Suriye, kendine yardım et!

Abdulhamit Bilici

Hama'dan gelen katliam haberleri çok üzücüydü. Hele yanı başımızdaki bir katliam karşısında çaresiz kalmak daha kötü bir duyguydu.

Normal şartlarda, 700 bin nüfuslu bir şehrin, kendi güvenlik güçleri tarafından hem de kutsal bir günde tank ve topla saldırıya uğraması insan aklının alamayacağı bir hadise. Ancak 1970'te iktidarı zorla ele geçirdiği günden bu yana Suriye'yi yöneten Baas rejiminin geçmişini bilenler için bu, pek şaşırtıcı değildi.

Çok değil, 30 yıl önce aynı rejim, aynı şehri en kötü düşmanına bile yapılmayacak şekilde, çoluk çocuk; yaşlı kadın ayrımı yapmadan tank ve toplarla ateşe tutup dümdüz etmişti. Hama katliamı diye hafızalara kaydedilen ve maalesef dünyanın o zaman da seyirci kaldığı bu hadisede hayatını kaybedenlerin sayısı, bugün hâlâ 20 ila 30 bin gibi yuvarlak rakamlarla ifade ediliyor. Zira bu insanlık suçunun işlenmesinde emri veren ve yerine getirenler bilinmesine rağmen bugüne kadar hesabı sorulmuş değil.

Böyle karanlık arka plandan bakınca, arefe günü şafak vakti dört koldan şehre tanklarla giren birliklerin Hama'da yaptıkları, insana çok yabancı gelmiyor. Suriye Milli İnsan Hakları Örgütü'ne göre, tanklardan çevreye rastgele açılan ateşle 130 kişi hayatını kaybetti. Cesetlerin toplanamadığı, operasyon öncesi elektriği ve suyu da kesilen şehirdeki hastanelerin yaralılarla dolup taştığı gelen haberler arasındaydı.

Arap Baharı hesapları altüst etmeden önce, tüm iyi niyetiyle Suriye ile ilişkileri geliştirmeye odaklanan ve hatta Ortadoğu siyasetinde bu ülkeyi temele koyan Türkiye'nin yaşadığı hayal kırıklığı bir yana, gelişmeler karşısında tek başına yapacakları da sınırlı görünüyor.

Gerçi birçok ülke, 4 aydır süren olayları izlemekle yetinirken Erdoğan, yapılan bu katliamlarda başrol oynayan Beşşar'ın kardeşi Mahir Esed'in görevden alınmasını istemiş ve "Yeni Hama'lar istemiyoruz" diye Şam yönetimini uyarmıştı. Ama Hama'da yaşananlar, mesajın pek alınmadığını veya Şam'ın farklı bir strateji izlemekte olduğunu gösteriyor.

Bu durumda Cumhurbaşkanı Gül'ün, dün yaptığı, "Ramazan ayına daha kanlı ortamda girilmesi asla kabul edilebilecek ve sessiz kalınabilecek gelişme değil.'' ikazı veya Davutoğlu'nun, "Başta Hama olmak üzere bütün Suriye'de, bütün Ortadoğu'da sivillerin hayatlarını kaybetmesine yol açan saldırılar derhal durdurulmalı." uyarısının etkisi de tartışmalı.

Rejimin geçmiş karnesini dikkate alarak, daha acı olayların yaşanması ihtimaline karşı bazı hususları yeniden düşünmekte fayda var.

Bir, Türkiye'nin, teröre desteğini kestikten sonra Şam ile ilişki kurup; 'komşularla sıfır problem' politikası gereği ilişkilerini maksimuma taşıması doğruydu. Ortadoğu'yu sarsan tsunami karşısında birçok ülke gibi Türkiye'nin hesabının şaşması da doğal. Erdoğan, gecikmeden Baas rejiminin yaptıklarına tavır alarak bölge halkları ve dünya kamuoyu nezdinde ülkemize yakışanı yaptı. Ama olaylar öncesi bu ülkeyle çok yakın ilişkileri ve bölgede artan etkinliği nedeniyle Türkiye'den beklentilerin arttığı ve üstesinden gelemezsek bunun imajımıza zarar vereceği aşikar.

İki, Suriye'deki kriz, zor iç dengeleri ve uluslararası toplumun bakışı açısından 20 yıl önceki Bosna trajedisini çağrıştırıyor. Orada, Sırpların elindeki devlet gücü, hazırlıksız diğer toplum grubu olan Boşnaklara karşı kullanılmıştı. Katliama müdahale, 200 binden fazla insanın kaybından sonra yapılabildi. Ülke hâlâ normale dönmüş değil. Son 4 ayda Suriye'de 1.700 insan öldürülmüş; 3 bin insan kaybolmuş; 26 bin insan tutuklanıp işkenceden geçirilmiş olmasına rağmen Çin ve Rusya'nın tutumu nedeniyle BM bir kınama kararı bile alabilmiş değil. Bosna konusunda Batı içinde yaşanan bölünme, kötü Libya tecrübesinin de etkisiyle Suriye'de dünya çapında yaşanıyor. Bu tablo, Baas rejiminin sigortası gibi.

Üç, rejimin diğer sigortası da Lübnan'dan Filistin'e; İran'dan Irak'a; Kürt meselesinden Şii eksenine uzanan çok boyutlu Suriye'de Beşşar sonrasının öngörülemeyişi. Hama'da yaşananlara rağmen ABD'nin ve Türkiye'nin hâlâ Beşşar'a 'çekil' dememesi de galiba bununla ilgili ve gösterilerin Şam ve Halep'e yayılarak büyümesini önleyen faktör de bu.

Bu gerçek bizi dördüncü noktaya getiriyor. O da Baas rejiminden rahatsızsa, şiddet dışı her yöntemi kullanarak Suriye halkının, Tahrir Meydanı'ndaki Mısırlılar gibi kendi göbeğini ancak kendi eliyle keseceğinin farkına varması. Hama'yı tahrik ederek muhalefeti 'fundamentalist' göstermeye çalışan rejimin aksine daha çok sivil eylem yapması; farklı renkleriyle dışarıdaki muhalefetin daha iyi örgütlenmesi; Baas sonrası Suriye'ye dair görüşlerini daha iyi anlatması; dünyadan önce Arap kamuoyunun desteğinin alınması... Hama'daki görüntüler üzerine Londra, İstanbul, Kahire ve New York'ta meydanların neden dolmadığını düşünmeli muhalefet. Kaddafi'ye bakışın değişmesinde, BM'deki Libyalı diplomatların istifası etkili olmuştu. Suriye'de örneği var mı? Bunlar başarılamıyorsa, değişim ne kadar hak edilmiş olur ve tabansız, sırf dıştan dayatılacak çözüm neye yarar?

ZAMAN