İdlib Atme’de sakin seyreden günlerimiz; sabah erken kalkıp at binmeyi öğrenmek, öğlen sıcağında eve çekilip kitap okumak, kızların arapça çalışmalar yapması (arapça çizgi film izlemek, kelime çalışmak, komşu çocuklarla çat pat konuşarak oyunlar oynamak) ikindi sonrası yürüyüş ve gözlemlerle devam ederken, bir dua düşüyor kalbime. Buralara gelmemizi nasib eden Rabbimizden bize nice güzellikleri kolaylaştırmasını, iyi kimselerle bizi karşılaştırmasını ve hiç ummadığımız, hesaplamadığımız, planlamadığımız hayırlarla bizi rızıklandırmasını istiyorum. “Muhakkak ki O dilediğini hesapsız rızıklandırır.”
4 Ağustos sabahı, sakin geçen on günün ardından yoğun bir programın içinde buluveriyoruz kendimizi. İdlib merkezden Lazkiye’ye doğru yola çıkıyoruz…
Buralara dair zihnimde ve kalbimde hiçbir şey canlanmıyor. Lazkiye’nin deniz sahili ve zalim Esed ailesinin memleketi olduğunu bilmek dışında belki birkaç küçük malumat daha toplayabilirim zihnimde.
Türkmen Dağı’ndan geçeceğimiz söylenince yıllar önce oralarda olan direnişe dair medyaya yansıyan az sayıda haberden aklımda kalanları hatırlamaya çabalıyorum.
İdlib’in kuru sıcağından sonra boğucu ve nemli bir hava karşılıyor bizi. Buna bir de zorlu ve sık virajlı Türkmen Dağı yolları eklenince neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Nefes almak gittikçe zorlaşırken yolun bir an önce bitmesini istiyoruz.
Oysa bir bilsek; bizi hızlıca arabayla geçmenin böylesine sarstığı bu dağlar hangi direnişlere şahit oldu. Bir bilsek; aylarca, yıllarca buraları teslim etmemek için kaç yiğit can verdi? Kaç anne-baba evlatsız, kaç çocuk babasız, kaç kadın eşsiz kaldı? Dağlara yaptıkları tünellerde mücahitler günlerce ne yiyip-içti, nasıl nefes aldı, hangi hayallere daldı?
Henüz bunların hiç birini bilmemenin verdiği bir büyük boşlukla incelerken dağları; yer yer tamamen yanmış simsiyah, kimi zaman isten ve ateşin etkisinden turuncuya dönmüş ve kimi zaman da bunların hemen yanı başında ama yemyeşil, yeşilliğine ve canlılığına hiçbir zarar gelmemiş ağaç kümeleriyle karşılaşıyoruz. Buralar, İdlib’in kuraklığının aksine oldukça yeşil; Karadeniz’deki dağları andırıyor. Ama yaklaşık bir ay önce çıkartılan çok büyük bir yangın sebebiyle Türkmen Dağı farklı renklere bürünmüş.
Buralara dair bilgimin azlığına rağmen, yine de nasıl olup da Türkmen Dağı’nı zihnimde küçük bir bölge olarak hayal etmişim, şaşırıyorum. Oysa yolculuğumuzun devamındaki günlerde de daha ayrıntılı göreceğimiz üzere çok geniş bir bölgeye bu ad verilmiş.
Dağ yolu boyunca sağlam kalmış bir ev bile göremiyoruz. Her biri birbirinden oldukça uzak, dağların tepesindeki bu evlerin nasıl olup da bu kadar yıkıma uğradığına şaşırırken bu duruma sadece bombaların değil, cam-çerçeve, kapı, elektrik kabloları, buldukları her şeyi yağmalayıp evleri iskelete çeviren eski rejimin eşkıya askerlerinin sebep olduğunu öğreniyoruz.
Türkmenlerin yaşadığı bu dağ bölgelerine Bayır, sahil kısmına ise Bucak deniliyor. Bayır-Bucak Türkmenleri olarak da anılan kardeşlerimizin dağ tarafında yani Bayır kısmında olanları, zalimlerin yoğun bombardıman ve yerlerinden etme şeklindeki zulümlerine maruz kalmışlar. Bucak adı verilen sahil kısmındaki kardeşlerimiz ise ciddi bir muhasara, bulundukları bölgelerden çıkarılmama, dinlerinden uzaklaştırılıp dünyayla bağları koparılma ve her türlü maddi-manevi imkânsızlıklarla zulmün bir başka şiddetli çeşidini yaşamışlar.
