Son Afrikalı Müslüman da Öldürüldüğünde…

ABDULKADİR ŞEN
Son Orta Afrikalı Müslüman da Hristiyan milisler tarafından yakılarak öldürüldüğünde…

Orta Afrika’da son Müslüman Camisi de ateşe verildiğinde…

Son Müslüman mahallesinden de dumanlar ve ağıtlar yükseldiğinde…

Son Müslüman kafile de 1000 yıldır yaşadığı köylerinden, kasabalarından sürüldüğünde…

Ülkedeki son Kur’an da kuruyasıca eller tarafından yakıldığında…

İslam tarihine ait son eserler de, her biri medeniyetimizin derin tarihini temsil eden ve harcı irfan ve hikmet olan kerpiçleri az bir pahaya satılmak üzere kökünden söküldüğünde…

Müslümanlara ait son üniversite de İslam’ın bölgede gelecek nesillerin kimliğini şekillendiren güç olmasını engellemek ve ümmetin bölgedeki aklını yok etmek üzere tarumar edildiğinde…

Son kütüphanemiz de tıpkı Moğol istilasında yapıldığı gibi yakıldığında… Neo-Moğol istilasında…

Medeni dünya için insandan kıymetli olan son el yazma eserler de Müslümanların cesetleri yakılmak için köz olarak kullanıldığında…

Son BM oturumundan da Müslümanların kanlarının “Yeni Dünya Düzeninde” hiçbir öneminin olmadığını ve ümmetin kendi evlatlarından gayrı dostu olmadığını gösteren seyircilik kararı çıktığında…

Son Uluslararası İnsan Hakları Kurumu ve Kızıl Haç kınaması yayınlandığında…

İşte o zaman sıranın bize de geliyor olduğunu ve ümmetin haritası içinde artık bir Orta Afrika Cumhuriyet’inin olmayacağını anlayacağız.

Haritalar tekrar düzenlenmek üzere cetvellere uzanacak eller. Yardım bekleyen ellere uzanmayan o kahrolası eller.

Sıra bize gelmiştir artık…

Tıpkı bir zamanlar bizim olan, bizden olan, parçamız olan Ogaden’in artık Etiyopya olduğu gibi…

Tıpkı Arakan’ın artık neredeyse Müslümanlardan sadece kan kokularının miras kaldığı bir coğrafya olması gibi…

Tıpkı bir zamanlar bize ait olan ve şimdi Orta Afrika Cumhuriyetinin Müslümanlardan temizlenen bölgesine sınır olan Hristiyan Güney Sudan gibi…

Tıpkı İsrail tarafından ele geçirilen ve tarihi yok edilip hafızalardan İslami yönünün silinmek üzere olduğu Filistin’in işgal bölgeleri gibi,

Golan gibi, Kırım gibi, Çeçenistan gibi, Balkanların çoğu gibi…

Tıpkı Endülüs gibi… Evet… Ellerini uzatmış bekliyor bizi asırlardır, yalnız ve bahtsız aynı Kudüs gibi.

Sadece son 25 yılda yarısı Hristiyan misyonerler desteğiyle ele geçirilen Nijerya gibi…

Tıpkı İslam dünyasının hemen her yerinde katil elleri üniversite müfredatlarına kadar uzanan, televizyonlar ve internet aracılığıyla değerlerimize meydan okuyan “Yeni Dünya Eşkiyalığı’nın” ellerimizden alıp ruhlarını katlettiği evlatlarımız, kardeşlerimiz, yeğenlerimiz gibi… Biz gibi…

İşte ümmetin parçalanışının kronolojik tarihi… Tıpkı dün gibi, bugün gibi… İşte evlatlarının kiminin ılımlılıkla, kiminin de aşırılıkla savrulurken bihaber olduğu İslam Coğrafyalarının birer birer yitip gittiğine kör oluşunun hazin hikayesi…

İşte yavaş yavaş bir ümmetin 3. Dünya savaşına nesne oluşu…

İşte bir dönüşümün, bir değişimin ve bir savaşın hikâyesi kendilerine savaş açılanların bihaber olduğu bir savaş.

