Taşların kıpırdaması için...

Yıldız Ramazanoğlu

12 Eylül 1980 ihtilali olduğunda Kenan Evren'in her zaman övündüğü gibi halkın içinde önemli bir kesim "eline sağlık paşam!" demişti.

Gerçekten de her gün gençlerin birbirini öldürdüğü ideolojik savaş bir anda bitmiş, sabah uyandığımızda huzurlu bir ülkede buluvermiştik kendimizi. Az sayıda insan fısıltıyla "Nasıl oldu da akan kan bir gecede durdu, bunun darbeden başka bir yolu yok muydu?" diye soruyordu.

Şimdi referandumda önümüze konulan önemli anayasa değişikliklerini reddederken mevcut Anayasa halk tarafından % 92 oyla kabul edildi, dolayısıyla halkın kabul ettiği bir metin var önümüzde diyenler bile var, bütün gerçeklerin gözler önüne serildiği şu günlerde bile.

Oysa insanların büyük çoğunluğu içeriğini asla bilmeden, askeri vesayet artık sona ersin de normalleşme süreci başlasın, bir daha kan ve gözyaşı olmasın diye sandığa gitmişti. Yüzeyde siyah-beyaz devlet televizyonundan kahramanlık marşları eşliğinde ülkenin nasıl kurtarıldığı efsanesi akıp giderken, derinde her kesimden insan kıyıma uğruyordu. Hem de yüz binlerce insan. Eşit ve adil davranılmaya çalışıldığı doğru. Mevcut sistemi, darbeyi tartışmak isteyen, itirazı olan, yeni bir toplumsal sözleşme talebinde bulunan, düşünen, konuşan herkes şiddet yoluyla eziliyordu. Hüseyin Kurumahmutoğlu Mamak'ta takke giydiği ve namaz kıldığı gerekçesiyle başı radyatörlere vurularak öldürülürken, CHP Mardin Milletvekili Ahmet Türk Diyarbakır'da insanlık dışı şiddete maruz kalmıştı. Diyarbakır Cezaevi'ni, insanların suçlamaların derecesine göre kat kat tasnif edilip cezalandırıldığı Dante'nin cehennemine benzeten Selim Çürükkaya, başına gelenlerin özetle "biz Kürt değiliz, Türk'üz" demeleri için olduğunu söylüyor. Aslında insanların suçlu olup olmaması bile o kadar önemsiz bir ayrıntıydı ki, aranan bir öğretmen yerine götürülen av. Hüseyin Yıldırım yanlışlıkla tutuklanıp tanınmaz hale gelene kadar on bir ay işkenceye tabi tutulabiliyordu. Tahliye kararı açıklandığı halde, tahliye edilmesi unutulup aylarca fazladan kalan insanlar. Yani mesele emsaller üzerinden halkın gözdağı, terör ve şiddetle sindirilmesinden ibaretti. Mevcut Anayasa bu durumun tescili için yapıldı.

Hiç sivil anayasamız olmadı. Aslında demokrasi varmış gibi davranılıp halkın iradesine geçit verilmemesi haline o kadar alışıldı ki kimileri belli periyotlarla insanların bir hizaya getirilmesine ve bunun yol açtığı zihin tembelliğine düçar oldu. Gücün yanında yer almanın nimetleri de eklenince asker-bürokrat bir elitin her konuda gereğini düşünüp topluma nizam vermesinin en elverişli durum olduğuna inanmaya başladılar. Seçimlerden baskıları içine sindirenler ve statükonun yılmaz savunucusu olanlar galip çıkarsa ne âlâ. Öyle ki bu zihniyetteki insanlar özgürlüklerden yana bir konuda ikna olma noktasına gelseler, bundan ürküyorlar ve biri bizi durdursun, süzgeçten geçirsin, frenlesin diye hemen sistem elitlerine teslim olmak istiyorlar. Bu ülkede kendi zihinlerinin açılmasından, önyargılardan kurtulmaktan, başkalarını dinlemekten, toplumsal taleplere kıymet vermekten korkan insanlar var. Bazı yakınlarımdan biliyorum, sivil anayasa kavramı bile sanki kontrolsüz bir alana açılıyormuşuz gibi endişe yaratıyor. Toplumsal uzlaşma sözleşme kavramları tehlikeli suları çağrıştırıyor. Ne uzlaşacakmışız, her şey tanımlanmış, yerli yerine konmuş, bunu kabul eden kalır, etmeyen gider görüşündeler. Konuşmayı, insana emek vermeyi, herkesle eşit olmayı sindiremediklerinden her problemde "ordu göreve" diyen insanlar. Oyları "hayır" olanların çoğu bu hissiyatın içinde.

