Sultan Abdülâziz intihar mı etti, öldürüldü mü?

Ferdi Haymana / Adapazarı; “Sultan Abdülaziz öldü mü, öldürüldü mü?”

* Daha önce görevden aldığı Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve Mütercim Rüşdi Paşa, önce Padişah’ı tahttan indirmek üzere bir ihtilâl tezgâhladılar…
Tezgâhladıkları ihtilâli “olgunlaştırmak” için de müthiş bir propagandaya başladılar. Karışıklıklar çıkardılar. Amaç, Padişah’ı gözden düşürmekti.
Zamanın geldiğine inandıkları gün, Mekteb-i Harbiye’nin (Harp Okulu) üçyüz öğrencisini kandırıp silahlandırarak sokağa döktüler. Bunlarla ve Taşkışla'dan gelen taburlarla Dolmabahçe Sarayı’nı kuşattılar. Donanmaya mensup bazı zırhlılar ise deniz tarafını kontrol altına almıştı. Bu olaylar sonunda Sultan Abdülâziz tahttan indirildi (30 Mayıs 1876). Bir kayıkla Topkapı Sarayı’na götürüp, Sultan Üçüncü Selim’in vaktiyle şehit edildiği odaya hapsettiler. Sonra Fer'iyye Sarayı’na nakledildi.
Yerine Beşinci Murad tahta geçirildi. Fakat ileri derecede hastaydı. Aldığı sorumluluğu taşıyamıyor, gün gün hastalığı artıyordu. Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve kafadarları korkmaya başlamışlardı. Zira her geçen gün halk Sultan Abdülâziz’i özlüyordu. Neden tahttan indirildiğine dair sorular ve homurdanmalar başlamıştı.
İhtilâlcileri, karşı ihtilâl korkusu sardı. Sultan Abdülâziz bir şekilde tekrar tahta geçecek olursa halleri haraptı. Hunhar bir plân yaptılar. Abdülâziz’i öldüreceklerdi.
Hüseyin Avni Paşa kiralık katil bulmakta hiç zorlanmadı: Bunlardan birincisi Sultan Abdülaziz’in İkinci Mabeyincisi Fahri Bey’di. Ekmeğini yediği efendisine ihanet etmiş, Hüseyin Avni Paşa’nın casusluğuna kurulmuştu.
Diğerleri de zaten Sultan Abdülaziz’in beslemeleriydi. Cezayirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan (Bunlar Beşinci Murad’ın şehzadeliğinde hizmetinde bulunmuşlardı).
Feriye Sarayı Muhafız Taburu Komutanı Binbaşı Necip Bey, muavini, Kolağası Ali Efendi, Kızlarağası Süleyman Ağa, yardımcıları Reyhan ve Rakım Ağa’lar da “yardımcı katilliğe” getirilmişlerdi! Hepsi iri-kıyım insanlardı. Pehlivan padişahı, pehlivan katillere öldürteceklerdi.
4 Haziran 1876 günüydü. Saat dokuzu gösteriyordu. Padişah Kur’an okuyordu. Yusuf suresine gelmişti. Katiller sessizce Sultan Abdülaziz’in kapısına sokuldular. Reyhan ve Rakım Ağa’ları kapıda nöbetçi kaldı. Eski Padişah’ın İkinci Mabeyincisi Fahri Bey izin alıp odaya girdi. Sultan Abdülaziz Fer’iye Sarayı’na getirildiğinden beri, Fahri Bey, özel hizmetine bakıyor, daha doğrusu Hüseyin Avni Paşa’ya dakika dakika Padişah’ın yaptıklarını rapor etmek üzere yakınında bulunuyordu. Önce hal hatır sordu. “Hamd olsun Yüce Rabbime” diye cevap verdi Padişah, “beterin beteri vardır.”
