Siyasal Paradigmalar Savaşı Tırmanıyor

KENAN ALPAY

7 Haziran seçimlerinin oluşturduğu tablo şu ya da bu şekilde bir hükümet oluşturulmasına müsaade etmedi. Seçimlerin tekrar edilmesi mecburiyeti doğunca da 1 Kasım seçimlerinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine dair çok sayıda analiz ve de çağrı yapıldı. Tekrar edecek seçimin çok boyutlu kayıplara yol açacağına dair TÜSİAD’dan başlayıp Gezi Ruhu’nun sol, sağ, liberal, paralel bileşenleri epeyce gerekçe listeledi.

Seçim tartışmalarında en çok üzerinde durulan husus 1 Kasım seçimlerinde AK Parti’nin 7 Haziran’da elde ettiğinden daha da geriye düşeceğine dair neredeyse konsensüs sağlanmış olmasıydı. Çözüm sürecinin bitişini PKK’nın ölümcül saldırılarına değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık sistemi ihtirasına bağlama ortak paydasında birleşenler şimdilerde aday listeleri üzerinden “AKP’nin çöküş senaryolarını” yazmak üzere yarışa giriştiler bile.

7 Haziran seçim sonuçlarında AK Parti’nin % 41’e gerileyişinde yolsuzluk iddiaları, Türk-Kürt milliyetçi söylemleri, liberal ve paralel cephenin ürettiği itibarsızlaştırıcı kampanyalar, Suriye krizi ve ekonomi piyasalarında yaşanan durgunluk kadar listeler de yaşanan hayal kırıklıkları da belirleyici oldu. Fakat sonuçlar kritik edilirken doğrudan doğruya Erdoğan’ın otoriter, Davutoğlu’nun pasif ve edilgen olarak tasvir edilen karakterlerine bağlandı. Erdoğan ve Davutoğlu arasında listeler savaşı yaşandığı, Davutoğlu’nun silikleştirildiği ve AK Parti’nin hemen her boyutuyla Erdoğan partisi olarak tescillendiği gibi yıpratıcı isnatlar hâkim kılınmak istendi kamuoyunda.

Listeler ve Ana Güzergâh

Oysa 12 Eylül’de gerçekleşen AK Parti kongresi neredeyse ittifakla Davutoğlu’nun genel başkanlığını teyit etti. Ne alternatif liste söylentilerinin ne de Davutoğlu’na şantaj yapacak imza kampanyalarının gerçekliği vardı. Kongre sonrası üst yönetimin değiştirilmesi doğal olarak tartışmalara hatta yer yer sert itirazlara kapı açtı. Ancak hem değişim hem de bu değişime bağlı olarak yaşanan tartışmalar zannedildiği ve temenni edildiği gibi zaafa, panik ve çözülmeye işaret etmiyordu. Tersine kimi isabetsiz olsa bile alınan kararların siyasi iradeyi güçlendirmeye ve toparlamaya matuf olduğu, olacağı daha akla yatkın görünüyordu.

12 Eylül 2010’daki anayasa referandumundan sonra AK Parti ile liberal çevreler arasındaki ilişki önce gerilime girdi sonra da koptu ve alenen çatışmaya dönüştü. Aynı süreç 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanma girişimi sonrası Fethullah Gülen örgütüyle yaşandı. Hem Gezi Parkı hem de 17-25 Aralık operasyonları sonrası AK Parti’nin bu kesimlerle olan ilişkisi ayrışma ve rekabetten neredeyse savaş düzeyindeki bir çatışmaya dönüştü. Benzer bir durum Çözüm Süreci’nde yaşandı. Bunların hiç biri olmamış gibi AK Parti’nin fabrika ayarlarına döndüğü, daraldığı, kuşatıcı olmaktan vazgeçtiği ve kurucu ruhunu kaybedip sekter bir partiye dönüştüğü gibi yoğunlaştırılan eleştirileri ne kadar ciddiye alabiliriz?

7 Haziran’daki aday listesine göre AK Parti yaklaşık olarak 230 ismi değiştirdi. Aday listesinde halen tartışmalı kimi isimler duruyor, kamuoyu desteği yüksek kimi adaylar liste dışı kaldı. Üç dönem kuralı dolayısıyla liste dışı kalan kimi isimlerin tekrar listeye girmesi hepten olumlu değil. İsim isim değerlendirmek çok belirleyici değil kanaatimce. Çünkü AK Parti’nin siyasi rotası, ana güzergahı belirli ve bu noktada ayrıştığı, çatıştığı karşı cephelere ilişkin üstleneceği siyasal misyon tek tek adayları fazlasıyla aşıyor.

Rekabet İçeride mi Dışarıda mı?

CHP, HDP, MHP veya liberal-paralel siyaset stratejisinin cephe mantığıyla hareket ediyor oluşu AK Parti açısından yönetim ve kadrolar kadar tabanı da tahkim eden bir siyasi hattıhareketi elzem kıldı. Bu pozisyon alışa zaaf, başarısızlık hatta ‘aday soykırımı’ isnad edenlerin tek güvencesi nedir? AK Parti içinde bir ayrışma ve çatışmadan başka ümidi, tutunacak dalı veya toplumsal manada çekim merkezi olacak bir önerisi olmayanlar sadece bedduaya ve kaos beklentisine yatırım yapıyorlar.

Şimdi birkaç alıntıya şöyle bir göz atarak siyasal mücadele için Kemalist, liberal ve paralel cephenin gark olduğu tükenmişlik duygusunun nasıl teselliler aradığına bir bakalım. Cumhuriyet’ten Aydın Engin’e bakalım önce. Aydın Engin’in “Erdoğan’sız bir AKP umudu besleyenler için Abdullah Gül hep bir umut kapısı oldu” beklentisi nasıl nihayete ermiş? Hem saygısız hem de saçma sapan bir fırka eşliğinde şöyle: “Açamayan bir gül: Abdullah Gül” (20 Eylül, Cumhuriyet). Muarızlarınızın beklentilere karşılık vermiyorsanız alay ve aşağılama konusu olmanız an meselesi yani.

Zaman Gazetesi’nden Nuriye Akman bir kurgusunda şöyle bir teşbih yapıyordu: “Sofrada dört çeşit reçel vardı. En çok rağbet edilen ise gül reçeliydi(4 Eylül, Zaman). Ama fazla değil on gün sonra bu fazlasıyla şekerli teşbihi tuzlu hatta acılı bir tereddüde bırakıyordu yerini: “Vaktiyle Erbakan'ın oyununu bozan Gül, bu kez kardeşinin tekerine çomak sokar mı? Gül açmazsa bu bahçeden bir karanfil çıkar mı?(15 Eylül, Zaman). Akman’ın hayal dünyası bu kadarla sınırlı değil elbette. O, Davutoğlu’nun AK Parti’den kopup uzaklaşmasına değilse “Bakarsınız uyuyor sanılan başka dinamikler ince ayar yapar vaziyete” beklentilerine değin yerlerde sürünme pozisyonuna kadar her ihtimale kapıyı açık tutmaktadır.

Bu türden iktibaslar istikamet değil ama birer ibret vesikası olarak hatırda tutulmalı. Parti içinde listeler arası bir rekabet var. Ama asıl meselenin siyasal paradigmalar arası savaşın giderek tırmandığını ve buna uygun bir pozisyon almak olduğunu görebilmekte.