Zalim Esed rejimi, halkının bir kısmını yıllarca hapishanelerdeki pres makinelerinde ezerken diğer bir kısmını da hapishane dışında başka bir şekilde pres makinelerinden geçirmiş. Sadece Şam. Hama, Humus, Halep değil, çok iyi bilinmese de Alevilerin yoğunlukta olduğu Lazkiye’de bu zulümden fazlasıyla etkilenmiş. Esed ve en yakın çevresi rahat bir hayat yaşarken kendileri dışındakilere hiçbir hayat hakkı tanımamışlar.
Savaş öncesi var olan sıkıntılar savaş zamanı katlanarak artmış ve arkasında uzunca bir süre devam edecek derin etkiler bırakmış. Lazkiye’de bulunduğumuz iki günlük kısa bir sürede bile etkilerini biraz olsun hissettiğimiz bu zulümler; durup dinlesek her biri düştüğü yeri yakacak ayrı bir hikâye. Ama biz, böyle hikâyelerden çok bu şiddetli sıcakta -elektriklerin olmaması sebebiyle- içemediğimiz soğuk sular yerine içimizi daha da fazla serinletecek güzel hikâyelere şahitlik ediyoruz.
İlk ziyaret yerimiz Buruc el İslam bölgesinde dikkat çekici mimarisiyle iki katlı bir anaokulu. Rejimin zalim askerleri ve yönetiminin buralardan kaçıp giderken terk ettikleri bu binanın kısa sürede hazırlanıp anaokulu faaliyetlerine çoktan başlamış olmasına oldukça şaşırıyoruz. Türkmence ve Arapça karışık karşılama sözleriyle içeri girerken, yıllarca her yönüyle mahrum bırakıldıkları özgürlüğün sevincini kardeşlerimizin gözlerinde görmenin bizleri bir yandan mutlu ederken bir yandan tüm yorgunluğumuzu alıp götürdüğünü hissediyorum.
Sabahın ilk saatlerinde okul binasının ortasına yerleştirilmiş hoparlörden tüm sınıflara küçük bir çocuğun sesiyle “ezkaru-s sabah” Peygamberimiz (sav)’in sabah zikirleri dalga dalga yayılıyor. Tertemiz kalp ve zihinlerin günün başlangıcında Allah’ın zikriyle kıpır kıpır olan dilleri, gözlerimin yaşarması, içimin umut dolması ve dilimden dualar dökülmesi için bir büyük sebep. Bu güzel yavruların sadece Allah’ın adının yükseltilmesi için çabalayan güzel mü’minler olması, bu mekânların ve bütün mekânlarımızın her türlü fitneden uzak ihlasla çalıştığımız yerler olması için dualar düşüyor gönlüme.
Şimdiden 430 öğrenci, 57 öğretmen ve çalışanı içerisinde toplayan bu anaokulunda her bir öğretmen yüzlerindeki tebessüm ve ışıltıyla sınıflarını tanıtıyorlar bizlere.
Ellerindeki imkânları zorlayarak hazırladıklarını tahmin edebildiğimiz samimi ve mütevazı sofralarında Türk ve Arap usulü kahvaltımızı ettikten sonra –öğretmen ve üniversite öğrencisi kardeşlerimizle hasbihal etmek için- birkaç kez tekrar uğrayacağımız bu yere şimdilik veda ediyoruz.
Çalışmaların başındaki abimiz ve ailesi, yetim iki yeğeni ve gönüllülük çalışmalarında bulunan genç kardeşlerimizle beraber yetim buluşmasına doğru giderken, Lazkiye’de henüz yeni başlamış bu faaliyetlerin biraz gerisine gidelim.
Türkmen Dağlarında, savaşın ilk yıllarında, cihadın, bombardımanın yoğun yaşandığı yerlerde, çadırlarda başlayan bir ilim mücadelesi bu… İlim ve cihadın birbirinden ayrılmayan bir bütün olduğunun, en zor şartlarda bile samimi niyetlerle nice güzelliklere öncülük edilebileceğinin, birkaç kişinin attığı tohumun, omuzlarında hissettiği sorumluluğun Rabbimizin yardımı ve bereketiyle büyüyerek birçok bölgede nasıl yeşereceğinin hikâyesi…
Önce Türkmen dağlarında çadırlarda başlamış kardeşlerimizin ilim çalışmaları; bombardımana, yerlerinden edilmelerine ve her türlü zorlu dağ şartlarına rağmen. Daha sonra Suriye’nin birçok yerinden göçlerin artmasıyla, Türkiye ve Suriye sınırındaki çadır kentlerde devam etmiş. Çadır kent ders halkaları projesiyle 50 çadır okulda Kur’an öğretimi, okuma yazma dersleri ve birçok çalışma yapılmış. Yayladağı’ndan İdlib’in kırsal bölgelerine uzanan yetim çalışmaları; yetimlere verilen aylık yardımlar, onlarla beraber yapılan geziler, yetimleri her türlü çalışmaların içine aktif olarak katmak ve sonunda onlar için açılan okullarla büyümüş.