İşte bütün bunlar olduğunda sıranın bize geldiğini bilmiş olacağız. O gün Orta Afrika’da yakılarak katledilen Müslümanların aslında biz olduğunu, parçamız olduğunu, geleceğimiz olduğunu, tarihimiz olduğunu anlayacağız…

Orta Afrika’da nüfus oranları % 25 olan Müslüman halk Paralel Devlet Yapılanması ve Ukrayna tartışmaları gölgesinde acımasızca katlediliyor. İktidara bel bağlamış cemaatler, camialar, dernekler, vakıflar, ağabeyler, aydınlar “Orada neler Oluyor?” sorusunu sormak için AKP’nin konuyu gündeme getirmesini bekliyor. 

Orta Afrika Cumhuriyetinin asıl adı Biladus Sudan’dır. 10. Asırdan bu yana İslam’ın hâkim olduğu bölge 1900 yılında Rabih b. Zübeyir’in Fransızlara karşı giriştiği Kuseri savaşında Fransız sömürüsü olmuştur. Fransızlar Rabih’in cesedini Kuseri nehrine atıp kesik başını şehirde dolaştırdıktan sonra 2014 yılında Fransız neo-Sömürüsüne karşı duracak Müslümanlara ders olması için şehrin meydanına asmışlardır. Muhtelif isyanların da bastırılmasıyla 1902 yılından sonra Afrika’da Osmanlının hiçbir hâkimiyeti kalmamıştır. Artık Müslümanların hâkim olmadığı Afrika’ya kan ve gözyaşı hâkim olacaktır.

1960 yılında Fransızlar 60 yıl boyunca yetiştirdikleri elit Hristiyan kuşaklara iktidarı teslim edip neo-kolonyal döneme geçmişlerdir. 1960 yılında ülkeden çekilen Fransa, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin yönetimini Müslümanların ele geçirmesini engellemek için 1958 yılından itibaren Katolik misyonerler tarafından eğitilen Barthelemy Boganda’ya (4 Nisan 1910 – 29 Mart 1959) devretmiştir.  

Müslüman bir Liderin Kanlı Bedeli

"Vurun onlara… Vurun ve yakın evlerini, kentlerini mescitlerini… Ta ki anlasınlar bir Hristiyan’ın bile yaşadığı ülkelerde Müslümanların iktidara gelmesinin bedellerini…"

Ancak 2013 yılında iktidara yıllarca ezilen ve zayıf bırakılan Müslümanlardan bir lider geldiğinde son 3 aydır devam eden Müslümanları ülkeden tamamen silecek de-islamizasyon porjesi Fransız desteği ile başlamıştır. Kendilerine “Anti Balaka” (Kılıç Karşıtı) ismi verilen Hıristiyan militanların ülke Müslümanlarına yönelik giriştikleri saldırılar tamamen bir etnik temizliği amaçlamaktadır. BM ve Fransa ise Afrika Hristiyanlarının tıpkı Balkanlarda yapıldığı gibi Müslüman nüfusu etkisiz hale getirmeleri için kendilerine gereken zamanı tanımak ve bu sürede Müslümanları kontrol altına almaktır.

BM askerleri: Katliam Bekçileri Mi?

Yakılmakta Olan İnsanların ve Evlerin Göstermelik Koruyucuları

BBC’ye konuşan bir Fransız komutan Fransa’nın çatışmalarda Müslümanları silahsızlandırıp Hristiyanların silahlarına ve anti Balaka militanlarına dokunmayarak katliamı desteklediğini şu sözleriyle itiraf etmiştir.

Müslümanları silahsızlandırmak Hristiyanları silahsızlandırmaktan daha kolaydır. Çünkü Müslümanlar Hristiyanlara göre coğrafi açıdan daha dağınıklar

Yanan Müslüman evlerini koru(ma)yan bir Fransız askeri

Orta Afrika’da Yakılan Müslümanlar

Müslüman Cesetlerini Yiyen Hristiyanlar

Afrika’nın Fakirliğinin Nedeni Zenginliğidir!

