad figan edişlerinin sebebi şu: “AB’nin en önemli değerlerini çiğneyen siyasetçileri taltif etme ihtimalinizden dolayı akademisyenler olarak fevkalade rahatsızız.”. Meselenin günlük siyasal dile tercümesiyse şöyle: “Sayın Merkel, mülteciler krizi dolayısıyla AB’nin Türkiye karşısında sıkıştığını tescilleyecek bir görüntü vermek istemiyorsanız gelmeyin lütfen. Yok, eğer ille de gelecekseniz seçim öncesinde Erdoğan ve Davutoğlu’nu bir güzel haşlayın, fena halde hırpalayın ve itibarsızlaştıracak birkaç sıkı hamle yapın ki hep birlikte elimiz güçlensin!”.

Tabasbus Kokan Bildiriler

Bu bildirinin tek başına hiçbir anlam ve önemi yok şüphesiz. Ne bildiriyi kaleme alanların ne de bildiride dile getirilen taleplerin başlı başına bir itibarı var. Ancak bu tip bildiriler dönemsel olarak siyaseti belirli bir çerçeveye hapsetmek üzere işlev görüyorlar. Bildiri de profesyonel bildiriciler de meşru siyasete karşı sürdürülen gayrı meşru savaşın bir parçası.

2010 sonrasında siyaseti rehin tutma ve toplumsal iradeyi ipotek altına alma hırsı bürokratik oligarşinin klasik aktörlerinden çıkarıldı. Fakat bu sefer de liberal-paralel bloğun tehdit ve tuzaklarıyla karşı karşıya kalındı. Üstelik de AK Parti hükümetlerini, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nu tasfiye edebilmek amacıyla hem Kemalist cepheyi hem de PKK-HDP cephesini reorganize ederek sahaya sürmeye soyundular. İş o noktaya vardı ki Esed rejiminin bekasına da İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki işgaline de hatta Rusya’nın bu bölgeye yönelik askeri yığınaklarına da bu amaca matuf olarak sevindiler, alkış tuttular ve destek verdiler.

Dikkat çekici bir biçimde Rusya ve İran destekli Esed rejiminin Suriye’de giriştiği katliamlarda olduğu gibi Türkiye’ye sığınan mültecilerden de bu mültecilerin bir kısmının dramatik bir biçimde Avrupa’ya kaçış süreçlerinden de hep bir siyasal çizgi sorumlu tutuldu ve suçlandı. Türkiye’deki çirkin ittifak sadece 5 yıldır diplomatik mizansenler sergileyen AB ve ABD’yi değil İran ve Rusya’yla beraber Esed rejimini de koruyup kollayan tek bir hedefe kilitlenmişti. Suriye’yi Esed rejimine mahkûm ve mecbur tutanlar seçimlerden zaferle çıkan Erdoğan ve Davutoğlu’nu meşru siyasal kanalların dışında tasfiye etmek üzere seferber olmuşlardı. Rojava-Kobani devrim hayalleri üzerinden Çözüm Süreci'nin çöküşüne bu kadar çanak tutuşları da bu sebeple hiç şaşırtıcı değildi.

Barış Savaşçıları İnatçı Olur

Artık “Vur gerilla vur, Kürdistan’ı kur!” sloganları sadece PKK-HDP kadrolarını değil TÜSİAD sermayesi tarafından beslenen liberal-sol-Kemalist çevreleri de heyecanlandırıyordu. Sermaye, statü, şöhret, saltanat sahipleri devrimci proleterya mücadelesi verircesine Erdoğan-Davutoğlu düşmanlığında militanlaşmışlardı. PKK-HDP çizgisi üzerinden sadece Kürdistan’ı değil Türkiye’yi hatta bütün bir bölgeyi seküler-Batı ittifakının bendesi yapabilme ümidi çok güçlenmiş ve tavan yapmıştı.

Siyaset ve toplumu AB kriterlerine uyumlu hale getirmek için Avrupa’dan gelecek müfettişler yerine PKK’nın eylemleri, HDP’nin provokasyonları çoktan devreye sokulmuştu bile. “Türkiye İran olmayacak.” resti hoş bir nostaljiye dönüşmüş ve P5+1’le varılan anlaşma sonrasında bütün imkânlar açıkça “Suriye İran Olacak” mottosuna endekslenmişti. Bu suretle İran, hem Kemalist-laik nefretin şeytanlaştırdığı karanlık bir odak olmaktan hem de Fethullah Gülen örgütünün iktidarı devirmek üzere yürüttüğü “Acem Uşakları” operasyonunun bir parçası olarak lanse edilmekten usulca çıkarılmıştı.

Hükümet, ‘sıfır komşu’yla sonuçlanan diplomatik iflas ve içeride despotizm, kamplaşma ve nihayet iç savaş şeklinde tehlikeli bir gidişatın sorumlusu ilan edilirken, sandıklarda istenen sonuç bir türlü elde edilemiyordu. AK Partisiz bir çözüm bir türlü üretilemiyordu. PKK, devrimci halk savaşı ve özyönetim ilan ettiğine hiç memnun kalmadı. Tek taraflı ateşkesin sebebini hemen herkes biliyor ki örgütün stratejisi çöktü. Ankara’daki bombalı katliamla istenen kaotik atmosfer de inşa edilemedi.

Zor oyunu bozunca, bir hanım eş başkan çıkıp iktidara Kandil’in ateşkes çağrısına olumlu bir cevap verme ricasında bulundu ve “Barışa bir şans tanıyın.” dedi. Diğer eş genel başkan da AKP gibi davranırsak kesinlikle iç savaş çıkar. Saldırı ne kadar ağır olursa olsun HDP olarak iç savaşa biz izin vermiyoruz, bizim duruşumuz dengeyi sağlıyor.” dedi. Ne mutlu bize ki muhalefet liderleri kan ve gözyaşıyla siyasetin dizayn edilmesine kesinlikle müsaade etmiyorlar. Bu sebeple Erdoğan ve Davutoğlu ne kadar çırpınırsa çırpınsın o çok arzuladıkları iç savaş çıkarmaya muvaffak olamayacaklar! Ciddiyim bak, espri yapmıyorum.

Yeni Akit