Türkiye’den Rahmet Derneği çatısı altında adlarını bilmediğimiz birçok kardeşimizin destekleriyle ve Siraç Derneği’nin ortak çalışmalarıyla önce 2022’de Zof Kampında üç katlı bir okul ve sonra 2023’de Hırbetül Cevz’de büyük bir okul kompleksi eğitime başlamış.
Çadır kentlerde yapılan eğitim çalışmalarında seçilen öğrencilerin okuduğu bu okullardan Rahmet Okulu’nda çoğunluğunu yetimlerin oluşturduğu yaklaşık 1000 öğrenci eğitim görüyor. Bilgisayar ve resim odaları ile farklı kabiliyetlerdeki öğrencilere özel olarak da eğitim verilmesi amaçlanan okulun en dikkat çeken özelliklerinden biri, psikolojik destek ve rehberlik hizmetlerinin aktif olarak bulunması.
Öğretmenleri her yönden geliştirmek için onlara yapılan özel eğitimlerle de gün geçtikçe okulun ve eğitimin kalitesi artırılmaya devam ediyor.
Yaklaşık on yıldır çadırlarda başlayıp okul binaları ve farklı hizmetlerle edinilen bu tecrübelerin özgürlüğüne yeni kavuşmuş Lazkiye ve daha nice bölgeler için birçok güzelliğe dönüşeceğini umut ediyoruz. Lazkiye’de başlamış olan yeni çalışmaları daha ayrıntılı görmek ve gönüllü kardeşlerimizle birçok konuda muhabbet edip karşılıklı tecrübe paylaşımlarına daha fazla vakit ayırabilmek için Türkiye sınırına yakın olan bu okulları ziyareti daha sonraya erteliyoruz.
Yapılan çalışmaları bir yandan görerek bir yandan ayrıntılarını dinleyerek şahit olduğumuz bu sürecin arkasında birçok gizli kahraman olduğunu düşünüyorum, tıpkı Türkmen Dağlarını gezerken adlarını bilmediğimiz nice kahramanın canlarını vermesiyle bu toprakların özgürleştiğini içimde gezen bir sızıyla hissettiğim gibi. “Benim Rabbim asla unutmaz ve yanılmaz” ayeti sık sık dilime geliyor, kardeşlerimizle yaptığımız konuşmalarda. Onlara bir kardeşleri olarak; niyetlerimizi halis tutmaya çalışmayı, ara ara yeniden niyetlerimizi yenilemeyi, henüz ilk defa karşılaştıkları bu çalışmalarda önemli olanın önde-arkada olmak, hoca ya da talebe, kamera önünde veya arkasında olmak değil, küçük-büyük hangi iş olursa olsun Allah için yapmak olduğunu hatırlatıyorum, bir yandan kendi içime de seslenerek.
İki gün boyunca yapılan çalışmaları yerinde görmek, birçok kardeşimizle tanışıp sohbet etmek, Türkmen Dağı’nın bir kısmına tekrar çıkıp geri dönmeye başlayan aileleri ziyaret etmek; sıcak ve nemli havaya, çocuklarla yapılan yolculuğun zorluğuna ve programın yoğunluğuna rağmen unutamayacağım günlerden olarak zihnime ve kalbime işleniyor.
Buraları sadece anlatım olarak dinlesem kesinlikle yeterince anlayıp hissedemeyeceğimi düşünüyorum.
Dağı gözümde canlandırabilmek için o yolculuk, yıllardır elektriksiz kalmış kardeşlerimi az da olsa anlayabilmek için 40 derecelik sıcaklarda içilen soğumamış sular ve vantilatörün çalışamadığı evler gerekliydi…
Rahat ve konforlu mekânlardan çıkıp bir iki saatlik konuşma yaparak ayrılan, buralarda en azından birkaç gün aynı şartlarda yaşamayan kimselerin ne kardeşlerini gerçekten anlayabileceğini ve ne de buralardaki kardeşlerimizin gönlünde derin bir etki bırakabileceğini düşünüyorum.
Rabbimiz’den bizi yolunda hizmetkarlar kılmasını, gittiğimiz yerlere umut, iman ve ihlas taşımayı, yaşadıklarımızdan ve her bir kardeşimizden en güzel öğütleri alıp heybemizi hayırlarla doldurmayı nasib etmesini isteriz.
Lazkiye’deki gözlemlerimizin ayrıntılarına bir sonraki yazımızda devam etmeye çalışacağız inşallah.