Siyaset ve Toplum İçin Öncelikli Tehdit Hangisi?

KENAN ALPAY

Yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınan 24 kişinin tutuklanıp Metris Cezaevine gönderilmesi zannedilenin aksine hayırlı gelişmelere vesile olacaktır. Tutuklamaları Cemaatin güç gösterisi veya Hükümetin zaafa düşürülmesi olarak algılamak, ülkenin operasyona açık hale gelmesi şeklinde nitelemek yerinde bir değerlendirme sayılmaz.

Elbette hiç kimse operasyon üzerinden inşa edilmek istenen algı ve varılmak istenen sonucu konuşmayalım, kritik etmeyelim diyemez. Lakin bir de bu operasyonu mümkün kılan aktörler ve ilişki ağları sanki yokmuş ya da çok da önemli değilmiş gibi davranılamaz herhalde. Operasyona karşı çıkarken yolsuzluğu, yolsuzluğa karşı çıkarken de sonu bürokratik oligarşinin yeni bir darbe girişimi sayılabilecek polis ve yargı üzerinden yürütülen kapsamlı operasyonu değersizleştirici bütün söylemler siyaset ve toplumun aleyhine işlemektedir.

Rüşvetin Çürütemeyeceği Var mı?

Genel bir retorik olarak “rüşvete karşıyız, yolsuzluğa müsaade etmeyiz” tarzı beyanlar mevcut durumu izahta yeterli değil. FG Cemaatinin emniyet ve yargı üzerinden yürütüp belirli yayın organlarıyla takviye ettiği operasyona destek veren iç ve dış unsurlara dikkat çekmekle halledilebilecek bir yerde durmuyoruz. Gezi eylemlerinde Hükümetin despot-diktatör olduğu yönünde algı inşa etmeye çalışanlar şimdi başka bir algı inşa etme peşindeler.

Son operasyonla birlikte yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, komisyonculuk gibi ahlaken ve hukuken makul karşılanması mümkün olmayan vasıflarla mücehhez bir siyaset imajı yaratmaya yoğunlaşıldığı sır değil. Pekâlâ, İçişleri Bakanı Muammer Güler ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın çocuklarının içinde olduğu ilişki ağının, para alışverişinin bu imajı haklılaştırmak ve perçinlemek gibi bir rolü oynadığını söyleyebiliriz.

Barış Güler ve Salih Kaan Çağlayan’ı bu kirli ilişki ağlarında kritik bir role oturtan ne gibi meziyet, tecrübe ve birikimleri var bilemiyoruz. Ancak “bakanın oğlu” olmak gibi kazanılmış değil verili bir statü sayesinde elde ettikleri bu ayrıcalığın faturasını ne Hükümetin ne de Hükümeti destekleyen kitlelerin yüklenmek gibi bir mecburiyeti var. Bu kriz durumdan en acil çıkış yolu kanaatimce hiçbir surette suçun şahsiliğini filan bahane etmeden Güler ve Çağlayan’ın bakanlıktan derhal istifa etmesidir.

Evlerinin içinde dönen dolaplardan, aile mensuplarının döndürdüğü kirli çarklardan habersiz olmak bile başlı başına büyük bir suçtur. Bu suçun sahipleri Başbakan Erdoğan’ın arkasına saklanarak, FG Cemaatinin kadroları tarafından işletilen usulsüzlükleri dillerine dolayarak, dikkatleri ABD-İsrail-CHP-FG Cemaati ittifakının hedeflerine yönelterek üstlendikleri ağır vebalden sıyrılmaya kalkışmamalıdırlar. Hiç kimsenin de bu kirli cürümden sıyrılma kurnazlığına göz yummaması gerekir.

Büyük resme bakmak lazım, küresel hesapları görmeden olmaz” falan gibi gerekçelerle bakan, vekil, bürokrat, başkan veya bunların yakınları tarafından sergilenen ahlak ve hukuk dışı eylem ve ilişki biçimlerini cezalandırmayı görmezden gelmek, ertelemek ne işe yarar biliyor musunuz? Sadece uçuruma sürüklenmeyi hızlandırmaya yarar. Polis ve yargının bürokratik oligarşi vampirini hortlatmaya girişen usulsüzlüklerine olduğu kadar iktidar imkânlarıyla usulsüz zenginlikler kotarmaya çalışan açgözlü yeni yetme asalaklara da onlara bu fırsatı tanıyan maddi-manevi babalarına da güçlü, yüksek sesli ve köklü bir biçimde muhalefet edilmelidir. Ne kadar güçlü toplumsal desteğe sahip olursa olsun rüşvetin çürütemeyeceği hiç bir siyaset ve iktidar gelmemiştir şimdiye kadar.

Polis ve Savcıya mı Emanetiz!

AK Parti Hükümeti ile kavgaya tutuşan, iktidara savaş açan yapı sembolleştirildiği gibi bir Cemaat değil, F. Gülen Cemaati’dir. Nitelik açısından Hizmet Hareketi veya Cemaat söyleminin siyasal bir propaganda olarak ‘Şerefli Türk Ordusu’ söyleminden herhangi bir farkı yoktur. İkisi de çok iyi çalışılmış ve marka değeri yükseltilmiş psikolojik savaş söylemidir. Öyle ki; bireysel ve toplumsal alanda olduğu kadar siyaset üzerinde de meşruiyeti tartışılmaz bir tahakküm kurmayı hedeflemektedir.

Eğer toplumsal taleplerin icrası, güvenlik ve refahın temini açısından siyaset kurumunun önüne askeri, sermayeyi, akademi ve medyayı geçirmeyi uygun görmüyorsak neden polis ve yargıyı geçirelim ki? İktidar sınıfları şimdiye kadar askerlerin siyaseti tasfiye etmesini bir hak ve sorumluluk olarak görmemizi istiyordu. Bundan böyle siyaseti hizaya çekme sorumluluğunu olmazsa tasfiye etme işini polis ve savcılara tevdi etmişler anlaşılan. Bizden de bürokratik mekanizmaların siyasete ve dolayısıyla da topluma istikamet çizme dayatmasına rıza göstermemiz bekleniyor.

AK Parti devlet oldu, Erdoğan devlet kadrolarını ele geçirdi, Emniyet ve Yargı’da kontrolü sağladılar, sermayeyle işbirliği yapıyorlar” gibi söylemlerin ne derece isabetli olduğu ortada. Devleti kuran Kemalist irade halen güçlü üstelik seferber edebileceği aktör ve oyunları da tükenmiş değil.

Farklı dönemelerde kimi zaman birbirine hiç benzemeyen aktör ve söylemler aracılığıyla iktidar sınıfları Kemalist devletin ne içeride ne de dışarıda mahiyet değişikliği yapmasına, misyonunu değiştirmesine müsaade ediyor. Bu direnci muzaffer kılmak için sadece CHP-TÜSİAD gibi klasik aktörlerle değil sözde ölümcül düşmanları FG Cemaati ve Ak Saçlı Liberallerle de hızla ittifak yapabiliyor. Bu sebeple siyaset ve topluma karşı kurulan tuzakları boşa çıkarmak için en önce işbirlikçileri deşifre etmek ve tasfiye etmek elzemdir.