Sizin Örfünüzde Harakiri Var mıydı?

KENAN ALPAY

Mutlak zafere şartlanmak en yakınlarınız tarafından tanınamayacak kadar bozdu sizi. İktidarı tekelinize alma saplantısı her yolu ve bütün araçları meşru kıldı size. Öyle bir hülyaya kapıldınız ki; elde edilemeyecek hiçbir makam ve mevki, düşürülemeyecek hiçbir kale yoktu önünüzde. Satın alma departmanı da şantaj-tehdit birimleriniz de kendilerini ispat etmişlerdi ne de olsa.

Hem stratejik planlama hem de organizasyon yeteneğinize adeta ilahi bir kudret atfettiniz. Dizginlenemez ihtiraslarınızı aşırı tevazuuyla maskelediğinizi zannettiniz. Hükümet başta olmak üzere Türkiye’deki bütün bir toplumu kendinize muhtaç ve bağımlı sandınız. Bu pozisyonunuzu “radikal İslam’dan tedirgin olan AB ve ABD’nin tek ve rakipsiz partneri” imaj ve misyonuyla tahkim etmeyi büyük bir marifet saydınız.

Sapma Takiyye Mantığıyla Start Aldı

En aydın, en ileri, en organize ve en iyi öngörü sahibi olarak deklare ettiniz kendinizi. Bu sebeple İslam dünyasına karşı hep büyüklük kompleksiyle ama Batı ve Batıcı elitlere karşı hep aşağılık kompleksiyle yaklaştınız. Hem faaliyetlerinizin merkezi Türkiye’de AK Parti Hükümeti ve toplumu hem de faaliyet gösterdiğiniz İslam dünyasının diğer bölgelerini ‘eğitim’ kurumları üzerinden Batı ve Batıcı elitlerin beklentilerine uygun terbiye etmeyi vazife edindiniz.

Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını kudret ve cesaretinizin nişanesi olarak takdim ederken Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti’nin bedel ödeye ödeye yükselttiği mücadeleyi de topluma karşı yüklendiği sorumluluk duygusunu da önemsizleştirdiniz. Ne var ki, Ergenekon ve Balyoz dava süreçlerinde askeri cuntalara karşı meşru mücadeleyi gölgeleyecek işlere imza atarak Kemalist cepheye mazlum ve mağdur rolü oynama fırsatı verdiniz.

Güç gözünüzü öylesine karartmıştı ki, PKK-KCK davalarını terör ve zorbalıkla mücadeleden çıkarıp Kürt sorununun çözümünü sabote eden bir işleyişe çevirdiniz. PKK-KCK davasını hem Türkiye’de hem de bölgede Batı adına verilen bir iktidar mücadelesine dönüştürmekteki inadınız çok ama çok derindi. Bu derin inadınız hem Oslo görüşmelerinin sızdırılmasında hem de Hakan Fidan başta olmak üzere bu görüşmeleri yürüten MİT görevlilerini tutuklama girişimine kadar sürükledi sizi.

Çok cepheli bir savaşa girişerek ‘gerçekçi ol, imkânsızı iste’ rolüne soyundunuz. Türkiye’yi “Hükümet Suriye’deki terör örgütlerini İHH üzerinden destekliyor” kampanyasının yetersiz kaldığı yerde “MİT Tırları Suriye’deki IŞİD-El Kaide militanlarına ağır silah taşıyor” kampanyasıyla takviye ettiniz. Hem terörü destekleyen hem de yolsuzlukları tavan yapan AK Parti ve Tayyip Erdoğan algı operasyonuyla NATO konseptinde üretilen Tehlikeli Yalnızlık propagandalarına destek vermek için yedeklediğiniz ve yemlediğiniz sol-liberal aydınlarla yarış yaptınız.

Ya Tüketiriz Ya da Tükeniriz!

İslami duyarlılığı öne çıkan toplum kesimlerine ‘İslami değerleri çiğneyen AK Parti’ söylemi çerçevesinde haber ve yorumlar boca ettiniz. Fakat seküler-ulusalcı kimliğiyle bilinen toplum katmanlarına ‘dinci-gerici ve despot AK Parti hayatınızı karartacak’ ekseninde endişeler pompaladınız. Hemen her seçimde toplumsal desteğini arttıran Tayyip Erdoğan’ı herkes için ölümcül bir tehdit olarak belletmek için seferber oldunuz. Suriye, Irak, Filistin, Mısır, Libya başta olmak üzere İslam coğrafyasının mazlum halkları için bir umut ışığı olarak beliren AK Parti Hükümetine bütün dünyanın selameti için tasfiye edilmesi gereken muzır bir teşkilat muamelesi yapmaya kalktınız.

LYS-LGS’den KPSS’ye kadar sınavlarda yolsuzluk-usulsüzlük yapmayı teamül haline getirmiş, kamu kaynaklarını ve kadrolarını inhisarına almış üstelik bütün bunları da bir gurur vesilesi saymıştınız. Siz unutmuş ya da anlamamış olabilirsiniz ama yolsuzlukla mücadele veya fikir özgürlüğü gibi sloganlarınızı boşa çıkaran Hükümet değil bizzat sizin kötü sicilinizdi. Sizi daraltan, bir sünger misali içe kapatan ve marjinalleştikçe saldırganlaştıran, saldırganlaştıkça da marjinalleştiren toplum nezdindeki işte bu kötü şöhretinizdi.

Ne Afganistan ve Irak’ın işgaline karşı çıktınız ne de Amerikan ordusunun işgal ve işkenceleri hakkında adam gibi söz söylediniz, tavır aldınız. El Kaide ve Taliban’dan sonra IŞİD’le mücadelede Amerika kadar dertlendiniz, kaygılandınız ve yırtındınız. Filistin’in ve Filistin dostlarının değil İsrail’in dostluğunu meşruiyet kriteri olarak gördünüz. Hamas’a ve Mavi Marmara’ya taktığınız yaftalarla ‘hizmet’lerinizin önünü açma, şöhretine şöhret katma şehvetinizin dizginlerinden boşaldığını teyit etmiş oldunuz.

Askeri cunta kurmak, askeri darbe örgütlemek, yolsuzluk yapmak, ABD ve İsrail işbirlikçiliğine soyunmak, İslam düşmanlığı yapmak gibi bir dizi suçla meşhur tipler karşısında Fethullah Gülen ve fedailerinin tavrı neydi? Kenan Evren’den Bülent Ecevit’e, Süleyman Demirel’den Çevik Bir’e hemen hemen bütün Kemalist aktörlerle ilişkileri sonuna kadar munis ve müşfikti değil mi?

Peki, neden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan bu munis ve müşfik karakter esirgendi? Beddua ve kumpaslar için harcanan eforu yetersiz görüp “Cenab-ı Hak bizi vites değiştirmeye zorluyor” talimatı vermek muhasebe ve muhakemenin hepten kaybolduğunu ihsas ediyor. Gülen’in ‘vites yükseltme’ çağrısı belki dizginlemez bir ihtirasın belki de bağlılarını harakiri yapmaya davetin şifresidir. İyi ama sizin örfünüzde bu ikisinin de haram olduğu sabit değil mi?

İktidarı tüketemedik bari biz hepten tükenelim” inadından vazgeçmek hala en makul seçenek olarak duruyor.