Gözleri kapıya kayınca, Cezayirli Mustafa Pehlivan’la Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş’u fark etti. Durumu kavradı. Rengi attı. Fakat bir şey söylemesine fırsat kalmadan, üçü bir anda odaya dalıp bastırdılar. O sırada Boyabatlı ve diğerleri de odaya girdiler.
Boyabatlı ile Cezayirli, padişahı dizlerine oturtup çırpınmasını önlemeye çalıştılar. Fakat Padişah çok güçlüydü. Zapt edemiyorlardı.
Fahri Bey, Sultan Abdülaziz’in kollarını arkadan tuttu. Yozgatlı Mustafa Pehlivan ise keskin bir hançerle padişahın bileklerini kesmeye başladı. Olaya intihar süsü vereceklerdi.
Ama hiçbir intiharda iki bilek birden kesilemez. Bilekleri kesilen eski Padişah, İkinci Mabeyinci Fahri Bey’e son kez bakıp mırıldandı: “Şu kestirmeye kıydığın eller, iki gün önce sana kıymetli bir sedef tesbih hediye etmemiş miydi?”
Kaderin hükmüne bakınız ki, baş katili Fahri Bey’i, kahveci çıraklığından almış, ikinci mabeyincilik gibi sarayın en yüksek görevlerinden birine kadar yükseltmişti. Damarlarında ileri geri işleyen hançer derinlere daldığı zaman eski Padişah dayanamadı. Acıyla inledi: “Aman Allah’ım!”
Canı, kanıyla birlikte oluk oluk damarlarından akıp gitti. Katiller korku dolu gözlerle son nefesini vermek üzere olan koca Padişah’a baktılar.
Sonra pencereden bahçeye çıktılar. Kaçtılar. Kapıya bırakılan nöbetçiler de işin bittiğini anlayınca sıvıştı. Koridora derin bir sessizlik hâkim oldu.
Neden sonra Padişah’ın odasının önünden geçen saray hizmetkârlarından Arzıniyaz Kalfa odadan hırıltılar geldiğini duydu. Kapıyı zorladı, ama içerden sürgülenmişti. Bağırmaya başladı. Koşup gelenler, kapıyı kırarak odaya girdiler. Şimdi saat tam dokuzu otuz altı geçiyordu. Sultan Abdülaziz’in kanlar içinde vücuduyla karşılaştılar. (Arzıniyaz Kalfa şu ilginç ayrıntıyı veriyor: “Sultan kanlar içindeydi. Sultanın yanıbaşında Kur’an-ı Kerim açıktı. Saldırı esnasında Sultan, Yusuf Suresi’ni okuyordu”).
Henüz ölmemişti. Fakat Hüseyin Avni Paşa’nın kesin talimatını önceden almış olan bazı subaylar, son çırpınışlarla titreyen vücudunu, kanları aka aka ve âdeta sürükleye sürükleye saray karakolunun kahve ocağına taşıdılar. Bir sedire uzattılar. Hâlâ sağ olan eski Padişah’ı kurtarmak için kıllarını bile kıpırdatmıyorlardı.
Ancak öldüğünden emin olduktan sonra doktorlar çağrıldı. Resmî bir rapor düzenlendi ve ilân edildi: “Sultan Abdülâziz intihar ederek hayatına son vermiştir.”
Ama daha sonra Sultan II. Abdülhamid’in isteği üzerine kurulan “Yıldız Mahkemesi” hâkimleri böyle düşünmeyecek, delillerin ışığında katilleri mahküm edecektir.
Yargılanmak üzere İzmir’den alınıp İstanbul’a getirilen Mithat Paşa’nın ifadesi ilginçtir: “Yayınlanan raporu okudum. Merhumun (Sultan Abdülaziz’in) intihar ettiğine pek ihtimal vermedim. Ama diğer vekiller (bakanlar) ses çıkarmadığı için ben de sustum.”
Vicdanlardaki mahkümiyet ebedidir ve asıl korkunç olan vicdanlarda mahküm olmaktır.
Abdülaziz’in mezarı Çemberlitaş’ta Sultan Mahmud türbesindedir.

VAKİT