Siyasette baş döndürücü devinim

Ahmet Taşgetiren

Siyaset baş döndürücü bir devinim içinde. "Devinim" kelimesini, hareketliliği izah çerçevesinden öte, biraz da içinde "dövünme" çağrışımı bulunduğu için kullanıyorum.

Bir yerden baktığınızda siyasi hareketliliğin bir tür dövünme özelliği taşıdığını görmek mümkün.

Halk oylamasında yüzde 58-42 bir "evet-hayır" salınımı çıktı. Bunun herkese verdiği bir mesaj oldu.

2011 Haziran veya en geç Temmuz'unda seçim var, o ayrı bir telaşa sokuyor partileri...

Şöyle bir baktığımızda partiler planında neler görünüyor?

AK Parti, gerek kendi yaptırdığı kamuoyu yoklamasında gerekse Konsensüs'ün araştırmasında yüzde 46-47'lerde bir oy oranı ile yeniden ve tek başına iktidar adayı gözüküyor. Halk oylamasının AK Parti'ye yaradığı belli. Buna rağmen AK Parti, halk oylamasındaki yüzde 42'nin, yani kendisine yönelik retlerin derdine düşmüş durumda. "Neden bize hayır  deniliyor" sorusu etrafında bir odaklaşma bu. Gayet net ki bu, iktidar için bir artı oy arayışı değil. Çünkü şu an alması beklenen oylar tek başına iktidar için yeterli. Belli ki AK Parti, iktidar olduğunda daha geniş toplum kesimleri ile sağlıklı iletişim kurmanın, duygusal karşıtlığın azaltılmasının gerekliliğinden yola çıkıyor. Bu çok rasyonel bir tutum ve şu an siyaset zemininde en telaşsız bir çalışmayı sergiliyor.

CHP sancılı. Halk oylamasından mağlup çıkmanın getirdiği sonuç bir, Kılıçdaroğlu ile  "Yeni CHP" oluşturma sürecinin, "Yenileşme nereye" sorusu ile ortaya çıkardığı tartışma, iki. CHP, her adımında sancının içine bir kulaç daha girdiğini görüyor adeta. "Başörtüsü"nün CHP için çok daha sarsıcı bir sembol haline gelmesi, başörtülülere çektirilen çilenin ironik bir intikamı gibi değerlendirilebilir. Ama CHP'deki sancı, başörtüsü ekseninden öte bir sancıdır. CHP aslında, çok daha temelde bir ideolojik sancının içindedir. CHP, çıkış noktasındaki misyonu ile Türkiye arasında var olan açı farkının 2010 Türkiye'sinde hâlâ yaşayıp yaşayamayacağının gerilim hattındadır. Dersim ve Alevi meselesi, Kürt meselesi, Türk meselesi, İslam meselesi, laiklik meselesi, cumhuriyet, demokrasi, Batı, doğu, eksen kayması... CHP için her şey yeniden tanımlanmak zorunda ve her yeni tanımlama girişimi yeni tartışmaları alevlendirme potansiyeli taşıyor.

MHP sancılı. MHP de AK Parti iktidarından bu yana, kendini tanımlama sıkıntısı yaşıyor. Bir yanda Türkiye'nin sancılı alanları, diğer yanda MHP'nin CHP ile benzeşen statüko bağlantıları ve yine MHP'nin AK Parti ile benzeşen halk tabanı... Bu fay hattı, halk oylamasında derinleşti ve MHP'yi taban-tavan faklılaşması gibi bir girdabın içine sürükledi. MHP şimdi bu girdabın tahlilini yapıyor ve komplo teorileri ile somut gerçeklikler arasında gidip geliyor. MHP bunu, ayak sesleri duyulan bir seçim arefesinde yaşıyor. İşi fevkalade zor. Hele bu yönetim kadrosu ile.

