Yeni Şafak / Taha Kılınç
Bir ülke hariç
İsrail’in bir oldu-bittiyle Somaliland’ı tanıma kararı alması, İslâm dünyası çapında geniş bir kınama dalgasıyla karşılık buldu. Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere bütün önemli ve etkili ülkeler, yayınlan-dıkları ortak mesajla İsrail’in attığı bu adımın Afrika Boynu-zu’ndaki kırılgan durumu daha da kaotik hale getireceğinin altını çizdiler. Tek bir ülke, bu süreçteki sessizliğiyle dikkatleri üzerine çekti: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE).
Coğrafyadaki gelişmeleri yakından takip edenler için, BAE’nin sessiz ve tepkisiz kalması hiç de sürpriz değildi. Zira İsrail-Somaliland arasındaki diplomatik temasların bizzat BAE tarafından sağlandığı biliniyor. Somaliland Devlet Başkanı Abdurrahman Muhammed Abdullah’ın geçtiğimiz ekim ayında gizlice gerçekleştirdiği İsrail ziyareti de yine BAE’nin tavassutuyla mümkün olmuştu. Abdullah ziyaret sırasında İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Dışişleri Bakanı Gideon Saar, Savunma Bakanı Israel Katz ve Mossad şefi David Barnea ile görüşmüş, ülkesinin İsrail tarafından tanınması süreciyle alakalı son rötuşlar bu sırada olgunlaştırılmıştı.
İsrail basınına yansıyan detaylara bakılırsa, Somaliland’ın “İbrahim Anlaşmaları”na katılması da an meselesi. Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde çerçevesi çizilen anlaşmayla Fas, Sudan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail arasında “normalleşme” sağlanmıştı. Başkan Trump, kendisine yapılan “Somaliland’ı tanıyalım. Onlar İsrail’in müttefiki ve İbrahim Anlaşmaları’nın destekçisi” şeklindeki çağrılara şimdilik kulak asmıyor. Trump’ın konuyla alakalı bir soruya verdiği şu sarkastik cevap, meseleye nasıl yaklaştığını anlatması bakımından yeterince ilginç: “Somaliland’ın ne olduğunu gerçekten bilen var mı?”
BAE, Somaliland’ı kendisi de henüz resmen tanımamış olmasına rağmen, yaklaşık 10 yıldır bu ülkeyle yakından ilgileniyor. 2017’de kritik önemdeki liman şehri Berbera’da bir askerî üs inşa eden BAE, kısa süre içinde Yemen açıklarındaki Sokotra adasını da benzer şekilde dizayn etti. Berbera üssünde askerî uçakların hızlı ve yoğun biçimde inip kalkabilmesine imkân verecek uzunlukta pistler, hangarlar ve devasa depolama alanları mevcut. Berbera-Sokotra hattını pekiştiren BAE, geçtiğimiz yıllar içinde Suudi Arabistan’la arasına mesafe koyup İsrail’le safları sıklaştırmaya başladı. Böylece Kızıldeniz’in güney ucunu teşkil eden Bâbu’l-Mendeb Boğazı’nın her iki yakasında sıkı bir BAE-İsrail ittifakı oluştu. Dünya ticaret akışının yüzde 12’sinin Bâbu’l-Mendeb üzerinden sağlandığı düşünülürse, BAE-İsrail cephesinin neyin peşinde olduğu daha rahat anlaşılır.
Söz konusu BAE-İsrail ittifakı elbette sadece Somaliland-Yemen havzasıyla sınırlı değil. Filistin, Kıbrıs, Libya, Lübnan, Sudan, Mağrib ve hatta Balkanlarda bile bu ikilinin ayak izlerine rastlamak mümkün. BAE, “stratejik ortak” olarak seçtiği İsrail’le yol yürüdükçe Arap dünyasıyla arasındaki makas da giderek açılıyor. Özellikle Suudi Arabistan-BAE münasebetlerindeki gerilimin giderek arttığı, konuyu güncel biçimde izleyen herkesin bildiği bir husus. (Bu yazıyı yazdığım sırada, Yemen’in Mukellâ limanında BAE’ye ait silah yüklü gemiler Suudi Arabistan savaş uçakları tarafından bombardımana tutuluyordu. Taraflar arasındaki ilk sıcak ve fiilî çatışma bu.)
BAE-İsrail ittifakının bir diğer esas hedefi, Türkiye’nin sahadaki etkinliğini ve görünürlüğünü azaltmak. Diplomatik, siyasî ve askerî kanalların yanı sıra, sosyal medya ve diğer mecralarda Türkiye aleyhine faaliyet gösteren, menfi yönde lobicilik yapan, kamuoyu oluşturmaya çalışan ve adam devşiren geniş bir ağdan söz ediyorum. Bu bir komplo teorisi veya niyet okuma değil, aksine varlığı somut şekilde görülen ve etkileri hissedilen bir süreç. Türkiye’nin gayet güçlü bir konumda bulunduğu Balkanlarda bile, bazı kalelerin burçları aşınmaya başladı. Detayları, sahadaki herkes bütün çıplaklığıyla görüyor.
Hâriciye, haddizatında zaten zor bir çalışma sahası. Ama bana “Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın hangi dış temsilciliğinde görev yapan diplomatlar şu anda
en müşkül durumda?” diye sorulsa, hiç duraksamadan “Abu Dabi’dekiler” derim.