Ülke elmas ve altın başta olmak üzere birçok doğal zenginliğe sahip olmasına rağmen dünyanın en fakir 10 ülkesinden birisidir. Tarih boyunca zenginliğini güç ile koruyan en zengin ülkeler ile fakirliği işgale değmeyecek derecede sefil ülkelerin çatışmaların nesnesi olmadığı bilinen bir gerçektir. Zenginler ve güçlüler arasındaki 1. ve 2. Dünya savaşı hariç güçlü ülkelerin birbiriyle giriştikleri çatışmalar bu ülkelerin özellikle sömürge dönemlerinde fakir ülkelere karşı yürüttükleri askeri operasyonlara kıyasla çok daha azdır. Zenginliğini korumaya kudreti olmayanlar için zenginliğin bir afete döndüğünün en gerçekçi hikâyesidir Afrika. Dünyanın en kıymetli madeni elmas, altın ve petrol. Bunların tümüne sahip olan bu kıtanın dünyanın en fakir bölgesi olması küresel sistemin üretenler ve tüketenler dengesi ile bir dünya inşa etmiş olması ve hakların ancak güç ile alınıp yine güç ile muhafaza edilebileceği hakikati ile ilintilidir. Orta Afrika Cumhuriyeti ne klasik oryantalist Afrika bakışı ve görselleri ile çöllerden oluşur, ne de suyu hiç olmayan çorak topraklardan. Bu ülke her yıl sellerin yaşandığı, ormanlarının en büyük gelir kaynağı olduğu bir ülkedir. Çoğu insana göre en önemli doğal zenginliği su kaynakları olan bir ülkenin susuzluğu “West andThe Rest” ayırımında öteki olarak kabul edilenin eline İncilin verilip toprağının ve servetinin çalınması dolayısıyladır. Bu bakış açısına göre: Afrika’nın Hıristiyanlarının dahi Papa gözünde 2. Sınıf Hristiyan olması beyaz adamın Hristiyan’ının da kapitalist olmuş olmasındandır. Hiç kimse Hristiyan Batı dünyasının aşağılık kompleksli gözlerin bakarak kamaştığı ihtişamlı güneşinin yakıtının sadece Müslümanlar olduğunu düşünmemelidir. Afrika’nın Hristiyanlarına Hristiyan ağabeylerinin yaptığını düşman düşmana yapmamıştır. Papa için paranın dini yoktur. Misyonerlik sömürgeciliğin keşif kolu ve öncü birliğidir.

