Sözün Bittiği Sahil

MUSTAFA SİEL

Sözün Bittiği Yerler

Eskiden bir takım trajik olaylar yazılı yada görsel olarak gündeme getirilip sözün bittiği yer diye fiyakalı başlıklar atılarak, trajik olay trajediye dönüştürülmeye çalışılırdı malum medyaca.

Trajik olarak gündeme getirilen olayların bir kısmı gerçekten trajik iken, bazıları bir takım amaçlarla trajik hale getirilmeye çalışılan sıradan olaylar olurdu.

Elbette geçmişte Cezayir’de, yakınlarda Bosna’da ve Ruanda’da yaşanan katliamlar tam birer trajedi, buraları sözün bittiği yerler idi. Gel görki egemenler ve yerli uşakları bu trajedileri hep görmezden gelmeye ve uyduruk trajedi iddialarıyla sözün bittiği yerlerin gerçeklerini gizlemeye çalıştılar hep.

Nitekim en yakında Türkiye’de (muhtemelen kazaen) gerçekleşen Berkin Elvan’ın ölümünden trajedi çıkarmakta hala ısrar edenler, Suriye’de en vahşi işkencelerle ve varil bombalarıyla katledilen binlerce çocuğu bir kez dahi görmedikleri gibi, 6-8 Ekim Kobani bahaneli olaylarda vahşice katledilen Yasin Börü’yü de görmediler.

Sahile Vuran Çocuk Cesedi Değil, İnsanlığın Cesedi

Elbette gördüğümüz fotoğraf sadece sahile vuran bir çocuk cesedi değil, aslında tüm insanlığı cesedi. Zira bir kısmının fail, bir kısmının destekçi, bir kısmının görmezden gelmeci, bir kısmının vurdum duymazcı, bir kısmının da önlemek için gerekli çabayı göstermemesi nedeniyle ortaya çıktı bu fotoğraf ve çok önemli.

Bu nedenle sözün bittiği yer deyiminden hareketle, sözün bittiği sahil demek güncel ve doğru bir yaklaşım bence. Lakin keşke fotoğrafın arkasında kalan acı gerçekler sadece bundan ibaret olsaydı, keşke sözün bittiği yer sadece bu sahil olsaydı.

Suriye 5 Yıldır Her Gün Defalarca Söz Bitiyor

5. yıla giren Ortadoğu intifadası sürecini yaşayan memleketler ve özellikle Suriye sözün bittiği yer olmaktan çıkıp, adeta her gün sözün defalarca bittiği bir yer haline gelmiş durumda.

Sahile vuran Suriyeli bir göçmen ailenin çocuğunun cesedinin resmi, sadece trajedinin fark edilebilmesi için duyarlılık oluşturabilecek farklı bir perspektiften daha büyük bir anlam taşımıyor ve yaşanan trajedinin en hafif tezahürlerinden biri sadece. Zira boğularak ölmek, Suriye’de işkence ve açlıkla katledilmenin yanında kolay bir ölüm şekli olarak kalıyor aslında.

Suriye’de 5 yıldır bu görüntüyle kıyaslanamayacak derecede korkunç görüntüler çok çok fazla, görüntüsü olmayan acı gerçekler ise bunlardan kat ve kat fazla ama, batı ve yerli uşakları tüm bunları görmemek için ellerinden geleni yaptılar bu gün kadar.

Mesela 2 yıl önce ortaya çıkan ve Birleşmiş Milletlerce doğrulu teyit edilen 55 bin işkence fotoğrafında açlık ve işkence ile katledildiği bariz olarak görülen 11 bin kişinin trajedisini. Hadi yetişkinleri geçtik, bu fotoğrafların arasında bulunan açlık ve işkence ile katledilmiş kadın ve çocuk fotoğraflarını bile hiç gündemlerine almadılar.

