Suriye Politikasını Tutarsızlıkla Eleştirenler Kimler?

RIDVAN KAYA

Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik tartışmaların yoğunlaştığı bir süreçte gelişen Cerablus operasyonu üzerinden Suriye politikasını tartışanların neyi savunup, neye karşı çıktığını okumak mümkün olabilir.

Türkiye ordusunun Cerablus’u elinde bulunduran IŞİD’e karşı harekete geçip Suriye içinde operasyon yapması üzerine muhtelif tepkiler gündeme geldi. Kim ne diyor diye baktığımızda, bu tepki sahiplerinin bir kısmının şimdi sergiledikleri tavırlarla Suriye meselesinde bugüne kadar ortaya koydukları tavırlar arasında çelişik yaklaşımlar olduğu görülmekte. Bugüne kadar iktidarı her fırsatta Suriye konusunda tutarsız ve yanlış politikalar izlemekle suçlayanların şimdi ne söylediğine bakmakta fayda var.

Önce iktidara yakın duran, yakın gözükenlerden başlayalım. Bu cenahta sıkça “aman Suriye’den uzak duralım, burası bizim için bir tuzak” sözünü çokça duyduk değil mi? Bugünlerde bu “aman uzak duralımcı” zevatın kahramanlık türküleri ile meşgul olduğunu görüyoruz. Demek ki neymiş, uzak durmak her zaman mümkün olmayabiliyormuş! Hatta tam tersine kimi durumlarda müdahil olmak zorunluluk arz edebiliyormuş!

CHP ve ulusal-Kemalist cephenin de enteresan bir şekilde Cerablus müdahalesini alkışladığını görüyoruz. Hatta aynı çevrelerden “IŞİD’le Suriye içinde mücadele yetmez, her yerde savaşalım” falan türünden laflar da duyuyoruz. Hani ulusal sınırlar, egemenlik hakları, yurtta sulh vs. lakırdıları? Beş yıldır kesintisiz sürdürülen bu tezvirat nereye gitti?

“Ama efendim IŞİD gibi canavar bir örgüte karşı savaşmayalım da ne yapalım?” dediğinizi duyar gibiyiz! O zaman tekrar soralım: IŞİD’in yaptığı canavarlık da, IŞİD’in yaptığının onlarca, yüzlerce katını yapan Esed’in yaptığı ne? Eğer hedef insan hayatı, şerefi, güvenliği ise, Esed’in vahşi katliamları karşısında sessiz, tavırsız kalmayı savunmayı insanlıkla, vicdanla, hukukla nasıl bağdaştırabiliyorsunuz?   

PKK-HDP çevreleri bu mevzuda diğerlerine nazaran biraz daha tutarlı gözükebiliyorlar. Onlar kendi kazanımlarına tehdit oluşturacağı gerekçesiyle Türkiye’nin her türlü müdahalesine doğrudan karşı çıkıyorlar. Ama bu asla adil olduklarını göstermiyor!

Kobani gündemini hatırlayalım. Sınırı açmakla yetinmeyip, “Kürt güçleri” diye tanımlayarak PYD’ye her türlü lojistik desteği vermesine rağmen, ki bu politikanın ne kadar büyük bir basiretsizlik olduğu bugün ayan beyan ortaya çıkmıştır, Türkiye’nin yaptıklarını yeterli bulmuyor ve ısrarla savaşa kendi lehlerine doğrudan taraf olunmasını istiyorlardı. IŞİD’e karşı mücadele etmenin bir insanlık görevi olduğunu falan söylüyorlardı. Şimdi aynı güruh emperyal güçlerin desteğiyle kendilerini epeyce bir palazlanmış hissettiklerinden “ne işi var Türkiye’nin Suriye’de?” diye mızmızlanıyorlar. 

Herkes inancının gereğini yapıyor!

İşin doğrusu tüm bunları söylerken ne Türk milliyetçilerini, ne Kürt milliyetçilerini, ne Kemalist ulusalcıları ne de solcuları özü itibariyle büyük bir çelişki içinde görmediğimizi de hatırlatalım. İşin aslı şu ki, herkes kendi ideolojik pozisyonuna göre tavır alıyor. Herkes kendisine yakın gördüğünü koruma, sahiplenme kaygısıyla ve düşman olarak gördüğünün de ezilmesi mantığıyla tabloya bakıyor.

