Suriye’ye olası operasyon ve değişen dengeler

M. HASİP YOKUŞ

2010 yılında Tunus’ta Muhammed Buazizi kendini yaktığında sanırım hiç kimse Buazizi’nin bedenini saran alevlerin tüm Ortadoğu’ya sıçrayacak bir yangının ilk kıvılcımı olacağını tahmin etmiyordu. Televizyon ekranlarından gelişmeleri yorumlayan kelli felli siyaset ve toplum bilimcileri özetle: “iletişim imkânlarının arttığı bir çağda batılı hemcinslerinin tüketim alışkanlıklarına tanık olan gençler yaşadıkları mahrumiyete isyan ediyor” minvalinde tezler ileri sürüyordu. Tezlerini savunmak için başvurdukları sihirli sözcük tüketim, tüm olup bitenlerin ismi ise internet devrimi idi.

Domino misali Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’de başlayan hadiseler ve sokağa çıkan insanların talepleri belirginleştiğinde olayların Suriye’ye de sıçrayacağını tahmin etmek güç değildi. Çünkü sokağa çıkan insanlar haysiyet ve onur savaşı veriyordu ve Suriye’de de on yıllardır Baas diktatörlüğü her türlü insanlık dışı yöntemlere başvurarak halkının onur ve haysiyetini ayaklar altına almıştı. Asayiş ve muhaberatın keyfi ve hukuk tanımaz yöntemleriyle, Seydnaya ve Tedmür başta olmak üzere gizli ve açık birçok işkence merkezinde halka yapılan zulmün haddi hesabı yoktu. Ortadoğu intifadaları işte böylesine bir muameleye tabi tutulan mazlum ama onurlu insanlar için bir kurtuluş umudu olmuştu.

Yıllarca korkaklıkla, keyfine düşkün olmakla, gayretsiz olmakla suçlanan bu insanlar bir umut kıvılcımı gördüğü anda tüm imkânsızlıklarına rağmen sadece Allaha güvenip dayanarak Esed’e, İran’a, Rusya’ya ve ABD’ye karşı destansı bir direniş ortaya koydu.

Der’a’da olaylar başladığında Kürtlerin en ön safta bu direnişe katılacakları beklenirdi. Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında dağılmış olan Kürtler içerisinde en çok hak mahrumiyeti yaşayan kesim Suriye Kürtleri olmuştur. Suriye intifadası başladığı dönemde Suriye’de üç yüz bin civarında Kürt ecnebi (yabancı) statüsünde yaşıyordu. Bunlar kamu dairelerinde çalışamıyor, mülk satın alamıyor, eğitim ve sağlık imkânlarından yararlanamıyordu.

Yanlış anlaşılmasın elbette birçok Suriyeli Kürt değişik muhalif gruplar içerisinde bu direnişe destek verdi. Sözüm, PKK’nin Suriye kolu olan PYD’ye dir.

‘Kantonlar’ diye isimlendirdiği Afrin, Kobani ve Cezire’de tek bir mermi sıkmadan, İran’ın gözetim ve denetiminde danışıklı bir devir teslim neticesinde yönetime geldi. Aynı şekilde İran’ın teşvik ve yönlendirmeleri neticesinde 2015 yılında Rusya’nın denkleme dâhil olmasıyla rüzgâr yeniden Esed lehine esmeye başladı. İşte tam da bu süreçte PKK, muhaliflere en büyük desteği veren Türkiye’de çözüm sürecini bitirerek hendek olaylarını başlattı.

Suriye sahasında ikinci kırılma, zücaciye dükkânına giren fil misali şaibeli bir şekilde DAİŞ’in ortaya çıkmasıydı. ABD ve başka bazı batılı ülkelerin “ışid karşıtı koalisyon” şemsiyesi altında PYD’ye lojistik destek sağlamaları, Türkiye’yi kendisi için tehlikeli olabilecek daha farklı senaryolar için de gerekli tedbirleri almaya sevk etti. Olayların başından itibaren muhaliflere bazı lojistik imkânlar sağlamakla yetinen Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla artık fiili olarak Suriye sahasına inmiş oldu.

Tüm bu kronolojiyi ve olayların perde gerisini bilmeden Suriye’de oluşan bu tablonun sağlıklı bir şekilde tahlilini yapmak mümkün değil.

PYD’yi Suriye denkleminin kilit aktörü durumuna getiren saikler nelerdi?

Zira, Kürtlerin Suriye’deki varlığı yeni değil. Ayrıca bu insanların Baas rejimi altında maruz kaldıkları gayrı insani muamele de bilinen bir husustu. On yıllardır bu insanların yaşadıkları zulmü ve hak ihlallerini görmezden gelen Batı’nın birden bire alevlenen PYD aşkını iyi niyetle izah etmek mümkün mü?

PYD’nin Batı nezdinde cazip bir partnere dönüşmesinde iki ihtimal akla geliyor:

Birincisi, Bölgede PYD’nin seküler bir güç olarak ilgi çekmesi.

İkincisi, Irak tecrübesinden de istifadeyle bölgeyi etnik ve mezhepsel temelde bölerek sorunları içinden çıkılmaz bir hale getirilmek istenmesi.

Tüm eksik ve zaaflı yönlerine rağmen Türkiye başından itibaren Ortadoğu intifadalarının tümünde olduğu gibi Suriye hadisesinde de doğru bir yerde durdu. Zulme karşı direnen halktan yana tavır alması her türlü takdir ve övgüyü hak ediyor.

ABD ve NATO’nun ileri karakolu olmak dışında bir vizyonu olmayan Kemalist Cumhuriyetin son yüz yıllık politikalarıyla kıyaslandığında; eksik ve zaaflı yönlerine rağmen AK Parti hükümetinin kendi bağımsız politikalarını hayata geçirme niyet ve çabası bile tek başına desteklenmesi, cesaretlendirilmesi ve takdir edilmesi gereken bir husustur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 23 Mayıs günü “güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölgeler oluşturmak için başlattığımız çalışmaların eksik kalan kısımlarıyla ilgili yeni adımları da atmaya başlıyoruz” diyerek yeni bir operasyon sinyali verdi. Yapılması planlanan operasyonun zamanı ve kapsamı hakkında bilgi sahibi değiliz ama gerek Türkiye içerisinde, gerekse Irak ve Suriye sahasında PKK’ye karşı yürüttüğü operasyonlar haklı ve meşrudur. Ancak, milliyetçiliği yükseltmeden, Kürt karşıtlığı havasına büründürmeden ve PYD’den arındırılan bölgelerde yönetimi devrettiği muhaliflerin hukuk dışı uygulamalarına müsaade etmeden bunu yapmalıdır.