Suriyede riskli iki senaryo

Abdulhamit Bilici

Suriye'deki krizin, gün geçtikçe 1990'larda Bosna'da yaşanan katliama benzediğine dair yorumların artması hayra alamet değil. Zira dünyanın 3 yıl seyirci kaldığı o kriz, 250 bin insanın canına mal olmuş ve hâlâ sarılamayan yaralara yol açmıştı.

Nitekim İstanbul'da 83 ülkenin katılımıyla gerçekleşen Suriye Halkının Dostları toplantısında konuşan Bosna-Hersek Dışişleri Bakanı Zlatko Lagumdzija'nın uluslararası toplumun Bosna'daki hatasını Suriye'de tekrar etmemesi çağrısı anlamlıydı.

Keşke Boşnak bakanın çağrısı geleceğe dönük bir ikaz olsaydı. Maalesef Bosna'dan hatırladığımız vahşi olaylar dünyanın gözü önünde aylardır Suriye'de yaşanıyor. Üstelik orada başka bir dine mensup Sırpların sergilediği vahşeti, Baas rejimi dindaşlarına yapıyor: Şehirler bombalanıyor; keskin nişancılarla kuş gibi avlanıyor; hastanelerde bile işkence yapılıyor; camilere saldırılıyor; bir savaş halinde bile izin verilen Kızılay veya Kızılhaç gibi yardım kurumlarına geçit verilmiyor.

Yine Bosna'da olduğu gibi Suriye'de de etkin tedbir alma noktasında dünya bölünmüş halde. Sadece küresel güçler değil, İran ve Türkiye gibi bölgesel güçler de farklı kutuplarda siyaset izliyor. Bosna'da; Almanya, Fransa ve İngiltere'nin farklı taraflardan yana siyaseti gibi. Böyle bir manzaranın her ülke için zorlukları var ancak uzun bir ortak sınır paylaşması, ahlaki sorumlulukları, tarihi ve akrabalık bağları ile çıkarları gereği bu kriz, Türkiye için çok daha büyük önem arz ediyor. Ciddi riskler ve fırsatlar taşıyor.

Türk yetkililerin yanı sıra Batı'dan ve Doğu'dan İstanbul'daki toplantıya katılan isimler ile Arap dünyasından ve Suriye muhalefetinden kişilerle yaptığım görüşmeler, kendini soruna hayli angaje eden Türkiye'nin Suriye siyasetinde birbirinden riskli iki açmazla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Son dönemde bölgeye yönelik dış politikaya hakim olan özgüvenin de etkisiyle verilen mesajların, Arap kamuoyunda ve Suriye halkında Türkiye'nin daha aktif olması yönünde bir beklenti doğurduğu aşikar.

Özgür Suriye Ordusu'nun silahlandırılmasından sınır yakınında bir tampon bölge oluşturulmasına, kuşatma altındaki şehirlere yardım koridorları açılmasından tek yanlı silahlı müdahaleye kadar bir beklenti listesi söz konusu. Halbuki muhtemel bir müdahalede Türkiye ile hareket etmesi beklenen Avrupa ülkeleri ve ABD ise çok rahat. Hatta bazıları Türkiye'nin agresif bir politika izlediği kanaatinde.

Özellikle dünyanın bölünmüşlüğü ve Suriye halkının yanında yer alan ülkelerin aktif tavır almadaki isteksizliği göz önüne alınırsa, Türkiye önündeki iki riski daha fazla hesaba katmalı. Bu risklerin kaynağı ise bölgedeki beklentilerle Suriye Halkının Dostları grubunun yaklaşımları arasındaki zıt iki eğilim.

Şayet Türkiye, Ortadoğu genelinde ve Suriye'de kendisiyle ilgili beklentileri karşılayacak adımlar atmaz veya atamazsa son dönemde yükselen liderlik imajı zedelenecek. Arzu edilenden daha pasif tutumu, beklentilerin yüksekliği oranında hayal kırıklığına yol açacak, belki geleceğe dair umutlara da zarar verecek. Daha düne kadar Türkiye'yi yere göğe sığdıramayan kimi Arap medyası, Ankara'yı hafife alan yayınlara yavaş yavaş başladı bile.

Türkiye, şayet bu eleştirilerden kurtulup bölgedeki imajı için daha aktif bir politika izlerse, diyelim tek yanlı bir müdahaleye girişirse bu kez onlarca farklı bubi tuzağıyla ve farklı bir propaganda ile karşı karşıya kalacak. Müslüman'a silah çekmek durumuna düşmekten sahada Baas'a destek veren güçlerle karşı karşıya gelmeye; mezhepsel kavganın içine çekilmekten PKK tuzaklarına ve Esed'in elindeki füzelere muhatap olmaya; geleceği belirsiz bir sürece girmekten büyük ekonomik bedeller ödemeye kadar birçok risk. Türkiye'yi bu role davet eden Arap medyası ve Arap siyasetçiler, muhtemelen ilk günden Arab'ın Arab'a yaptığını unutup "Osmanlı geri mi dönüyor?" demeye başlayacak. Çoktandır İran medyası, Türkiye'nin akan kanı durdurma çabasını, bölgede Batı'nın çıkarlarına alet olmak diye yaftalıyor. Sadece dışarıda değil, iç politikada da bu yolda yaşanacak başarısızlığı değerlendirmek isteyenler çıkacaktır.

Her iki senaryonun da Türkiye'nin bölgede artan etkisinden rahatsız olan yerel ve küresel güçlere uygun malzeme taşıdığını unutmadan Ankara'nın çok soğukkanlı bir siyaset izlemesi şart.

Tam da Suriye politikasındaki riskleri yazarken düşünce kuruluşu USAK'ın bu krize dair raporunun ulaşması ilginç oldu. Konuyu izleyen herkesin dikkatle okuması gereken bu rapordan bir cümle: "Türkiye, Suriye konusunda kararlı ama temkini elden bırakmadan, tek başına müdahil olmaktan ya da ateşe itilmekten sakınmalıdır."

ZAMAN