Buradan bakınca bir Kemalistin Esed’den rahatsız olmasını ya da Kürt milliyetçisinin PYD’nin zayıflamasını istemesini, beynini ve kalbini ulusal sınırlar içine hapsetmiş birinin Suriyeli mazlumların acısını hissetmesini beklemek zaten mantıklı bir şey olmaz. Bu tür cahili yaklaşımların sahiplerinde fıtri olarak bulunan insani, vicdani, ahlaki hisleri ise tedrici bir biçimde törpülediği, imha ettiği biliniyor.

Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak; tutarsızlıkla suçlanan, fiyaskoyla eleştirilen iktidarın Suriye politikasıyla ilgili olarak aslında herkesin kendi zaviyesinden konuya yaklaştığını ve siyasi pozisyonunu tahkim etme adına gelişmeleri yorumladığına dikkat çekmek istiyoruz. Yani tutarsızlık ya da fiyasko tanımlaması elde edilen verilerden yola çıkarak ulaşılmış bir sonuç olmaktan çok, herkesin kendi siyasi-ideolojik konumlanışını takviye sadedinde dillendirdiği bir yaklaşım olmanın ötesine geçmiyor.

Bunu test etmek zor da değil. En başa giderek “Suriye konusunda kim dün ne demiş, bugün hangi pozisyonda” diye bakılırsa, aslında pek kimsenin tutum falan değiştirmediğini, neredeyse herkesin başta savunduğu tezi döne döne tekrarladığını görmek mümkün olacaktır.

Bu noktada belki bizi en fazla ilgilendirmesi gerekenler ise zaten açıktan şebbihalık yapanlar, emperyalistlerin kuyruğuna takılanlar değil, dost görünenlerin, güya İslami kaygılarla hareket ettiklerini iddia edenlerin oluşturduğu kirlilik ve kafa karışıklığıdır.

Asgari düzeyde de olsa, bir ahlaki seviye bulunmalı değil mi?

İslami camia dahilinde yer almasına rağmen, başından beri Suriye meselesine hak ve adalet ölçüleriyle bakmakta acziyete düşmüş kimi siyasetçilerin, yazarların, sivil toplum kuruluşlarının bugünlerde çıkıp “haklı çıktık”, “biz demiştik” tafraları satmaları olsa olsa sahih ölçülerden ne kadar uzak kaldıklarının bir göstergesi olabilir. Bu zevat içinde asgari bir ahlak seviyesine dahi sahip olamayanları görmek ise şüphesiz sadece acı değil, aynı zamanda utanç vericidir.

Nitekim bunların bazısı leş kargası gibi davranmaktan çekinmemekte, ağırlaştığını gördükleri bedeli hiç utanmadan Davutoğlu’na fatura etmekten söz edebilmektedirler. Müslüman kimliklerine rağmen rahatlıkla yalan söyleyebilen, iftira atabilen, eleştirirken bile korkak ve sinsice tavırlar takınan böylesi şahsiyet yoksunları için ne söylenebilir ki! Her yazısına, her cümlesine adeta muska takarcasına, ilgili ilgisiz her vesileyle Erdoğan övgüleri iliştiren bir yaklaşım tarzının samimiyetine, dürüstlüğüne kim inanır ki!

Düşünün ki, Müslüman olma iddianıza rağmen iktidarın Suriye politikasına ilişkin olarak hiçbir İslami ölçüyü dikkate almayan yaklaşımlar serdedeceksiniz! Yetmeyecek, eleştirirken dahi tutarlı ve dürüst davranamayacaksınız! “Emevi Camiinde namaz kılacağız” sözünün kime ait olduğunu gayet iyi bilmenize rağmen, sahibine methiyeler düzüp, bu söz üzerinden Ahmet Davutoğlu’nu hırpalamaya, aslında bu da değil,  gözden düştüğü düşünülen Ahmet Davutoğlu’nu hırpalama görüntüsü altında göze girmeye çalışacaksınız! Tüm bu sefil yaklaşımlarınızdan hicab duymamak mümkün mü?  

İktidar sahiplerine yaranma, yakın durma telaşıyla sözü eğip bükenler de, ABD’nin ya da Rusya’nın emrinde ikbal arayanlar da, insanlık düşmanı şebbihalar da bilsinler ki, bütün güç, kudret, mülk Alemlerin Rabbi olan Allahu Teala’ya aittir. Ve O’nun izniyle müminler tüm yeryüzünde olduğu gibi Emevi Camii’nde de Rablerinin huzurunda durma kararlılığından asla vazgeçmeyeceklerdir.