Yine Mart 2011’de Suriye intifadasının başlamasına vesile olan Deraa’da duvarlara Esed aleyhinde slogan yazdıkları için işkence ile öldürülen çocukların 1 yıl kadar önce işkence izleri bariz şekilde üzerlerinde görülen (bir tanesinin cinsel organı koparılmış haldeydi) fotoğraflarını da es geçtiler.

Timsah Gözyaşları Bile Dökemeyenler

Bodrumda sahile vuran çocuk cesedinin fotoğrafı, batı ve yerli uşaklarından bazılarında suçüstü yakalanmış olmanın paniğiyle timsah gözyaşı dökülmesi mesabesinde tepkilere neden olurken, bazıları yine hiç tınmadılar bile.

Timsah gözyaşı dökenlerden özellikle yerli batı uşakları, bu trajediyi de Erdoğan’a bir gol daha atmak için önlerine gelen altın vuruş imkanı olarak kullanıp, suçu Erdoğan’a atma alçaklığı fırsatını kaçırmadılar yine.

Şu işe bakın, bu çocuğun ölümünün esas faili Esed suçsuz, bu ölümlere engel olmayan ve kapılarını mültecilere açmayan batılılar suçsuz; bu ölümleri engellemeye çalışan ve Türkiye’nin kapılarını sonuna kadar mültecilere açan Erdoğan tek suçlu.

Doğrusu hak, adalet, vicdan denen şeylerin zerresi kalmamış bu batı aşığı uşaklarda. Sahile vuran çocuk cesedi görüntüsüne verdikleri tepkilere baktığımızda, batılılar bile bu uşakları kadar insafsız ve vicdansız değil görünüyor. Bu uşaklar efendilerden daha şedit, efendilerinin çıkarlarını korumada ve İslam düşmanlığında.

Mazlumun Kanı Üzerinden Zalimi Aklama Alçaklığı

Bir zamanlar kalıplarına bakıp ta Müslüman ve adam sandığımız bazıları var ki, önlerine çıkan her fırsatta olduğu gibi bu trajedi üzerinden de zalimi aklayıp, mazluma kol kanat olmayanlara alçakça saldırıyorlar.

Bu trajedinin tek müsebbibi olan Esed rejimini destekleyip, mazlumlara kol kanat germeye çalışan Erdoğan’a saldırmak ancak kudurmuş köpek sendromu ile izah edilebilir ve bu tiplere fazla yaklaşmak bulaşıcı olabileceğinden tehlikeli olabilir.

Tecavüzcüyü değil tecavüzden kurtulmaya çalışanı ve ona yardım etmeye çalışanı suçlamak anlamına gelen bu tavırlar, sağdan soldan, İslamcısından Marksist’inden kimden gelirse gelsin, kusturacak derecede iğrenç tavırlardır.

Suç Batının mı?

İyi niyetli de olsa bazıları da tüm suçu batının üzerine atıp zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkıveriyorlar. İslam coğrafyasında son iki yüz yıldır gerçekleşen fesadın esas müsebbibinin batı olduğu açık. Lakin it itliğini puşt puştluğunu yapacağına göre, batıdan insanlık beklemek ne derece doğru bir tavır olur.

Batıyı suçlayıp durmak ve onlardan medet ummak hem kendimizi inkar, hem de boş bir uğraşı. Tıpkı sahte ilahlardan medet uman müşriklerin açmazı gibi bir açmaz aslında.

Asıl suçlu öncelikle içimizdeki batı aşığı uşaklar ile, nefsinin hevasına uymak, mezhebi ve meşrebi ilah edinmek gibi sebeplerle batı ve uşaklarıyla beraber hareket eden münafık ve hainler.

Birde bunlardan olmamakla beraber, üzerine düşen görevleri savsaklayan ve yeterli gayreti göstermeyen İslamcılar. Yani bizlerde kendimizi bu açıdan mutlaka sorgulamak durumundayız.

Vicdanımız mı Kurudu Yoksa?

