Son virajın mesuliyeti

M. ALİ ŞEKER

İslam fukahası maslahatlar konusunda güzel bir tespitte bulunmuştur: “Şerrin def’i hayrın kesbine evladır.” Yani şer olan bir şeyin def edilmesi hayır olan bir şeyin kazanılmasından önce gelir. Bu tespite göre üzerimize gelen bir kötülük varken onu defetmek yerine (meşru’ de olsa) menfaatlerin peşinde koşmak yanlıştır.

Peki birden fazla şer ya da saldırının olduğu bir ortamda hangi şerrin defi’ diğerinden önce gelir? Bu sorunun doğru cevabını yine İslam ulemasının şeriatın gayesi olarak saydıkları amaç ve hedefleri sıralamalarında buluyoruz. Ki, bu amaç ve hedeflerin başında din emniyeti gelir. Sonar can, daha sonra akıl, sonra nesil ve mal emniyeti gelir. Kimi alimler nesil ile mal arasına namus emniyetini de eklemişlerdir.

Buna göre bir ülkede din emniyetinin sağlanması can emniyetinin sağlanmasından önce gelir. Can emniyeti ise akıl emniyetinden önce gelir. Akıl ise nesil emniyetinden önce gelir. Nesil emniyeti de mal emniyetinden önce gelir. Yani İslam’ı inanç, ibadet ve ibadet kurumlarıyla beraber topyekûn yok etmeye yönelik bir saldırı varken öncelikle bu saldırı ve saldırganları engellemek yerine ülkede işlenen cinayetlerin araştırılmasıyla uğraşmak yanlıştır. Ve elbette ki can emniyetini sağlamak da akıl emniyetini ortadan kaldıran içki ve uyuşturucu tehlikesiyle uğraşmaktan önce gelir. Ve yine şüphesiz ki nesil emniyetini ortadan kaldıran gayri meşru ilişki ve (helak edilen Lut kavminin) sapıklığı defetmek de elbette ki mal emniyetinden önce gelir. Bu yüzdendir ki İslam’ı inanç, ibadet ve ibadet kurumlarıyla beraber tümden yok etmek üzere saldırıya geçen saldırgan dururken mutfağımızdaki patatesimize, soğanımıza el uzattığını düşündüğümüz saldırganı defetmekle uğraşmak abesle iştigal ve Allah katında sorumluluk doğuran ciddi stratejik bir hatadır.

Tüm bunlardan sonra şunu açıkça söyleyebiliriz ki Tağuti rejimde seçimlere katılmak ve oy kullanmak ne rejimin kimliğini onaylamaktır ve ne de hükümeti her şeyiyle kabul etmektir. Oy kullanmak, sadece şeriatın gayesi olan din, can, akıl, nesil ve mal emniyetine saldırmada en kötü ve büyük olan düşmanı defetmeye yönelik bir eylemdir. Yönetime talip olan taraflardan din, can, akıl ve neslin emniyetini geçmiş iktidarlarında yok etmek için her türlü çabayı göstermiş ve şimdi de başa gelmesi halinde yine aynı şeyi yapacağını ilan eden saldırgan bir yönetici adayının söz konusu kötülüklerini Müslümanların din, can, akıl ve nesil emniyetini sağlamak için (iktidarı boyunca) gücü yettiğince çaba göstermiş ve bundan sonra da çaba göstereceğini söyleyen birisiyle defetmektir.

Diyelim ki R. T. Erdoğan, Şeriatın gayesi olan din, can, akıl ve nesil konusunda olabildiğine doğru davranmaya çalışırken sırf mal emniyeti ve liyakat konusunda birtakım hatalarda bulundu. Ve (İslam düşmanlarıyla iş birliği yaparak mevcut hükumete darbe yapmaya kalkıştıkları için) darbeci bazı kesimleri yargılarken onlardan bazılarına karşı adaletsizlik yaptı. Ve de maddi imkanların paylaşımı konusunda bazı kesimlere de hakkettikleri paylarını vermedi. Sırf bundan dolayı dini, dinin ibadetlerini ve ibadet kurumlarını yasaklayıp yıkmak, özellikle (CHP’nin yaptığı gibi) içkiyi yaygınlaştırarak ve (PKK’nin yaptığı gibi) uyuşturucuyu bir kazanç kapısı olarak kullanarak aklı, zina, gayri meşru ilişki ve (Allah’ın helak ettiği Lut a.s.’ın kavminin sapıklığı olan) lgbt sapkınlığıyla Müslüman aileyi dağıtıp neslin çoğalmasını engelleyecek olan bir adayı seçmek ne kadar akılcı ve Müslümanca olur? Çok iyi düşünmek gerek. Zira herkes bu sonuçlara etkisi olacak seçimlerinden ya da (çekimser davranarak) seçmediklerinden mesuldür.

Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim de kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur. (Nisa suresi:85)

Sonuç; geçen 14 Mayıs günü bu konularda tepkisel davranarak yanlış tercih yapanlar, küçük menfaatleri için İslam’a ve Müslümanların geneline telafisi mümkün olamayacak büyük zararlar verecek olan seçimlerde bulunmuş olanlar için 28 Mayıs, yaptıkları hatayı düzeltmeleri için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Zira mevcut hükümetin liyakat ve adalet konusundaki yanlışlarının doğurduğu mağduriyeti “…bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin…” (Maide:8) ayeti gereği eleştirmek adil olan kimliğimizin bir gereğidir. Ancak yapılan bu hataların doğurduğu mağduriyetlerden dolayı İslam’a ve İslam ümmetine savaş açmış bir cenahın temsilcilerinin iktidara gelmesini istemek, onlara oy verip onlarla saf tutup karşı tarafla savaşırcasına mücadele etmek en masum haliyle nefsinin menfaatlerini İslam’ın ve İslam ümmetinin menfaatinin üstün tutmaktır. Şahsının, cemaat ya da camiasının gördüğü cüzi zararı İslam’ın ve İslam ümmetinin göreceği zararın üstünde tutmaktır. Diğer yanda Allah’ın emsalleriyle eşit değerde gördüğü iletişim aracı olan bir Dil’e hak ettiği ehemmiyeti vermedi (ya da veremedi) diye Müslümanların din, can, akıl, nesil ve mal emniyetini ortadan kaldırmayı hedefleyen İslam düşmanlarının yönlendirdiği bir güruhu iktidara taşımak da ne akıllıcadır ve ne de Müslümanca.

Hal itibarıyla İslam’ın ve Müslümanların genel maslahatını her türlü lokal maslahatın üstünde tutma iddiasında olan tüm kardeşlerimizi akl-ı selim davranmaya davet etmeyi bir sorumluluk olarak görüyorum. Çünkü İslam düşmanlarının yanında (günahkâr da olsa) İslam’a ve İslam ümmetine düşman olmayan R. T. Erdoğan’a karşı savaşmaya devam etmekle mevcut iktidarın hatalarının sizde doğurduğu mağduriyet hakkı ve avantajını da ortadan kaldırmış olursunuz. Zira en yakın akrabamızın aleyhine de olsa adil şahitler olmanın bir gereği olarak hükümetin ve R. T. Erdoğan’ın yaptığı hataları yüzüne vurmak adalete mugayir eylemlerine karşı durup sesimizi yükseltmek şahitliğimizin bir gereğidir. Bunun aksini yapmak ne kadar yanlış ise nefsini İslam’a ve İslam ümmetinin maslahatlarının üstünde tutan bir bencilliği desteklemek de yanlıştır. Vesselam…