BDP'nin boykot çağrısı ise vesayetin bir başka boyutu. Bu çağrı tabanındaki insanların yaşadığı bütün acılara rağmen partinin yeni bir yol açılmasına, en azından önemli bazı taşların yerinden kıpırdamasına geçit vermemesi manasına geliyor ki çok düşündürücü. Bütün Türkiye'yi yani Türkleri de ilgilendiren bir düzenlemeye karşı takınılan umursamaz tavır, evrensel anlamda siyasetten çok dar bir etnik siyasetin tercihine işaret ediyor.

Ahmet Türk'e göre boykot baskısı olmasa, Kürtlerin önünde evet hayır tercihi olsa hepsi evet diyecek. Kuzey Irak'ta on beş günde bir yayımlanan Warvîn dergisine konuşan İsmail Beşikçi BDP'nin mükemmel bir anayasa düşündüğünü söylüyor. "Peki bu meclis aritmetiğinde herkesin onayladığı böyle bir anayasa mümkün mü? Bunu kiminle yapacaksınız? Konuşmayı bile kabul etmeyen CHP ve MHP var bir kere. Bu durumda Kürtler referanduma "evet" oyu vermeli, aksi halde kaybeden taraf olurlar." diyor. Dicle Üniversitesi'nde kamu hukuku hocası olan Vahap Coşkun da ortada bir anayasa değişikliği teklifi var, beğeniyorsanız evet, beğenmiyorsanız hayır dersiniz olur biter diyor, kendisinin evet diyeceğini belirterek.

Değişikliklerin yeterli olmadığını Başbakan'ın kendisi de söylüyor zaten. Eskisine göre bireysel ve toplumsal özgürlük alanı, etkin başvuru ve hak arama yolları genişliyor, askeri yargı alanı daralıyor ve komutanlara yargı yolu açılıyor, yargı sisteminde önemli demokratik değişiklikler gerçekleşiyor. On yıllar boyunca insana duyarsız taş kalpli anayasada taş kıpırdatılamayan bir ülkede hiç kimse bunları küçümseyemez.

"Yetmez ama evet!" diyenlerin söylediğine katılmamak mümkün mü? "Bu anayasanın tamamen değişmesi gerektiğini, anayasal vatandaşlık, örgütlenme özgürlüğü, seçim barajı, anayasanın ırkçı, milliyetçi ve cinsiyetçi söylemden tamamen arındırılması gerektiğini biliyoruz. Ancak bunu yapmanın yolu, hiçbir maddesi şu an var olan anayasadan daha kötü olmayan bu anayasa değişikliği paketine 'hayır' demek değil, 13 Eylül günü, bu toplumun, 'bu ülkede anayasayı sadece darbeciler değil, ben de değiştirebilirim' güvenine sahip olarak daha fazlasını istemek üzere işe koyulabilmek". Yargı oligarşisi ortadan kaldırılmadan sivil, demokratik, özgürlükçü bir anayasaya ulaşmak imkânsız.

Türkiye solunun vesayet sisteminin sürmesi yönünde kenetlenmesi ibretle izlenecek bir tablo. Ülkemizde ne yazık ki sol bir alternatif olmadığının kanıtı. İyi niyetle anayasanın genel ruhunun değişmediğini, darbe anayasasının bertaraf edilemediğini ileri sürerek olumsuz tavır alan EMEP gibi sol gruplar da var. Oysa herkes biliyor ki yeni bir anayasa ihtiyacı sonlanmayacak evet demekle. Sadece halkın iradesi üzerindeki ipotekte derin bir çatlak oluşacak. İnsanların hayatlarını iyileştirecek reformları mücadeleyi zayıflatacak teselliler olarak görmek ne kadar doğru? Açık bir şekilde yeni bir anayasa yapılabilmesinin önü açılacak ve hayır! denirse şayet, ağır demir kapı üzerimize bir kez daha kapanacak belirsiz bir tarihe kadar. Paketin her kıpırtıyı bastıran Anayasa Mahkemesi'nden geçiş koşulları unutulmamalı. Bu fırsatı heba etmenin vebali çok büyük olacak.

ZAMAN