Her şey gözlerimizin önünde oluyor, öyle Ruanda gibi uzak beldelerde 20 yıl öncelerde bile değil, şimdi hemen her an ve hemen yanı başımızda. Memleketimizde birilerinin adeta hayatlarının vazgeçilmezlerinden olarak gördüğü plajlarımıza vuruyor artık cansız çocuk bedenleri.

Bir zamanlar bizim çocuklarımız gibi cıvıl cıvıl, cennet neşesiyle yaşayan çocukların boğulmuş cesetleri vuruyor, hayatı çalışmak ve tatil olarak görenlerin çırılçıplak bedenlerin keyifle serildiği kumlar üzerine.

O fotoğraftaki çocuğu görünce hemen kendi çocukları yada torunları aklına gelip yüreği coz etmeyen bir kişinin, bırak İslamcılığı ve Müslümanlığı, insanlığı bile sorunlu değil midir?

Ne Zaman Uyanacağız, Katil Kapımıza Dayanınca mı?

Gel gör ki herkeste dehşetli bir deprem sarsıntısı oluşturması gereken bu fotoğraflar bile insanların çoğunun yüreğinde bir kıpırtı bile oluşturmuyor, bu olayı sözün bittiği yer olarak görmesine vesile olmuyor.

Acının yüreğimizi yakması için ille de evimize uğraması mı gerekiyor? Tüm insanlar insanlık yönünden bir iken, değil sahillerimize vuran, sınır komşumuzda katledilen çocuklar, dünyanın bize en uzak kesiminde, hiç tanımadığımız mazlumlar acıları bizden farklı mı yaşarlar?

O çocuklar ve aileleri bir zamanlar tıpkı bizim durumumuzda değiller miydiler? Bir gün birileri bizim kapımıza dayanıp canlarımızı, kızlarımızı ve kadınlarımızı, çocuklarımızı almaya başlayınca mı aklımız başımıza gelecek?

Bir İnsanın Öldürülmesi Tüm İnsanlığın Öldürülmesi İse

5.Maide Suresi 32. ayette Yüce Allah haksız yere bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibidir, kimde ona hayat verirse tüm insanlığa hayat vermiş gibidir buyuruyor.

Elbette sahile vuran çocuk cesedi, tüm insanlığını öldürülmesi ile eş anlamlı bir kare. Ama keşke sadece sahile vuran bir çocuk bedeninden ibaret olsaydı yaşanan bu acılar.

Suriye’de binler, on binler katlediliyor, işkence ediliyor, çocuk ve kızlara dahi sistematik tecavüzler söz konusu, insanların hayatları karartılıyor. Bir insanın ölümü bütün insanlığın ölümü ise, binlerce, on binlerce insanın öldürülmesi neyin ölümü oluyor?

Elbette öncelikle haksız yere öldürenler ile onlara direk yada dolaylı destek verenler sorumludur bu katliamlardan ama, ya o onların hayatta kalması için çaba sarf etmeyen, yeryüzünde fesadı kaldırmak için üzerine düşeni yapmayanların sorumlulukları?

Bizler bu konuda hesabımızı verme hususunda rahat olabilir miyiz, zaman zaman muhasebe yapıyor muyuz bu sorunun?

Hangi Suçtan Dolayı Öldürüldü Diye Sorulduğunda Diri Diri Gömülen Kız Çocuğuna?

81.Tekvir Suresi 8 ve 9. ayetlerin meali böyle. Bu soru hesap günü intikamlarını almak için elbette ve mutlaka sorulacak mazlum kız yada erkek çocuklara ama, sadece onları katledenler mi (ve dahi tecavüz ve başka zulümler yapanlar mı) sorumlu tutulacak acaba?

Bu katliamlara direk yada dolaylı destek verenler, görmezden gelenler, önlemek için eliyle, olmuyorsa diliyle, olmuyorsa kalbiyle buğz etmeyenlerden sorulmayacak mı bu sabilerin hesabı?