Bourdieu ve Afrika’nın Hristiyan Habitus’u

Ünlü Fransız filozof Pierre Bourdieu Karl Marks’tan etkilenerek tanımladığı sermaye türlerinde toplumların eğitim sistemlerinin de elitler tarafından hazırlandığını ve düzenlenen pedagoji sisteminin yine elitler lehine iktidar ve güç dağılımını düzenlediğini, haksız dağıtım ve zulmü yeniden ürettiğini açıklamaktadır. Tanımlamalarında insanların toplumsal ilişkilerinin, sınıflarının, zenginliklerinin ve sosyal çevrelerinin onların zihin dünyasını şekillendirdiğini ve onlara kendilerinden imkân olarak daha geride olanlara göre güçlü olacakları bir kültürel ve sosyal sermaye verdiğini iddia etmektedir. Buna göre bir doktorun ya da avukatın oğlu elitler tarafından hazırlanmış cari eğitim sistemi içerisinde bir esnafın çocuğuna göre gelecekte avukat ya da doktor olma ihtimali çok daha fazladır. Eğitim sisteminin zenginleri ve müreffeh kesimin yeni nesillerini tekrar müreffeh yapacak şekilde dizayn edildiğine değinen Bourdieu eğitim sisteminin halktan talep ettiği kültürel ve sosyal sermaye (kapital, zenginlik, birikim, meta) toplumun yönetilen kesiminde bulunmamakta ya da az bulunmaktadır ve bu da pedagojik kapitalizme yol açmaktadır. Şekillendirilen ülke sistemi eğitim sistemi de başta olmak üzere yöneten egemenlerin dünya görüşleri ve çıkarlarına göre dizayn edilmekte ve bu sisteme en uyumlu kişiler kazanç ve konum ile ödüllendirilmektedirler. Bu da alt tabakaların sürekli biçimde kimlik krizine girmesine ve egemenler lehine dönüşmelerine neden olmaktadır. Ünlü İslam bilgini İbn-i Haldun bu gerçeği yüzyıllar önce toplumların kendilerini yenen ya da yönetenlere benzemek için çaba gösterecekleri şeklinde özetlemiştir. Yaşamı bir oyuna benzeten Bourdieu bir oyunda her oyuncunun kuralları bildiği gibi temayülleri de bildiğini ve başarılı olmak için yapması gerekenlerin farkında olduğunu açıklayarak egemen sistemin de bir oyun kurduğunu ve bu oyunu kuralına göre oynayanların başarılı olup oynayamayanların dışarıda kalacağını açıklamaktadır. Bu temayüle habitus denir. Afrika’da ve dünyanın birçok yerinde Yeni Dünya Düzeni ve onun yerel örgütlenmeleri küresel ve onunla uyumlu bölgesel Habitus’lar oluşturmakta ve İslam dünyası başta olmak üzere herkesi bu habitus içerisinde kalıplandırmaya çalışmaktadırlar. Bu Habitus’a uymayanlar ise cezalandırılmakta ve terörist ilan edilmektedirler. Afrika’da Hristiyan misyonerler eliyle eğitim sistemi ele geçirilmek suretiyle Müslüman halklar cehalet ve dönüşüm arasında tercih yapmaya zorlanmaktadırlar.

Sonuç olarak Orta Afrika Cumhuriyetinde yaşanan katliamlar İslam dünyasına karşı “Yeni Dünya Düzeni” ülkeleri tarafından yürütülen imha ve dönüştürme politikalarının Afrika ayağını oluşturmaktadır. Benzer bir krizin yakın gelecekte Afrika’da Çad’da ve Asya’da Sri Lanka’da gerçekleşmesi tahmin edilebilir. İslam dünyasının içinde bulunduğu kontrolsüzlük, parçalanmışlık, tekfirci akımlar ve zayıflık hem zenginliklerin talan edilmesine hem de Müslümanların birçok bölgede soykırıma uğramasına neden olmaktadır. İslam dünyasının içinde bulunduğu krizi sırf askeri çözümlerle aşması mümkün değildir. Özellikle Küresel Cihad Hareketi tarafından dünyanın birçok yerinde verilen özgürlük mücadelesi askeri yönü görece güçlü siyasi yönü zayıf bir meydan okuyuştur. İslam Dünyasının bu krizi aşması için akademisyenlerin, öğrencilerin, doktorların, gazetecilerin, ilim adamlarının kısacası her sahadan insanın küçük ayrılıkları bir kenara koyarak medeniyetlerin yükselmeleri ve güçlenmeleri için gereken evrensel kurallarla uyumlu olarak çalışması gerekmektedir.

***

Not: Orta Afrika Cumhuriyeti hakkında daha fazla ayrıntıya bu yazıda yer vermem mümkün değil.  Bu yazıda dosyadan birkaç alıntı bulunmaktadır. Ülkedeki çatışmanın tarihi, Fransa bağlantısı, nedenleri ve bölgeye yansımaları,  katliamı organize eden aşırı dinci Hristiyan Tanrı’nın Direniş Ordusu isimli örgüt ve Anti Balaka grubu ve daha birçok ayrıntıyı geçen hafta yayınladığımız Orta Afrika Dosyasında bulabilirsiniz.

Orta Afrika Cumhruyeti Dosyası İçin Tıklayınız...