BDP sancılı. AK Parti'nin, bölgeye yönelik hizmet atılımı, kurulu düzenin parametrelerinden farklı aidiyet yaklaşımı, "Kürt sorunu" alanına gösterdiği duyarlılık, terörle iç içe bir siyaset yürütmeye çalışan BDP'yi zorluyor. Başbakan'ın en son Kızılcahamam'dan yönelttiği "Silahsız siyaset" çağrısı, BDP'yi legal alana çekme iradesi olarak, yarınları bir hayli etkileyecek bir hamle. BDP'yi etkileyecek en önemli hamle ise bölgedeki sivil toplum iradesinin  özgür bir şekilde ortaya çıkmasıdır. BDP daha da sıkışacaktır.

Saadet alanında ilginç gelişmeler yaşanıyor. Bir yandan AK Parti'yi kuracak kadroların camiadan kopuşu, ikinci bir merhale olarak Numan Kurtulmuş'un ayrı bir siyasi harekete dönüşecek biçimde ayrılışı ve diğer yandan, Erbakan Hoca'nın 84 yaşında, "Ben hâlâ buradayım" mesajı verecek ve "Milli Görüş"ün tapusuna sahip çıkacak bir hamle ile devreye girişi... Kuşkusuz ortaya bir hayli "bilinmeyen" çıkıyor. "Numan Kurtulmuş ne yapacak" bilinmeyeni... "Erbakan Hoca ile Saadet ne yapabilir" bilinmeyeni  ve "Erbakan Hoca'dan sonra Saadet ne olacak" bilinmeyeni. Ortada bir "Erbakan'a kalben ve coşku ile bağlı insanlar topluluğu" bulunduğu bir gerçek. Ama bu bir "siyaset" topluluğu mu yoksa "Cemaat" topluluğu mu, burada anlayışlar farklı. Siyaset yapınca, halkla iletişimi önemsemek zorundasınız ve toplumda bir karşılık oluşturmak zorundasınız. Erbakan'ın liderliğindeki Saadet'te, hiç kuşkusuz bir heyecan olacak ama "ilk seçimde iktidara gelme" hedefi, ciddiye alınabilir bir söylem olacak mı yoksa bu iddialar geniş toplum kesimlerinde tebessümler mi oluşturacak? Her türlü değerlendirme yolu açık.

Tabii bu çerçevede Numan Kurtulmuş hareketinin gelişme seyri de önemli. Bir yanda AK Parti diğer yanda Saadet ve o aralarda bir yerde kendini tanımlamak durumunda ve yer edinmek arayışında  olacak olan Kurtulmuş hareketi... Belki de AK Parti-Saadet aralığından daha geniş koordinatlar içinde kendini tanımlama çabası... Sağ-sol-demokrasi-liberalizm-İslam-laiklik... Türkiye'de bir siyasi parti için o kadar çok tanımlayıcı ibre mevcut ki...  Bu işin, ideolojik çerçeveden sonra, bir de kadrolanış çerçevesi var. Tamam Numan Kurtulmuş elde bir, ya çekirdek kadroyu kim oluşturacak? Şüphesiz kamuoyu ona da bakacak.

BBP, merhum Muhsin Başkan'ın emaneti, Yaşar Topçu'nun başkanlığında düzgün duruşlarla "Ben varım" mesajını iletiyor. Mesajların oy karşılığı her zaman alınamasa da ben kritik zamanlarda doğru tavırlar sergilenmesini de önemsiyorum. Muhsin Bey'den bu yana BBP'nin en belirgin özelliğinin "Doğru duruşlar" olduğu söylenebilir.

 Son söz: Şu anda Türkiye'de en belirleyici rolü AK Parti'nin oynadığı açık. Onun için AK Parti'nin sorumluluğu büyük. 2011 seçimlerinde AK Parti, bu sorumluluğu idrak içinde bir Meclis kadrosu oluşturma gibi bir görevle karşı karşıya...

BUGÜN