Hadi elimizden bir şey gelmiyor (mu?), dilimizde mi lal olmuş? Hadi söylediklerimizi duyan yok, nerede kalbimizde yangınlar, buğzlar?

Unutmayalım, her şeyi iç yüzüyle bilen soracak bu hesabı, o suçsuz yere öldürülen sabiyi kurtarmak için ne yaptın, o sabinin fotoğrafını gördüğünde, kalbinde bir şeyler eridi mi, zalimlere karşı bir volkan kükredi mi, yoksa şöyle bir bakıp sanki görmemiş gibi geçip gittin mi diye sorguya çekmeyecek mi bizleri?

Kurumuş Vicdanlar, Taşlaşmış Kalpler Ateş Yakıtı Olurlar Ancak

Yüce Allah 66.Tahrim Suresi 6. ayette biz Müslümanları, kendinizi ehlinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun diye uyarıyor.  Aynı uyarı 2.Bakara Suresi 24. ayette Yahudilere yapılırken, 74. ayette ise, Yahudilerin kalplerinin taşlardan daha sert bir seviyede katılaştığı bildiriliyor.

Ayette geçen ateşin yakıtı olan taşlardan kasıt taşlaşmış kalpler midir, bu tartışılabilir ama, kurumuş vicdanların ve taşlaşmış kalplerin ateşe yakıt olacağı kesindir. Ve bu tehdit yukarıda ayetlerden anlaşılacağı üzere sadece kafirler, münafıklar ve zalimlere değil, bizleri de kapsamaktadır.

Eğer yaşanan acılar vicdanlarımızı yaralamıyor, kalbimizde acı oluşturmuyorsa, ciddi olarak kendimizi muhasebe etmemizin vaktinin geçtiğinin delilidir. Bu nedenle 59.Haşr Suresi 16’dan 24’e kadar olan ayetleri sık sık okuyup tefekkür etmemizde fayda vardır.

Mehmet Görmez’in Mesajının Anlamı

Sahile vuran çocuk cesedi fotoğrafları üzerine Tivitır üzerinden bir mesaj yayınlamış Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. Akdeniz'in sadece bir "mülteci mezarlığına" değil, aynı zamanda "vicdan ve merhamet mezarlığına" dönüştüğünü kaydeden Görmez, "Göçmen mezarlığına dönüşen Akdeniz, vicdan mezarlığına dönüşmesin diye ses verelim. Çocuk cesetleri sahillere vurdu, vicdanlar ne zaman uyanacak" ifadesini kullanmış.

Doğrusu uzun yıllar en çok yakındığımız kurumlardan birisi (belki de birincisi) idi diyanet teşkilatı. AK Parti iktidarının ardından Diyanetin özellikle üst kadrosunda başlayan değişim, Mehmet Görmez ile birlikte (Türkiye şartlarını dikkate aldığımızda) tavan yaptı denilebilir.

Dünya tersine döndü adeta. Bir zamanlar İslamcılık adına mazlumların safında yer alanlar, bugün nefislerinin hevasını, meşrep ve mezheplerini ilah edinmeleri yada başka şeytani nedenlerle zalimlerin safında yer alır, en azından susarak dilsiz şeytan konumuna gelirlerken; bir zamanlar tağuti rejimin bekası işlevi gördüğünü söylediğimiz Diyanet mazlumların sesi olmaya çalışıyor, hem de çoğu İslamcının dahi sustuğu yada gerekli ve yeterli tepkileri vermedikleri bir zamanda.

Diyanet Teşkilatında ki bu değişimin alt kadrolara doğru da inebilmesi halinde, kanaatimce toplumsal bazda çok ciddi olumlu değişimlerin olması kaçınılmaz gibi görünüyor. İnşaallah bu beklentimiz gerçekleşir, zira toplumun olumlu değişimi açısından Diyanetin olumlu değişimi olmazsa olmaz bir ön gereklilik.